BAYRAM GELDİ, SEN GELMEDİN

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Bayram geldi.

Kentler binalara ve yollara kaldı.

Yazlıkçılar gitti.

Bayramda yurt dışına koşanlar gitti.

Köyleri olanlar da çıktılar yola.

El ayak çekildi.

Bayram geldi.

Sokaklar kedilere, gökyüzü kuşlara kaldı.

Perdeler kapalı. Kapılar kilitli.

Bir sahipsiz hayvanlar, bir de kimsesiz insanların gölgesi,.

Bayram geldi.

Bayramlaşmalar gelmedi.

Uzak şehirlerden mesafeli kutlamalara sıkıştı. Bir cezve kahve kaynatılamaz oldu misafire.

Bayram geldi.

Bayramlıklar gelmedi.

Kırmızı pabuçlar, parlak iskarpinler çocukların rüyalarından gitti.

Bayram sabahı yastık başında bayramlık bulmanın sevinci ne demek, bilmiyorlar.

Bayram geldi.

Pamuk şekerli lunaparklar gelmedi.

Kimse, kimsenin elinden tutup dönme dolaplara götürmüyor. Lunaparklar var ama çocukların bayramsı kahkahalarında yoksunlar.

Çocuklar uzandıkları kanepelerde, ellerindeki tabletlerle oyun parklarına gidiyorlar.

Bayram geldi.

Sen gelmedin.

Sesin geldi, iyi dileklerin geldi, sen gelmedin.

Öpücüklerin de geldi ama o öpücüğün sıcaklığı gelmedi.

Sarıldın ekrandan kocaman ama kokun gelmedi.

Bayram geldi, bayram sevinçlerimiz gitti.

Koşulların iyiye doğru değişmesi, yolların mesafeleri kapatması, teknolojinin özlemleri azaltması, ilişkileri iyiye doğru götürmedi.

Kavuşmaları bilmez, sarılmaları hissetmez olduk sanallaşmaktan.

Sanal zincirlerle tutuklu kaldığımızı bilmeden sanal özgürlüklere inandık.

İnsan sıcağını yitirdik.

Birbirimize gösterdiğimiz özeni, birbirimize verdiğimiz önemi unuttuk.

Küresel ısındıkça kürenin insan yanı soğuklaştı.

İnsanlığın yeni kahramanları, küresel ısınmayı azaltacak, insan sıcağını çoğaltacak çözümleri önerenler her kimse, onlar olacak.

AĞAÇ GÖLGESİNDE GİBİYDİM, ŞİMDİ DEĞİLİM

Eskiden Habertürk’ün web sitesinde yazardım. Çok okunan yazarlarındandım.

Çok okunma nedenim şuydu:

Sitenin ön yüzünde Fatih Altaylı gibi büyük bir isim vardı.

Herkes onu okumak için siteye girer. Beni okuyabilmek için ön yüzü geçip yazarlar sayfasına girecekler, soyadımın azizliğinden en aşağıya kadar adımı bulup okuyacaklar, bu mümkün değil diye düşünürdüm.

Nasılsa kimse beni okumayacak diye, ağaç gölgesine uzanmış ruh haliyle yazardım.

Rahat, kasmadan, kafama göre.

Öyle olmadı. Okur gelip o gözden uzak yerde beni buldu. (Ki o okurlar, halâ yazılarımı okuyorlar.)

Okunma sayısında, iki saatte 80 bini bulduğum oldu!

Dünya değişti, Türkiye değişti, Habertürk’te yazılarıma son verildi. Halbuki taraf değildim, bilen bilir Mustafa Kemal dışında herhangi bir taraf hiç olmadım.

Çıkara dayalı ilişkiler hiç kurmadım. Kavak ağacı gibiydim yani, dosdoğru.

Yazılarım da öyle oldu.

Zaman geçti, Cengiz Er Süperhaber’de yazdırmaya başladı. Haber siteleri yazarları öne çıkarmayı sevmiyor, burada da gözden uzakta yazmaya devam ediyorum.

Ve fakat ben, ağaç gölgesinde yazdığımı sandıkça öyle olmuyor. Okur hep beni buluyor.

Niteliği çok yüksek bir okur kitlem var. Etki katsayısı en yüksek yazarlardan oldum.

Instagram hesabım bu gücü artırdı, o hesabı bana zorla açtıran dostum Ayşe Arman sağ olsun.

Sadece son birkaç ayda bile şunlar oldu mesela;

Kılıçdaroğlu ile mutabakat imzalayan Ümit Özdağ’ın “Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişmeyeceğine dair” imza istemesindeki Kemal Bey adına utanç verici garabeti ilk ben yazdım.

Benim paragrafımı ekranlarda birebir kullanan hukukçu Ersan Şen oldu. Popülerlik hukukçuluğunun önüne geçtiğinden adımı bile anmadı.

O kadarla kalmadı, Sözcü’nün önemli yazarları sanki kendi görüşleriymiş gibi köşelerine koydular.

Web’de yazdığınız için gözden uzak olduğunuzu sanıp adınıza referans yapmaya gerek duymuyorlar.

Oysa benim okurum her yerde ve o kadar çoklar ki, onlardan kaçmıyor bu fikir hırsızlıkları.

Yılmaz Özdil’in sekiz yıl önceki köşe yazısı “Guguk Kuşu”nu yazdım, gündem oldu, Özdil röportaj bile vermek zorunda kaldı.

Aziz Yıldırım’ın gizlice görüştüğü 3 iş adamını yazdım, Ali Koç Fenerbahçe Divan toplantısında neredeyse birebir yazdıklarımı kullandı.

Gazetecilerin, köşe yazarlarının işi, siyaset, ekonomiyi dizayn etmeye kalkmak olunca, itibarları sıfırlanınca gerçek okur, güvenilir kaynağı bir şekilde buluyor.

Ben size teşekkür ederim, hep benimle olduğunuz için sevgili okurlarım. Hazinemsiniz.

Ve size de teessüf ederim, düşünce hırsızları. Ahlâk, başkasının fikrini referans göstermeden kullanamayacağınızı söylediği halde, bunu yapmadığınız için. Çirkinsiniz.

BİR İSTANBUL KABUSU

-Dilerim İstanbul’un yeni valisi Sayın Davut Gül bu yazıyı okur.-

Arkadaşım Seçil, Ankara’ya ne zaman gelse “Bu şehri taksileri için seviyorum. El kaldırınca duruyorlar, binince ‘nasılsınız’ diyorlar.”

Seçil’i anlamazdım zira İstanbul’da hiç taksi kullanmazdım. Şimdi anlıyorum.

Geçenlerde. Beşiktaş’tayım. Eminönü’ne gideceğim.

Eş dost tembihlediler, “Sakın yürüyerek dönemeyeceğin kadar uzaklaşma.”

“Taksi falan unut.”

Güldüm. Nihayetinde ben, elimi kaldırınca taksinin durduğu bir kentten geliyorum.

Yine de işkillendim, yürüyerek gidip gelebilir miyim, baktım, 8 kilometre! 

Deniz Müzesi’nin karşısından el kaldırdım, taksi durmasın mı!

Dostlarınki gereksiz uyarı dedim, taksiye bindim gülücükler savurdum.

Taksici sevincime anlam veremeyince anlattım, “Taksiler durmaz diyorlardı, işte durdunuz. Abartmışlar.”

Eminönü’nde indim. Mısır Çarşı’sının acıklı hali içinden geçtim.

Dönüş vakti. Bekleyen taksicilere yaklaştım. Sohbetteler.

“Beşiktaş’a gideceğim” dedim, birbirlerini gösterip “müşterim var” dediler!

Yoldan çevireyim dedim, duran olmadı.

Yeniden bekleyenlerin yanına gittim. “Toplu taşıma bin” dediler. Biletim yok dedim, cevapları “içerden bulursun” oldu.

Az ilerde trafik polisi aracını gördüm. Öyle duruyor.

“En iyisi polise gideyim onlar beni bindirir” deyince taksicilerden biri “biz seni bindirelim abla” dedi, taksici kalabalığına seslendi: “Ali gel ablayı 150 liraya Beşiktaş’a bırak!”

“Ne 150’si? Ben buraya 45 liraya geldim” diyecek oldum, “Abla bir paket sigara kaç lira sen biliyon mu” diye üzerime yürümesin mi!

Hiçbir şey yapmadan öylece duran trafik polisine doğru yürümeye başlayınca, taksici “Gel abla ben seni bindireyim” diyerek yolun ortasındaki refüje geçtik.

Nihayet bir taksi durdu, bizimki camdan kafayı taksinin içine sokup “Ablayı 100 liraya Beşiktaş’a bırak” deyiverdi.

Bindiğim taksinin şoförü eliyle “git işine” şeklinde taksici görünümlü eşkıyayı tersleyiverdi. Bende şaşkınlık. Yorgunluk. Mutsuzluk.

“Siz lütfen taksimetreyi açın” dedim. Şoför “Hanımefendi bu it kopuk nedeniyle bizim de itibarımız yerlerde” dedi.

İşini düzgün yapan taksici görünce boynuna sarılacak gibi oluyorsun İstanbul’da.

İBB Başkanı, önce Cumhurbaşkanı yardımcılığına, şimdi de CHP genel başkanlığına kafayı takmış görünüyor.

Yeni İstanbul Valisinden ricamdır, sadece taksi terörünü önlemek için ayrı bir birim mi kuruyorsunuz, sorunlara müdahale etmek yerine seyreden ekiplerinize ceza mı veriyorsunuz ne yapıyorsanız acilen yapın lütfen.

Sayın Valim siz de biliyorsunuz ki taksicilik meslektir, şehir eşkıyalığı ise suç.

MUTLU OLMANIN GERÇEKLEŞEBİLİR YOLLARI

Bir, beklentilerini düşük tut. Bir tık üstünde gerçekleştiğinde mutlu olursun.

İki, gelecekte mutlu olacağını düşünme. Mutluluk bir hedef değil, bir durumdur.

Üç, dostlarınla daha çok zaman geçir. Kendini güvende hissetmek mutluluk verir.

Dört, şikâyet etme. Mevcut durumda sen elinden geleni yap, vicdan rahatlığı gülümsetir.

Beş, iyilik yap, bir ihtiyacı karşıla. Onun yüzündeki mutluluk sana bulaşır.

Altı, sanata zaman ayır. Dünyan değişir.

Yedi, mutlaka bir hobin olsun. İster resim yap, istersen ahşapla uğraş, bahçe işleri ve toprağın mutlu etmeyeceği insan yoktur.

Sekiz, bir ekmeği, kitabı, bebeği kokla. Aslını hatırlarsın. Parfümler mutlu etmez, sanayi işidir.

Dokuz, sıradan biri ol. Sıradan olmak iyidir, dikkat ve sorun çekmez.

On, basit yaşama felsefesi edin. Yüklerinden kurtulmak, duygusal yüklerden kurtulmayı da getirir.

Yazdıklarım ne hayali ne de spiritüel şeylerdir, bir akademisyen gerçekliğidir. Zira mutluluk, beklenen değil öğrenilen bir şeydir.

AKLIMDA KALAN

Hiçbir şey gizli kalmaz gerçeği: Bir şeyi gizlemek eskiden kolaydı. Gözden uzak tutmak yetiyordu ya da üzerine örtü örtmek. Küçük şeyleri daha kolay, büyük şeyleri daha zor gizleyebilirdin. Artık bu mümkün değil. Basit örnek, İstanbul’da ismi “Gizli Kalsın” olan bir mekân açılmıştı, girişi de sanırım pizzacının içindendi. Gözden uzak, gizli kalmak ama sosyalleşmek de isteyenler orada buluşuyordu. Ama. Göz önünde olanlar gizli kaldı, “Gizli Kalsın”da olanları herkes duydu. O hesap. Artık dijital iz diye bir şey var, her yanımızı ekranların kaplaması aynı zamanda her yanımızı kameraların kaplaması da demek. Dahası, insanlar daha hoyrat ve umursamaz. Gizliyi öğrenme hevesi ayrı, gizliyi gizleyenin ifşa için can atması ayrı sorun. Kendisinden gizlediğinizi sandığınız insanların zekâsını da asla hafife almayın. Siz siz olun, gizlemek zorunda kalacağınız bir şey yapmayın. Sonunda gelip sizi üzer o.

Tüm yazılarını göster