Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na Fahrettin Altun’un getirilmesi önemliydi, ancak çok daha önemli bir şey var:
Fahrettin Altun’un, iletişim ve sosyolojiyi iyi bilmesi.
Altun’un iletişim ve sosyolojiyi iyi bilmesinden daha da önemli bir şey var: McLuhan ve Baudrillard’ı çok iyi bilmesi.
“Tüketim toplumu” kuramcısı Baudrillard’ın iletişime yüklediği işlevi iyi anlamak, Altun’un iş anlayışında kendisini gösteriyor.
En son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arabasında, kendisine mektup yazan Aylin’le konuşma videosunu paylaşması da bunun kanıtı.
Video ile ilgili haberde, o sırada dinlenen müzik bile var, Cumhurbaşkanına konuşma fırsatı vermeyecek kadar içi dolmuş Aylin’in mektuptaki derdi neydi, o yok.
Altun, bugünün imajlar dünyasında, gerçeğin önemsiz bir ayrıntı olduğunun kitabını yazıyor.
Serde hocalık var ya sormak istiyorum: Aylin’cim sana mektup yazdıracak kadar önemli olan derdin neydi sahi?
PEKİ ŞİDDET UYGULAYAN KADINSA NE OLACAK?
Bilen bilir, “kadına yönelik şiddete hayır” kampanyalarını desteklemem.
Her türden ayırımcılığa itirazım var.
Bu kampanya dilinin çocuğa, yaşlıya, erkeğe şiddette müsamahalı bir dil olduğunu düşünürüm.
Şiddet karşısında yaşlılar ve çocuklar, daha korunak gerektiren gruplar.
Eğer bir “şiddete karşı” kampanya yapılacaksa kapsayıcı bir ifadeye yükselmek lazım: “Şiddetin her türüne hayır.” Nokta.
Sıla’nın yediği dayak derken, Meral Kaplan diye biri “beni dövdüler” iddiasıyla ortaya çıkıp, dayak atanın kendisi olduğu anlaşılınca da ağlamış falan.
Medya kadın sever, şiddet sever. İkisi bir arada olunca iştahı kabarır.
Medyada kadına şiddet başroldeyken. Birkaç gün önce.
Çok tanınmış bir ekran yüzü adam telefon sohbetimizde, “Karım bana tokat attı, hem de kaç kere. Mahkemeye gitsem evdeki kameralardan videolu delili var. Ama çocuğumu düşünerek ortalara dökmedim” dedi.
(Not: Adamın İsmail Küçükkaya olduğunu sandıysanız değil, ama onun kadar ünlü biri.)
Medya, baskın söylemin dışında kalanlara hak etmedikleri cezayı reva görüyor.
Varlığı “kamu yararı” olarak açıklana gelen medya bugün, en son kamu yararıyla açıklanacak durumdadır.
“CUMHURİYET”LERİN KADERİ
Türkiye Cumhuriyeti’nde olup bitenlerle, Cumhuriyet Halk Partisi’nde ve Cumhuriyet gazetesinde olup bitenler arasında yakın bir ilişki var.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 16 yıldır muhafazakâr bir hükümet tarafından yönetilmesinin, diğer iki cumhuriyette farklı sonuçları olabilirdi.
Cumhuriyet Halk Partisi, kendisini (yönetim anlayışından söyleme kadar) yenileyebilir, daha güçlü bir ana muhalefet olabilirdi.
Cumhuriyet gazetesi ise, Hasan Cemal’ler döneminde içine düştüğü bunalımdan çıkabilmeyi başarabilseydi, bugün “solun bunalımı”ndan çıkışına düşünsel rehberlik yapabilirdi.
Olmadı.
Cumhuriyet gazetesi yönetimi, pazardan elma alır gibi, her hafta beş yazar almakla işe başladığında garipsemiştim.
O yazarlardan biriyle yolları ayırırken yönetimin, “Editörle para pazarlığınızı biliyoruz” gibi bir yaklaşım sergilemesi son derece ayıptır.
Başka da diyeceğim yoktur.
ACABA DİYORUM
Macron’a bakıp, sadece genç ve sempatik olmak seçim kazanmaya yetiyor da ülke yönetmeye yetmiyor diyebilir miyiz?
Laiklik karşıtı söylemleri olan ve kız çocuklarını aşağılayan profesörün görevden alınmasına sevinmek yerine, göreve nasıl geldiğini düşünmek gerekmez mi?
Mansur Yavaş’ın “Sürecin uzaması yıpratıcı olmaya başladı” demesine bakıp, CHP yerel seçim politikasını kazanmak için değil de yıpranmak üzere kurguluyor olabilir mi?
Sıla krizinden sonra attığı her adım kriz olan Ahmet Kural, Arda Turan’ın iletişim şirketiyle mi çalışıyor?
Aleyna Tilki bir tek bana mı, boş bir özgüven balonu gibi geliyor?
ACAYİP KILLANDIM
Ne zaman Hollywood’un bir ünlüsü ülkemize gelir, film çeker, belgesel çeker ben kıllanırım.
Altından bir Türkiye kötülemesi mutlaka çıkar.
Sean Penn geldi ya, Kaşıkçı cinayeti belgeseli için. Arkasından bir “Gece Yarısı Ekspresi” fantezisi çıkmazsa ben de ne olayım!
İSYANLARDAYIM
Beşiktaş puan kaybedince Şenol Güneş tartışmaya açılıyor.
Galatasaray puan kaybedince, antrenman sahasından, yemeklere, malzeme çantasından idman saatine kadar her şey suçlanıyor. Başarısızlıkla hiç ama hiç ilişkisi kurulmayan Fatih Terim’in yanmaz yapışmaz teflon haline isyan etmek istiyorum!
ALKIŞ
Bu kez, Altın Kelebek Ödül Töreni çok iyi bir organizasyon gerçekleştirdi.
Davetliler, sahnedekiler şık, şovlar güzeldi.
Bir de, dağıtılan ödüller hakkaniyetli olsaydı tadından yenmezdi.
AKLIMDA KALAN
Mektupla gelen başsağlığı mesajı: Masamda postadan gelen zarfı görünce ne yapacağımı bilemedim. Mektup almayalı neredeyse yüz yıl olmuştu. Elim ayağıma dolaştı. Uzaylı görmüş gibi tepkiler verdim. Sonra, mektup denen şeyin artık cezaevlerinden yollandığı aklıma geldi. Köşe yazarlarına mektup yollayan Adnan Hoca bana da yollamış olabilir miydi? Çünkü geçmişte, eleştirdiğim için iki kediciğini yollamışlığı vardı. Zarfı açınca, yüzüme bir gülümseme yayıldı. Meğer, Prof. Dr. Hikmet Özdemir annem için başsağlığı dileyen bir kartpostal yollamış. Zarafete bakın! Hikmet hoca, hani FETÖ’cü uzmanlar televizyonları doldurmadan önce ekranlarda tarih, siyaset hakkında önemli cümleler kuran araştırmacı. Hikmet hocam unuttuğumuz incelikleri hatırlattığınız için ben size teşekkür ederim.