Beden ölür aşk bâki kalır!

Birkaç gündür Almanya'da çok eski bir arkadaşımın yanındayım. Yaklaşık 20 yıldır tanıdığım 76 yaşındaki bu ihtiyara 'babam gibi' desem yanlış olmaz.

Almanya'nın Riesling üzümleriyle ünlü şarap bölgesi Rheinau'da Mosel ırmağının kenarında dağlara dik uzanan bağlarda gezip durduk. Riesling burada 2000 yıllık bir kültür. Romalılar getirmiş ilk fideleri. Odur budur şarap üretiyorlar.

Ve Alman arkadaşımın, eşi bundan 5 yıl önce vefat etmiş olsa da alyansını çıkarmadığını fark ediyorum. Kimsenin iç âlemine karışacak değilim ama Meksikalı eşi de arkadaşımdı ve bahsi geçince alyansını neden çıkarmadığını sordum.

"Maria öldü evet ama aşkım hâlâ yaşıyor" demesin mi? Sonra "O öldü ama ben hayattayım ve onu sevmeye devam ediyorum" diye ekledi.

Ölümsüz aşklar dinleyerek büyümüş ve suni insanlarla hayal kırıklığına uğramış bizler, bizim bu zavallı jenerasyon, aşk felaketlerini zamanın ruhuyla açıklama kolaycılığına gidiyor. Evet, zamanın ruhu aşka iyi gelmedi, herkes bunun farkında ama aşktan buna ne!

***

Sadakati çoğu zaman yanlış anlıyoruz. Eşimize karşı duyacağımız bir sorumluluk bu kuşkusuz ancak ondan daha önce sadakat insanın kendi duygularına olmalı. Kendi duygularına olan sadakatin ve bağlılığın başka bedenlere koşmanı engellemeli; sonra eşinin incinecek duygularını, kırılacak kalbini ve yaşayacağı hayal kırıklığını düşünüp durursun. Durmalısın!

Can Dündar'ın "Erkek şöyle düşünür: İsterse başkasını sevsin, yeter ki sevişmesin. Kadın şöyle düşünür: İsterse başkasıyla sevişsin, yeter ki sevmesin. Çünkü kadına göre vücudun merkezi yürek, erkeğe göre etek" dediği rivayet edilir.

Bir keresinde sohbet ederken Psikolog Rana Şen kimi kadına göre aldatmanın fiziksel kimine göre ise aşk olduğunu söylemiş "Valla kadınlara aldatma beğendirmiyoruz" demişti.

Bana sorarsanız başkasını sevmek de başkasıyla sevişmek de aldatmadır.

"Yeterince severse aldatamaz kimse" demiştim ki Rana Şen, "Ah işte bunu yapan erkekler oluyor. Erkekler kadınlardan farklı" demişti.

Ben yine yıldızlara, Ay'a, akşamları batan Güneş'e bakıp içimden şarkılar söylemeye ve ölmüş bile olsa karısına sadakat gösterebilen erkeklere selam göndermeye devam edeceğim.

***

Mosel ırmağının kenarına park etmiş yüzlerce karavan görüyorum. Farklı yaş gruplarından aileler, sevgililer, arkadaşlar doğanın içinde hiçbir gürültü kirliliği de yapmadan tatildeler. Birkaç saati onlarla birlikte geçiriyoruz.

Laboratuvara dalmış binlerce deney yapmak isteyen bir öğrenci gibi heveskârım.

Yine 70'lerinde olan çiftler dikkatimi çekiyor. O jenerasyonda bizde olmayan ne var da onlar birlikte yaşlanırken biz birbirimize tahammül edemiyoruz?

İlk sohbet ettiğim çift gençlik yıllarından beri karavan tatili yaptıklarını anlatıyor. Büyüyünce çocuklar onlara eşlik etmez olmuşlar ama ikili geleneği hiç bozmamış. Bana başarılı ilişkinin sırrını vermeleri için ısrar ediyorum, suratıma aval aval bakıyorlar.

Kadın "Biz ikimiz de bu evlilikte kendimiz olduk, olabildik. Galiba bu yüzden hâlâ beraberiz ve mutluyuz" diyor.

Erkek bakış açısını öğrenmek için bu kez yüzümü adama çeviriyorum.

"Ortak zevkler, hobiler çok önemli" diyor, "Ama benzer karakterlere sahip olmak daha önemli. Sadece zevklerin ortak olması birlikteliğe yetmez, yaşam biçimleri de benzemeli."

Evet, aynı değil ama birbirini tamamlayan parçalar olmak... Yapboz gibi, Lego gibi... Aynı parçaları yan yana koyup anlamlı bir şey çıkarmaya imkan yok ancak birbirini tamamlayan parçalar bir bütün yaratabiliyor. Herkes ancak kendi tablosundaki parçayla beraber olabiliyor.

Başka bir çift ise birbirini ikinci turda bulmuş, evlenmemiş ama birbirlerini yaşam arkadaşı ilan etmişler. Kadın eski eşinin karavan tatillerinde nasıl sürekli söylendiğini anlatıp gülüyor.
"O kadar ona göre değildi ki her şey ters gidiyordu" diyor, "Aslında çabaladı ama biz hayattan birlikte keyif alabilecek yapılarda değildik."

Adam ise zamanın aşk üzerindeki tahribatını "Biz İkinci Dünya Savaşı sonrası doğmuş kuşağız. Yokluk biliyoruz. Dolayısıyla şükür duygumuz yüksek ve herhangi bir şeyi elde etmek için çabalamak gerekiyor. Sizin jenerasyon kolaycı" sözleriyle açıklıyor.

Doğru söylüyor; zahmetsiz aşk istersen yeni bir Leyla ile Mecnun hikayesi yazılamıyor. Değil çöle düşmek, Mecnun uçağa atlayıp tropikal bir adaya tatile gidiyor. Hem de yeni sevgilisiyle!

***

Bugün Kassel'deki Schloss Wilhelmshoehe Müzesi'ne gittim. Gezdiğim serginin adı pek manidardı: Saskia'ya Âşık Rembrandt Zamanında Aşk ve Evlilik

1585-1702 arasını kapsayan Hollanda'da Altın Çağ olarak anılan dönemde aşk ve evlilik üzerine muazzam bir sergi... Rembrandt, karısı Saskia'ya o kadar âşık ki "300 yıldır bitmeyen aşk" olarak anılır onların evliliği. Saskia onun hem hayat arkadaşı, hem öğretmeni, hem ilham kaynağıdır. Rembrandt iyi para kazanır ama karısının finansal yönlendirmelerini hep dikkate alır.

Sol ele yüzük takma geleneğine de açıklık getiriyor sergi. Sol yüzük parmağından kalbe direkt giden bir damar olduğuna inanılıyor ve çiftler arasındaki bağ kalpten olsun diye o parmağa yüzük takılıyor. Çağ altın ama yoksullar hep var ve onlar çoğu zaman yüzükleri ödünç alıyor. Fakir köylerde bazen tek bir çift yüzük bulunuyormuş.

O çağlarda eş seçmek kavramı neredeyse hiç yok. Aileler karar veriyor ve aşk öyle çok aranan bir olgu değil.

Jacob Cats bir şiirinde o dönem için iyi eşten beklenen özellikleri sıralıyor. Sabırlı, dayanıklı, tutumlu, Tanrı'dan korkan, her konuda ılımlı, kocasının yansıması olan kadın ile geniş yürekli ve nazik baba olabilen erkek iyi eş. Kötü eş olmak için kısır olmak yeterli. Romantik aşk ise evliliğin yan etkisi olarak görülüyor.

***

Hollanda'nın Altın Çağı'nda insanların çirkin ve şişman olduklarını tüm tablolardan anlamak mümkün. Neyse yıllar içinde insan türünün güzelleşmesi iyi olmuş. Bir tek günümüzün o korkunç kalıcı makyajları, o yapay kaşları yok mu?!... Neyse neyse!
Sergiden çıkarken aklıma Osho'nun sevgi üzerine söylediği bir söz geldi.

"Neyi seversen o olursun. Sevgi simyadır. Asla yanlış şeyi sevme çünkü seni dönüştürecektir. Hiçbir şey sevgi kadar dönüştürücü değildir. Seni daha yükseklere, doruklara çıkarabilecek bir şeyi sev. Senin ötende bir şeyi sev."

Şarabı, kahveyi seviyorum ben. Ormanları, dağları, denizleri, kampları seviyorum. Karvanı da severim sanıyorum.

Tam bu yazıyı bitirecektim ki karşıma ilginç bir paylaşım çıktı. Üç önemli isimden alıntı yapılmıştı.

Şadi Şirazi: Aşka uçarsan kanatların yanar.
Mevlana: Aşka uçmazsan kanat neye yarar?
Yunus Emre: Aşka varınca kanadı kim arar?

Ben yine son sözü Mevlana'ya bırakayım:
Bir insan bilmiyorsa ne istediğini
Hem seni ziyan eder hem kendini
Dibini görmediğin suya dalmadığım gibi
Emin olmadığın sevgiye teslim etme kendini.

Tüm yazılarını göster