Aziz Üstel yazdı: Gazi olmasa İsmet Paşa olmazdı!
Star Gazetesi Yazarı Aziz Üstel, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü arasındaki son yıllarında çatışmaya dönüşen ilişkiyi yazdı. Üstel, dört bölüm halinde ele aldığı yazıya Atatürk'ün 1932'de İnönü başkanlığındaki hükümeti denetlemeye karar vermesi ile başlatıyor. Atatürk'ün yakınlarına "Bu adamı çok başı boş bıraktık" dediği kulaktan kulağa yayıldığını aktarıyor. Üstelin yazısına göre, İsmet İnönü'nün Çankaya'daki bir davete protesto ederek geç gelmesi ve Atatürk'e karşı kayıtsız bir ifade takınması sonrasındaysa ipi çekiliyor. Gazi, İnönü'ye "Siz yorulmuşsunuz paşam, dinlenmeniz gerek" diyor. Aziz Üstel'in yazısının son bölümünde ise İnönü'nün bu dibe çöküşten, ustaca bir manevra ile nasıl kurtulduğunu aktarılıyor. Üstel, Atatürk'ün tek suçunun ise ülkenin geri kalmışlığının müsebbibi olarak gördüğü İnönü'yü 1937'ye kadar görevde tutması olduğunu söylüyor.
Star yazarı Aziz Üstel'in Atatürk ile İnönü arasındaki çatışmaları derlediği 4 bölümlük yazı dizisi şöyle;
ATATÜRK-İNÖNÜ ÇATIŞMALARI
Atatürk 1932 yılında hükümeti denetlemeye karar vermişti. Yakınlarına, "Bu adamı çok başı boş bıraktık... Bir göz atalım hele, ne olup bitiyor görelim" dediği kulaktan kulağa fısıldanıyordu. "Bu adam", İsmet Paşa'ydı. Onu sever miydi sevmez miydi; güvenir miydi güvenmez miydi bunu kimse somut bir biçimde bugüne kadar açıklayamadı. Kimine göre İsmet Paşa'ya güvenirdi; onun Çankaya'da gözü olmadığını biliyordu... En azından o yaşadığı sürece! Kimine göreyse de İnönü'yü görevden alması, Ankara'dan uzaklaştırması hem dışta hem de içte çalkantılara yol açabilirdi. Cumhuriyet emekleme döneminden yeni çıkıyordu; ortalığı karıştırmanın anlamı yoktu.
Atatürk'ün bu denetleme girişiminin nasıl başladığını Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle anlatmıştı:
"Epeyce tenhaydı sofra o gece. Hepi topu dokuz on kişiydik. Atatürk'ün yanında Afet Hanım (Afet İnan) öbür yanındaysa eşim oturuyordu. Karımla benim aramda da Atatürk'ün meclislerinde ilk kez gördüğümüz Ekonomi Bakanı (İktisat Vekili) Mustafa Şeref yer almıştı. Hemen her gece sofrada olan Nuri Conker ve Kılıç Ali vardı. Gene ilk kez sofraya davet edilen Konya Milletvekili Hamdi, Nuri Conker'in solunda oturuyordu.
"Mustafa Şeref tedavi olmak için Avrupa'ya gidecekti; onun için Atatürk'e veda etmek istemişti. Bu yüzden çağrılmıştı sofraya... Atatürk her zaman olduğunca anılarını anlatıyor, bir iki fıkra 'patlatıyordu'!.
"Ancak yemeğin sonlarına doğru ne olmuşsa olmuş, Atatürk sert bir sesle Mustafa Şeref'e 'Biz yanımızda çalışanları o görevlere pek fazla düşünmeden, araştırmadan getiririz. Benim yanımda görev yapan ve çok güvendiğim iki üç kişinin bu güvene layık olmadıklarını yıllar sonra anlayabildim... Örneğin Mustafa Şeref Bey, sizin yanınızda çalışan bir Sanayi Genel Müdürü varmış. Nasıl bilirsiniz onu?'
"Dürüst, çalışkan ve değerli bir arkadaşımızdır efendim."
"Bunun üzerine Atatürk kıpkırmızı kesildi ve o güne kadar görmediğim bir öfkeyle elini masaya vurdu, Mustafa Şeref Beyi azarlamaya başladı. Adamın yüzü önce kıpkırmızı kesildi sonra da mosmor!
" 'O sizin dürüst ve değerli arkadaşınız, ülkenin iktisadi ve sınai gelişmesini baltalamaktan başka bir şey bilmeyen bir adamdır. Bizim 250 bin lira sermayeyle kurulmuş, bugün üç dört milyon liralık bir kuruma dönüşmüş ulusal bir bankamız var! İşte bu banka, sizin bakanlığınıza, bir kağıt fabrikası kurmak için ruhsat almak amacıyla başvuruyor ve sizin değerli arkadaşınız, nedendir bilmem, bin türlü güçlük çıkarıyor. Başvuruda yasalara aykırı hiçbir şey yok; ben oturdum ve satır satır inceledim. Arkadaşınız kötü niyetle hareket etmiştir, bazı olumsuz çevrelerin isteği üzerine işi yokuşa sürmektedir...
"Atatürk ne kadar konuştu bilmiyorum ama 'olumsuz çevreler' derken öteden beri İş Bankası'nın girişimlerini denetim altına almaya çalıştığını, yönetim kuruluna atanan kişileri veto etmeye bile kalkıştığını duyduğum İsmet Paşa'dan söz ettiğini anlamamak mümkün değildi!"
VE BAŞBAKAN BİR TÜRLÜ SOFRAYA GELMEZ
Mustafa Şeref'i sofrada azarlayan Atatürk, hemen ertesi akşam, belki de gönlünü almak ve içtenlikle sohbet etmelerini sağlamak amacıyla, İsmet Paşa'yı yemeğe davet etmişse de İnönü beş on adım ötede oturduğu evden Cumhurbaşkanı Köşkü'ne gelmek için saatlerce oyalanmış, Atatürk'le birlikte bütün davetlileri bekletmişti.
Atatürk ikide bir saatine bakıyor, yavaş sesle yanındakilere bir şeyler soruyor, aldığı cevaplara kimi zaman sinirleniyor, kimi zaman yüzünü buruşturuyordu. Dahası davetlileri uzun süre ayakta tutmuş olmanın rahatsızlığını hatta utancını da yaşıyordu. Hanımlara sık sık dönüp "Geç gelmiş... Köşküne henüz dönmüş... Banyoya girmiş... Giyiniyormuş... Nerdeyse burada olur... Siz yorulduysanız buyurun oturun, ayakta durmayın" gibi sözlerle onları avutmaya çalışıyordu.
Böylece saat sekiz buçuğu, dokuzu, dokuz buçuğu bulmuş, saat ona doğru Atatürk çaresiz, konuklarını sofraya buyur etmişti. Bundan sonrasını Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan dinleyelim:
"Saat on buçuk ya da on bire doğru, Başbakan İsmet Paşa salonun kapısından içeri girdi, sağına soluna bakmaksızın, asık bir yüzle gelip kendisi için boş bırakılan yere oturdu. Sofranın üzerine derin bir sessizlik çökmüştü. Bu öyle bir sessizlikti ki yürek çarpıntılarım duyulacak diye korkuyordum. O zamanlar benim için Atatürk'le İsmet Paşa arasında bir olay çıkması, cumhuriyetin tehlikeye girmesi demekti. Ben böyle kaygılar içindeyken birden Atatürk'ün sesi imdadıma yetişti:
"Umarım iyi bir banyo aldınız Paşam" dedi ve İsmet Paşanın cevap vermeyişine aldırmayarak, "Banyodan sonra biraz dinlenmek isterdiniz Ama biz sizi bir an önce aramızda görmek istedik. Kusura bakmayın.
"İsmet Paşa'dan gene ses çıkmıyordu. Biraz sonra sofraya hizmet edenlerden birine getirttiği 'Akşam' gazetesini çarşaf gibi açarak okumaya başladı. Atatürk bir süre sustu; gözlerinin ucuyla sağında, solunda ve karşısında oturanlara 'bu nasıl iştir?' demek ister gibi bakıyordu.
"Neden sonra, 'ne okuyorsunuz o kadar dikkatle' dedi. 'Bizim dizbağı nişanını mı?'
"İsmet Paşa kendisiyle Atatürk arasında oluşturduğu kağıt perdenin ardından mırıldandı:
"Dizbağı nişanı mı? O da ne?"
SİZ YORULMUŞSUNUZ PAŞAM, DİNLENMENİZ GEREK!'
İsmet Paşa sadece sofraya üç saat geç gelmekle kalmamış oturur oturmaz garsonlardan birine getirttiği Akşam gazetesini masanın üzerine serip okumaya başlamıştı.
"Ne okuyorsunuz o kadar dikkatle" diye sordu Atatürk yumuşak bir sesle. "Yoksa bizim dizbağı nişanını mı?"
"Dizbağı nişanı da ne?"
"A-a duymadınız mı? Bir Amerikan gazetesinden alıntı yapan dünya basını, İngiltere Kralının bana dizbağı nişanını vereceğini yazmış.. Bu, söylendiğine göre, İngilizlerin en büyük nişanıymış."
"İyi ama bunu size niye veriyorlarmış?"
"İngilizler beni sever. "
Atatürk bunu gülümseyerek söylemişti. İsmet Paşaysa, dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle omuz silkti. Bunun üzerine Atatürk'ün sesi sertleşmeye başladı.
"Evet İngiliz milleti sever bizi ve Lloyd George'u düşürmekle bunu kanıtlamıştır. "
İsmet Paşa gene alaycı bir gülümsemeyle omuz silkti. Acaba İsmet Paşa bütün siyasi rakiplerini yenmiş, sıra Atatürk'e mi gelmişti! Bundan sonra kimse konuşmadı pek fazla; herkes ayrılıp giderken Atatürk, İsmet Paşa'ya döndü, "Sizin biraz daha kalmanızı rica edeceğim" dedi.
Bundan sonrasını Kılıç Ali'den dinleyelim:
"Biraz sonra, Salih Bozok'la yanına gidip izin istedik. Bize 'Siz kalın!' dedi. Sonra da İsmet Paşa'yı alıp yemek salonunun bitişiğindeki küçük odaya girdi; kapıyı kapattı. Kulağımı iyice kapıya yapıştırdım. Önce Atatürk'ün sesi duyuldu:
"Neydi o sofradaki afra-tafranız paşa hazretleri?! Ne diyecekseniz açık açık söyleyin!" Kulağıma tek tük azarlanmak, hükümet işleri, hükümet üyesi gibi sözler geliyordu. Derken gene Atatürk'ün sesi geldi; sert ve sinirli: "Benim görevim hükümeti denetlemek. Adam işini doğru dürüst yapmıyorsa da gerekeni söylemek... Bunu anlayamıyor musunuz? Siz yorulmuşunuz Paşa. Sinirleriniz bozulmuş. Dahası düşünce selametinizi de kaybetmişsiniz. Acele dinlenmeniz gerekiyor. Size izin veriyorum. Yerinize kimin geçeceğini yarın öğle haberlerinde öğrenirsiniz!"
İsmet Paşa bir şeyler söylemek istediyse de Atatürk sözünü kesti:
"Öyle öyle.. Yorulmuşunuz. İleride sağlığınız düzelince yine çeşitli devlet hizmetleri sizindir. Ama kesinlikle görüyorum ki hemen dinlenmeniz gerek!!"
İsmet Paşa odadan perişan çıktı; sendeledi. Yemek salonunun kapısından kendi köşküne doğru yürüdü.
GAZİ OLMASA İSMET PAŞA OLMAZDI!
Kılıç Ali'nin anılarına dönelim gene:
"İsmet Paşa beni de Salih'i de pek sevmezdi. Atatürk'e bağlılığımızı ve yakınlığımızı çekemiyordu. Eline fırsat geçti mi bizi Atatürk'e çekiştirirdi, Ama Atatürk bunlara aldırmaz, yalnız kaldığımızda gülerek anlatırdı: 'Sev seni seveni hak ile yeksan olsa / Sevme seni sevmeyeni Mısır'a sultan olsa' dememişler boşuna. Doğrusu bizim de İsmet Paşa'ya bir düşmanlığımız yoktu ama pek sevdiğimizi de söyleyemem.
Salih'e 'Aman ha!' dedim. 'Atatürk merhametli insandır, sabaha öfkesi falan geçer sen işi sıkı tut. İsmet Paşa bu akşam çizgiyi iyice aştı. Biraz aklının başına gelmesi gerek.'
Salih de merak etme gibilerinden bir kaç söz söyledi sonra da odalarımıza çekildik. Tam başımı yastığa koyacaktım ki koridorda ayak sesleri duydum. Ayak sesleri benim kapımın önünde durdu. Alçak sesle konuşan biri Salih'in oda kapısını açarak 'Burası odası efendim' dedi. Biraz sonra, incecik duvardan İsmet Paşa'nın sesi geldi; ben de aynen söylediklerini not defterime yazdım:
'Salih Beyefendi, benim Gazi'ye hangi duygularla bağlı olduğumu herhalde çok iyi bilirsiniz. Bugün İsmet Paşa olarak neyim varsa, ona borçluyum. Eğer Gazi olmasaydı İsmet Paşa olmazdı... Gazi'nin hakkı var, sinirlerim iyice bozulmuş... Kendimden beklemediğim şeyler yapıyorum. Bu akşam bana başbakanlıktan çekildiğimi söyledi. Beni başbakan yapan Gazi, çekil diyen de gene o. Emrine karşı boynum kıldan incedir. Başbakanlıktan çekilmeye hazırım; ancak o beni kovmuş olmasın. Ben Gazi'yi bunca seven millete karşı çok ama çok itibarsız olurum. Beni ne olur milletin öfkesine terk etmesin. Emrettiler, başımla beraber, başbakanlıktan hemen uzaklaşayım... Salih Beyefendi, Gazi'nin kıramayacağı tek insansınız.. Gidip bu duygularımı kendisine anlatsanız. Bana iki hafta süre versinler, bir doktor raporu alıp yorgunluk mazeretiyle çekileyim...'
"Sessizlik oldu; belli ki Salih düşünüyordu. Sonra İsmet Paşa'yla birlikten odadan çıktılar, saat tuttum tam 45 dakika sonra Salih'in ayak seslerini duydum, hemen koridora fırladım ve ne olduğunu sordum.
Salih bana 'Gazi'nin yanına girmek istemedi. Olanları bana sonra anlatırsınız deyip gitti. Ben çaresiz Gazi'yi uyandırıp olanları anlattım. Her şeyin bir tür yoluna girmesinden memnun oldu. Cigara yaktı.. Birine meydan okudu mu söylediği sözü söyledi gene: 'Hadi de ya!! Sofrada poz üstüne poz atıyordu. Neden amana düştü bakalım?! Pekala, bunları kendisi bana söylemiş gibi kabul ettim. Yalnız sofrada yalnız değildik. Yarın akşam sana bu söylediklerini herkesin içinde uygun bir biçimde tekrarlarsa, olanları unuturum...'
"Her şey Gazi'nin istediği gibi oldu. İsmet Paşa sofrada geçmişten söz etti ve 'her şeyimi sana borçluyum' diyerek sözlerini bitirdi. Ancak sofrada bulunanlar İsmet Paşa'nın bu sözlerini büyük bir başarıyla oynanmış siyasi bir oyun olarak aldı..."
Zaten hastalığının son dönemlerinde, çıktığı yurt gezisinden sonra İsmet Paşa'yı görevden alacak ve yerine Celal Bayar'ı atayacaktı. Atatürk'ten bilinen ve çokça eleştirilen birçok şeyin sorumlusu İsmet Paşa'ydı. Zaten millet de bunu biliyordu ve 1950'de yapılan ilk hilesiz hurdasız seçimde oylarıyla onu muhalefete düşürdü.. Bu dört bölümlük yazı dizisinin amacı, Atatürk'ü kimi zaman bilgisizce ve de acımasızca eleştirenlere bir yanıt vermekti. Yapılan yanlışların, ülkenin geri kalmışlık zincirini kıramamasının sorumlusu aranacaksa eğer, o kişi Atatürk değil İsmet Paşa'dır! Çünkü uzun yıllar başbakanlık yapmış, dahası 1938-1950 yılları arasında ülkeyi demir yumrukla yönetmişti. Atatürk'ün suçuysa (?) onu ta 1937'ye kadar görevde tutmasıdır. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu: 'Politikada 45 Yıl' )