"Belediyeler niye kitap basar? Konferans adı altında nasıl para dağıtır?"
Yeni Şafak yazarı Faruk Aksoy, köşe yazısında belediyelerin kitap basıp, konferans vermesini eleştirdi.
İşte Yeni Şafak yazarı Faruk Aksoy'un ilgili yazısı...
Belediye kitap basarsa yayınevi ne iş yapacak?..
Benim bildiğim kadarıyla bir kitabı yazarı yazar, yayıncısı basar, okuyucusu da okur.
İşler değişti…
Her partinin belediyesi kitap basmaya başladı, sosyal sorumluluk projesi adı altında etraf belediye kitaplarıyla doldu, taştı.
Bu kitapları okuyan var mı, derseniz, yok…
Yok yani, kimsenin bir şey okuduğu falan yok, belediye kitabı basıyor, gönderiyor, bir sayfa bile açılmadan kitap geri dönüşüm kutusuna atılıyor.
Sağ ya da sol, fark etmez, falanca belediyenin kitabı işte…
Önyargı burada başlıyor zaten, haklı bir önyargı bu, belediyeden gelen yazılı şey, bizim insanımızın bilinçaltında su faturasından ibaret bir şeydir, belediye kitabını mı okuyacak millet?
Elbette belediye yaptığı hizmetlerden, belediyecilik anlayışından, planlarından, projelerinden bahsedecek, kendinden haber verecek, buna bir şey dediğim yok.
Benim itirazım, kültür/sanat başlığı altında belediyelerin kendilerine yakın gördükleri isimlerin kitaplarını basması, desteklemesi, gereksiz israfı.
Bu ülkede asırlık yayınevleri var, yeni kurulanlar var, bu işe kafa yoran binlerce, on binlerce insan var.
Senin dosyanı İnkılap basmamış, Timaş basmamış, Dergâh basmamış, Varlık basmamış, Ketebe basmamış, falanca belediyeden bilmem kimi bulmuşsun, belediye imkânlarıyla ona bastırmışsın, kitap diye sağa sola yolluyorsun.
Hem sonra kitap basmak külfetli bir iştir, bunun editoryal kısmı var, matbaası, kâğıdı, mürekkebi var, bunların hepsi parayla oluyor.
Yayıncı vergi veriyor, adam çalıştırıyor, sigorta ödüyor, bunları cebinden karşılıyor ama belediye, bu saydığım kalemlerin tamamını devletin kesesinden, milletin parasından ödüyor.
Olmaz…
Devlet destekli, belediye destekli sanat, sanat olsaydı, o işi Sovyetler Birliği yapacaktı.
Yapamadı, hiçbir şey çıkmadı oradan, üstüne üstlük solu da yiyip yutmuşlardı, Marksizm’i, felsefeyi, diyalektiği falan biliyorlardı ama yine de beceremediler.
Çünkü sanat, despot solcuya da itiraz eder, “Sen solcusun, gel başıma musallat ol” demez.
İkinci bir mesele…
Belediyelerin organize ettiği konferanslar, paneller ve buralara çağrılan konuşmacılar.
Kimdir bu arkadaşlar, ne anlatıyorlar, birikimleri nedir, daha da önemlisi hangi kıstaslara göre davet ediliyorlar?
Çok açık söylüyorum…
Sırf iş olsun diye, amire, müdüre, başkana, yardımcısına, etkinlik yaptık, demek için saçma sapan işlere tevessül etmeyin.
Verdiğiniz parayı geçtim, madem çağırmışsınız vereceksiniz tabi, fakat konferansa çağırdığınız adamı kendiniz dinliyor musunuz, iki saat boyu buna tahammül edebiliyor musunuz?
Üç beş sene önce bir belediye, Şeb-i Arus törenini, maç spikerine sundurmuştu.
Oraya gelecek olan vatandaşlar, Mevlânâ’nın nasıl büyük bir libero olduğunu anlasın diye yapmışlardı herhalde… Ne olursan ol gel, burası senin de defansın sayılır…
Samimiyet var ya samimiyet, kurban olduğum samimiyet, çekildi bu topraklardan.
3,5 milyon Suriyeli, tam 7 yıldır ülkemizde yaşıyor, yaşasınlar, garibandırlar, el vermek, sarıp sarmalamak lazım, insanız, acıya merhemiz.
Bu insanların kimisi iş adamı oldu, kimisi ciğerci, kimisi tatlıcı, kimisi inşaatçı oldu, kimisi de dilenci oldu.
Bakıyorum, ediyorum, tam 3,5 milyon insanın sığınmacı olarak 7 yıldır yaşadığı bir ülkede, yürek yakan bir sinema filmi çekilemiyor, satış rekorları kıran bir roman yazılamıyor.
Yahu bunların bir hikâyesi, bir acısı, bir feryadı yok mu?!..
Eee hani siz büyük yazarlardınız, derin sanat adamlarıydınız, öteye beriye projeler pazarlıyordunuz, Doğu’yu, Batı’yı harmanlamış bal beyinli çocuklardınız, belediye konferanslarının büyük aktörleriydiniz, attınız mı mangalda kül bırakmıyordunuz, ne oldu, bir numara yok ortada.
Suriyeli bir sığınmacının haklılığını, yaşadığı felâketi, sağır dünyaya bir beste hissettirir, bir film anlatır, bir roman hikâye eder, bunlardan daha etkili bir silah var mı?
Ne gerek var canım, kim uğraşacak böyle şeylerle, beyin yakacak, kapa patlatacak, düşünecek, kendini parçalayacak, ne gerek var, konferans monferans uydur gitsin.
Halepçe’den, bir Ramazan Öztürk çıkmıştı, Halepçe, eşittir Ramazan Öztürk’tü…
Halep’ten kimse çıktı mı?
Niye çıkmadı acaba?