Kadife Devrimler…
Arap Baharı...
Harap olan ve imansızlaştırılan Ortadoğu…
Ve nihayet alacakaranlıklarda yaşanmaya başlayan Zincir Depremler…
Belirtildiğine göre Zincir Depremlerde zincirin en önemli halkalarından birisi de İstanbul Depremi olacakmış… belki yarın, belki yarından da yakın…
İstanbul’da yaşanacak bir depremin neticelerini tahayyül etmek bile asap bozucu… Değil kendisi, hayali bile insanı ürkütmektedir. Vuku bulması halinde insani, siyasi, askeri, mali, iktisadi… açıdan Türkiye bir asır öncesine gerileyecektir. İstiklal ve istikbalini kaybetmesi dahi oldukça muhtemeldir.
Deprem bir vakıa; inkârı kabil değil. İstanbul ise tarihte bir dizi vahim depremler yaşamış bir şehir. Deprem ise geliyorum diye bizlere zaman zaman haber verip işaretler etmekte… Ama heyhat ki milyonları barındıran çarpık yapılı bu kentte gerekli tedbirler yeterince alınmıyor ve alınamıyor.
İstanbul’un en büyük değeri Boğaziçi. İki yakası binlerce, milyonlarca insana mesken olmuş. Ancak buradaki binaların %90’ı, geçen asrın teknoloji ve bilgisi ile yapılmış. Daha önemlisi ise inşaatta kullanılan kum deniz kumu. Yapılar artık korozyona uğramış durumda. Binaların her biri en az 50 yaşında olup ya ömrünü doldurmuş ya da doldurmak üzere.
Parasını ödeyip vaktiyle buradan ev alanlar, arsalarına ev yapmış olanlar artık evlerini yıkıp yeniden yapmak istiyorlar. Meydana gelecek bir depremde pisi pisine ölmek istemiyorlar. Ancak böyle bir işlemin önünde büyük bir engel mevcut. Boğaziçi’ndeki evinizi yıkabilirsiniz ama yapamazsınız, çünkü YASAK. Dolayısıyladır ki burada oturanlar imara müsaade edilmesi için yaklaşık 50 yıldır bekliyorlar.
Söz konusu YASAK 1983 yılında seçimi kaybeden Bülent Ulusu darbe hükümetinin acele ile çıkardığı son yasa. Yasanın ilgili maddesinde şahıs arsalarının Orman Bakanlığınca kamulaştırılması kabul edilmiş. O günden bugüne değin 40 yıl geçmiş, fakat kamulaştırma yapılmamış. Konu mülk sahiplerince Yargıtay’a taşınmış. Yargıtay Genel Kurulu 2012 yılında konuyu ele almış ve durumu “kamulaştırmasız el koyma olarak nitelemiş”. Yani vatandaşı haklı bulmuş. Tabi bu karar ile devlet zor durumda kalmış. Çünkü kamulaştıramadığı için bir anlamda gaspçı durumuna düşmüş…
Karar sonrası İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Orman Bakanlığı’na başvurular yapılmış… Orman Bakanlığı orası orman arazisi değil diyerek topu belediye, belediye de taca atmış… Yargıtay Genel Kurulu’nun 2010 kamulaştırmasız el atma kararı göz ardı edilmiş.
Oysaki 2960 sayılı Boğaziçi imar yasasında belirlenen sınırlar tamamen masa üstünde çizilmiştir. Boğaz görünümüne zarar vermeyen çukur bir alandaki bir yapının imarına izin verilmezken en tepede ve bütün haşmeti ile Boğaziçi’ni bir uçtan bir uca temaşa eden yapılar yıkılıp yeniden yapılabilmektedir.
Bu arada mevcut yasal düzenlemeye destek veren Boğaziçi Platformu diye bir oluşum vücut bulmuş. Bunlar; Boğaziçi fazla yapılaşmayı kaldırmaz. Mevcut haliyle kalmalıdır. Boğaziçi sit alanı olmalıdır, Unesco Dünya Mirası listesine alınmalıdır, söylemindeler. Ancak Boğaziçi’ndeki bu ölüm vadisinin hiçbir sakini için Boğazı “iç etme” diyetinde olan hiçbir varlığın değeri yoktur.
Velhasıl;
Halk arasında “Kenan Evren yasası” diye bilinen düzenleme imarlı, ruhsatlı ve iskanlı mülk sahibi milyonlarca insanı yıllardır mağdur etmektedir. “Kenan Evren yasası” diye bilinen Boğaziçi yasası acilen değişmelidir.
Bazı güdümlü çevre örgütlerinin kasti suretteki hedef saptırmalarına itibar edilmemelidir.
Bölgede bulunan bütün binalardan karot alınmalı, analiz ettirilip çürük binalar derhal yıkılıp tapulu, imarlı, iskanlı binalar yenilenmeli, depreme dayanıklı hale getirilmelidir.
Rüştünü ispat etmiş olan TOKİ bu yapıları yıkıp, buralarda ikamet edenleri yerlerinden etmeden, güzel bir proje ile yenilemeli, Boğaz’a depremin ve çağın gerektiği yapıları dikmelidir. Aksi takdirde İstanbul’da yaşanacak vahim bir depremde masum çocuklar, yaşlı dedeler ve nineler, genç insan gücü, yeni evli çiftler, kısacası milyonlarca insan, her bir binanın toz duman içinde savrulup gittiği engebeli bu ölüm vadisinde, hayatını kaybedecektir.
Boğaziçi’ni Toplu Mezar haline getirecek olan böyle bir felaketin vebali ise şüphesiz ki yerel idareciler kadar merkezi yöneticilerin de sırtında kalacaktır.
Hakkaniyetli, çağdaş ve estetik muhtevalı yeni bir Boğaziçi İmar Yasası ile devlet millet kaynaşması neden sağlanmasın ki!
Prensibimiz; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” değil mi?