Bebeğini kaybeden Hilmi Hacaloğlu'ndan dokunaklı satırlar...

Gazeteci Hilmi Hacaloğlu doğum için hastaneye gittikleri gün heyecanla bekledikleri ve Sinan ismini koymayı düşündükleri bebeklerinin yaşamını yitirdiğini öğrendi. Hacaloğlu, üzücü olayın ardından hissettiklerini kaleme aldı.

İşte Hacaloğlu'nun ağlatan, dokunaklı yazısı...

Sinan'a veda

Öyle bir heyecanla bekliyorduk ki Sinan seni, içimiz içimize sığmıyordu. Mira’nın senin varlığından söz etmediği bir gün bile anımsamıyorum. Annen kucağımıza alacağımız ilk gün her şey senin için mükemmel olsun diye en küçük ayrıntıyı şaşmaz titizlikle düşünüyor ve yapıyordu. Bahçedeki şimdi yemyeşil yaprak dökünmüş ceviz ağacı, balkondaki panjurun sevdalısı karga, babaannemden yadigar şifonyerin yerine yerleştirdiğimiz beşik, evin içi ve çevresindeki herkes ve her şey şahidiydi.

Aylarca seni düşündük ve seni konuştuk. En çok da ismini. Bir türlü karar veremiyorduk. Halbuki Mira, ilk aklımıza düştüğü an tereddütsüz kabul görmüştü. Ona dair tek pişmanlığım ilk isim olarak Bal’ı çok istememe rağmen vazgeçmiş olmaktı. İkinci bebeğimiz iki isimli olacaktı. Ben Tayga için ısrarcıydım. Soğuk Sibirya’yı sarıp sarmalayan Tayga ormanları, hem görkemli ve dirençliydi hem de Nazım’ın ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’ sözleri çınlıyordu kulaklarımda. Ama özellikle Mira beğenmedi. Onunkiyle uyumlu olduğu için Tora ve Bora geçti aklımızdan. Bir ara Emir ardından Selim dedik. Sonra mültecilerin zorlu yolculuğunu takip için Edirne’ye gittiğimde Selimiye’de yine yeninde büyüleyince ‘Sinan da güzel aslında’ deyiverdim döndüğümde. Hem Selen hem Mira balıklama atladı. Ne yalan söyleyeyim çok uzun zaman sinmedi içime. Ama doktor illa da 30 Mayıs için belirleyince doğum tarihini Nurhak düştü aklıma, birden daha çok sevdim ne yalan söyleyeyim. Ahmet Sinan’da karar kıldık, en nihayetinde.

NEREDEN BİLEBİLİRDİM Kİ GÖKLERİN AĞLADIĞINI?

Hiç beklemediğimiz bir anda hayatımıza girdin. IVIG tedavisi görüyordu Selen. Riskliydi, kendi sağlığı açısından. Doktorlar sorumluluk almadı. Kararı bize bıraktılar. Daha doğrusu annene. Ben onun alacağı her karara uyacaktım. Ama öyle apansız girdin ki hayatımıza ‘bu mucize bebek’ dedik, kara bulutlar seninle sona erecekti. Canım karım, yürekli annen kendi sağlığına dair her türlü riski göze aldı. Göztepe’de bir sonbahar akşamı sevinç gözyaşlarıyla birbirimize sarılarak çıktık biz de senin başladığın yolculuğa. Hatırlıyorum da annenin doktordan çıkışını beklerken yağmur çişeledi, belki bir iki dakika. Nereden bilebilirdim ki göklerin ağladığını!.

Memleket tatsız bir kış geçirdi, bahar da hiç umut verici değildi. İdlib’de savaş şiddetlendi, TSK Libya’daki çatışmalara müdahil oldu, Barışlar tutuklandı. Önce sevgili dostum Murat Kaykusuz’u kaybettik, sonra çocukluğumda bana ‘Abdülhamit’ diye takılan aile büyüğümüz Cavit amcayı toprağa verdik. Mart, Nisan’da Corona öyle bir patladı ki neredeyse tüm dünyalıların yüreğini pandemi korkusu kapladı. Birçok işyeri kapandı ama işçiler ve yoksullar elbet çalışmaya devam etti. Tabii ben de. Eve her giriş çıkışım olay oldu. Maskeydi, kolonyaydı, dezanfaktandı, mesafeydi derken salgın sürecini kazasız belasız geçtik. Manzara-i umumiye kötüydü elbette ama ‘‘2020’de hiç mi iyi şey olmayacak’’ diyenlere ‘Çocuklar doğuyor, geleceğimiz umutlu yarınlarımızın doğacak’’ diyordum. Ekin Lefter ve Alis Selen doğdu misal, hem sen de yoldaydın.

ÖYLE PİŞMANIM Kİ

Böyle böyle geldik son haftaya. Aslına bakarsan annen de ben de çok ısrar ettik, belirlenen tarihten daha önce dünyaya gelmen için. Doğum tarihi yaklaştıkça endişelerim artıyordu. Adını koyamıyordum ama arkadaşlarımla da hep paylaştım. Hepsi bilaistisna doğum öncesi benzer endişeleri hemen herkesin yaşadığını söyleyip sakinleştirmeye çalıştılar. Belki o an için haklıydılar ama o duygu beni günlerce kemirdi durdu. Doğumundan 48 saat önce Perşembe günü son kontrol için Levent Bey’e gittiğimizde, yine dile getirdim ama nafile. ‘Planımızı bozmayalım, Cumartesi yapalım’. Kafasına yatmayan her şeye itiraz için her daim hazır kıta olan ben, bu kez ısrar etmedim, bastırmadım, boyun eğdim. Öyle pişmanınım ki anlatamam!

Diyeceksin ki, ‘‘Peki baba, madem bu kadar meraktaydın o zaman neden Cuma günü bir kez daha doktora götürmedin?’’ Haklısın oğlum. Ben de günlerdir başka yüzlercesi gibi bu soruya da yanıt arıyorum ve maalesef hemen hepsi gibi buna da yanıt bulamıyorum. Gaflet uykusuna düşmüşüm. İnsanın basireti bağlanınca en kolay şeyler bile O gün tonla saçma ve boş işle uğraşacağıma bunu yapmalıydım, yapmadım. Affet!

Cumartesi büyük gündü. Seni tertemiz karşılamak için evden çıkmadan tıraşımı oldum. Selen’le birlikte evden umut ve heyecanla dolu evden çıktık. Bahçede, arabada, hastanenin önünde fotoğraflar, videolar çektim. Nazardan, gözden korkuyorsam da nedendir bilinmez bunları yapmaktan alamıyordum kendimi. Odaya yerleşince yanımızdaki tek süsün Ezel’in yaptırdığı mavi kurabiyeleri çıkarıp, kurabiye ağacına asmaya başladım. Sokağa çıkma yasağı olduğundan kimse ziyarete gelmeyecekti ama belki de heyecanı bastırmak için kendimi kurabiyelere verdim. Arkada bir panik olduğunu fark ettim derhal kulak kesildim ama annen gerilmesin diye gözümü çevirmedim. Ta ki hemşirenin ‘Kalp atışı çok derinden geliyor, ben başhemşireyi çağıracağım’ sözüne kadar. Annenle göz geldik, yüzünde maske vardı ama endişesi seçilebiliyordu. Gülümsedim ve gözümü kaçırdım ama yüreğim artık alev almaya başlamıştı.

KEŞKE BİR OYUN OLSAYDI

Sonrası küçük bir kartopunun yok edici bir çığa dönüşmesi kadar hızlı oldu. Başhemşire de kalp atışını bulamadı, gülerek gelen doktorumuz da. Anneni hızla ameliyathaneye aldılar. Ameliyathanenin önünde beklerken bunun hep bir ‘oyun’ olması için dua ettim. Michael Douglas ile Sean Penn’in karşılaştığı o son sahne gibi, -elinde çırılçıplak sen-bir hemşirenin kapıdan çıkıp, ‘‘Bunlar Selen Hanım’ın oyunuydu, size bir şaka yaptık, nurtopu gibi oğlunuz oldu’’ demesini umdum. Ama olmadı çıkan hemşire yüzünü benden kaçırdı. Yeni doğan katına çıktığımda başhemşire de aynısını yaptı. Seni kaybettiğimizden öyle emindim ki, seni hayata döndürmek adına yapılanları anlatan hemşireye ‘Annesi nasıl, Selen iyi mi?’’ dedim. ‘‘Anne sağlıklı, hiçbir sorun yok’’ yanıtı, yüreğimi bir nebze olsun ferahlattı. Ama sen yoktun artık, oğlum yoktu. Ateş düştüğü yeri yakarmış gerçekten. O gün bugün ne kadar çimdiklesem de kendimi Perşembe sabahına uyanamıyorum.

Herkesin çaresizlik karşısındaki son ve nihai sığınağı takdir-i ilahi. Çünkü nedenler, nasıllar, niçinler yanıt bulamayınca ya aklını kaçıracaksın ya da teslim olacaksın. Ben seni yüreğime kazımayı tercih ettim. Yüreğim Selen ve Mira’dan sonra hep senin için de atacak. Annenin günlerdir aklından çıkarmadığı Atilla İlhan’ın ‘‘Hayat zamanda iz bırakmaz, bir boşluğa düşersin bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için, elde var hüzün’’ dizesiyle sana veda ediyorum. O kızıl saçlarını ve düğme burnunu, o masum ve vakur duruşunu hiç unutmayacağım. Seni seviyorum.

500 TL’lik Banknotlar Geliyor! Tarih Netleşti Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül kimdir? Neden ceza aldı? Enes Bay Kimdir?
Sonraki Haber