Dilek tutmayı seviyoruz. Doğum günü pastasını üflerken dilek tut. Yeni yıl için dilek tut.
Aynı isimli iki kişinin arasında dur, dilek tut. Yıldız kaydı dilek tut.
Evleniyorsun, işe başlıyorsun, çocuk yapıyorsun dilek yağıyor.
Hayatımızın önemli bir kısmında dilek var.
Ben de iyi dileklerde bulunuyorum. Kendim için ise “dilek tut” dediklerinde, dileyecek bir şey bulmakta zorlanıyorum.
Eksiğim, ihtiyacım yok diye değil. İşimi hiç dileklere bırakmam ondan.
İnsanın kendisi için dilek tutması, isteğini kendi dışında bir yere bağlamak gibi.
Gerçekleşirse ne güzel, gerçekleşmezse suçlu biz değiliz.
Peki tuttuğu dileklerin muhasebesini yapan var mı? Yok. Gerçekleşen, gerçekleşmeyen dilek yüzdesi verebiliyor musunuz? Veremezsiniz.
Dilek dediğimiz şey, bir hoş zaman uğraşı. Mantığı yok, sonucu yok. Aslında anlamı da yok.
“Tuttuğum hiçbir dilek gerçekleşmedi” diye yakınırlar bir de. Zaten dilekler gerçekleşmemek için var.
Tuttuğumuz dilekler gerçek olsaydı, bizler de birer “tatlı cadı” olurduk.
Dilekleri olmadı diye hayıflananlar, bahane sevenlerdir. Ben sevmem. Sonuç odaklıyım.
Bir şeyin olmasını istiyorsam iki soru sorarım; Bir, istediğim şeyin gerçekleşme olasılığı nedir? Yani imkansızı mı istiyorum? İki, imkân dahilindeyse ne kadar istiyorum?
Çok istiyorsam… Çok çalışırım. Çok çaba harcarım. Beden emeği istiyorsa ellerim kanayana kadar, kafa emeği ise günlerce gecelerce.
“Anı yaşa” safsatasından hiç hoşlanmam, çevremdeki herkese “anın hakkını ver” derim. “An”da gerekeni yaparsan o seni bir sonraya taşır.
Hedeflerimi asla başkaları üzerinden belirlemem. “Onda olan bende de olsun” demem.
“Ondan başarılı olmalıyım” demem. Ona, buna, şuna sahip olmak istemem, dilemem.
Sadece kendi sınırlarımı aşmaya, kendi kapasitemi zorlamaya çalışırım.
Hayata dair dileklerimi de kendimden beklerim.
Siz siz olun, hoşluk olsun diye dilekler dileyin ama asla dileklerin elinizi tutmasına izin vermeyin.
Kendinize ve sevdiklerinize yeni yılda bir tek sağlık dileyin ama sağlıklı olmak için de elinizden geleni yapın.
Sağlığınız varsa siz varsınız, siz varsanız zaten yaparsınız.
Yapabilmek iyidir, yorulmak iyidir, çalışmak iyidir.
Yeni yılda eksilmeyelim yeter.
BENDEN SÖYLEMESİ
Bir, İsveç’in NATO üyeliğine onay vermemiz ile ABD’nin bize F-16 vermesi arasındaki ilişki, “dışişleri” denen özel alanın doğasını ortaya koyuyor.
Dışişleri demek, “sevdiğimiz” ve “sevmediğimiz” ülkeler demek değildir, pazarlıklar demektir.
Pazarlıklar da, olabilecek en yüksek nezaket çerçevesi demektir, benden söylemesi.
İki, Kenan Sofuoğlu diye birinin 4 yaşındaki çocuğuna motorsiklet, otomobil kullandırdığını öğrendiğimde devlet neden bu konuya müdahil olmuyor diyordum.
Devletimiz bırakın çocuğa müdahaleyi, TOGG kullandırarak reklamda oynattı!
Aile Bakanlığımıza duyurmak gibi olmasın da, gelişmiş ülkelerde çocuklar toplum adına devletin sorumluluğundadır. Çocuğun yaşamı risk altında olduğu an gelir ve çocuğu alır.
Biz o noktadan çok uzağız. Lafa gelince gelişmiş ülkeler gibi olmak isteriz, zora gelince kendi batağımızı seçeriz.
Benden söylemesi, ülkemde şuursuzluk diye bir salgın var.
Üç, CHP daha önce İYİ Parti’ye 15 milletvekili verdi, onlar geri geldi, Meral Akşener de “bu hataydı” dedi.
Mayıs seçimlerinde artık partilere 40’a yakın vekil hediye etti. Onlar geri gelmedi.
Şimdi de Saadet’e grup kursun diye bir vekil verdi.
CHP bu milletvekilliği işini yanlış anlıyor, başka partileri değil, kendisini güçlendirmek için olduğunu bilmiyor, benden söylemesi.
Dört, parayla lisansüstü tez yazan şirket sayısı artmış. Yüksek lisans tezini bin sözcüğü 6 bin liraya, doktora tezini bin sözcüğü 12 bin liraya, bilimsel bir makaleyi ise 150 bin liraya yazıp önüne koyuyorlarmış.
Üniversitelerde bilimsel çalışmaları, bilgisayar oyunu mantığında puan toplamaya indirgerseniz, bu daha iyi günlerimiz benden söylemesi.
Beş, Vestel buzdolabım bozuldu. Hem de birkaç kez. Her defasında yetkili servis süreci tam bir işkenceye dönüyor.
Ülkemde genel olarak markaların satış sonrası hizmetleri tam bir felaket.
Siz siz olun, bir ürünü satın alırken özelliklerine baktığınız kadar satış sonrası başınıza neler gelecek onları da araştırın, benden söylemesi.
BİR ÖDÜL TÖRENİ VE 4 CAN SIKINTISI
GQ Dergisi “Men of the Year 2023” ödül töreni düzenledi. “Yılın erkekleri” dediklerine bakmayın kadınlara da ödül veriyorlar. Bu tutarsızlığı geçelim can sıkıntılarıma bakalım;
Bir, GQ uluslararası bir ödül mü? Değil. Öyleyse adını neden İngilizce yapıyorlar, bu kendi dilimize saygısızlık değilse nedir?
İki, bu türden eğlenceli işlerde, “Atatürk”ün adını geçirince kendilerini daha laik, daha sevindirik hissetmiş gibi havaya zıplanması, O’nun adının barda, pavyonda meze edilmesi ne abuk bir şey ki bu konuda ayrıca yazı yazmam şart.
Üç, salondakilerin topunu toplasan bir Şener Şen etmezler ortamında, Şener Şen’in arkalara oturtulması, buna karşılık önlere zirzop tiplerin doldurulması nasıl bir iş bilmezlik?
Ve dört, gözbebeğimiz “Filenin Sultanları” adına ödül almaya çıkan Gizem Örge’nin göğüslerini açıkta bırakan giysisi sinirlerimi bozdu.
Dekoltesi nedeniyle değil, şahane oyunculuk ve başarılarını gölgeleyecek kadar, kendisinden değil giysisinden söz edilmesine neden olacak kadar cüretkâr olmasına ne gerek vardı?
UYURSAN DA, UNUTURSAN DA ÖLÜRSÜN
Sahneleri ve diyaloglarıyla zihnimizde yer eden “Nefes: Vatan Sağ Olsun” filminin ikincisi “Nefes: Yer Eksi İki”nin gösterime girdiği haftada senarist Hakan Evrensel’i, İletişim Fakültesi’nde konuk edecektik.
Acı tesadüf, aynı günlerde 12 askerimiz şehit olunca programı iptal etmek zorunda kalınca Hakan Evrensel’e İLAUM’da kahve ikram ettik. Şahane bir sohbet oldu.
İlk filmin unutulmaz sözü olan “Uyursan ölürsün”, ikinci filmde “Asıl unutursanız ölürüz”e bırakmış.
Bir film pek çok şekilde okunabilir, bu iki söz de çok fazla biçimlerde okunabilir.
Nöbette, soğukta uyunursa donarak ölebilecekleri gibi, uyuya kalmak tehditlerin görülmesini önleyeceği için hayatları riske atılır.
Dahası, sosyal medya odaklı yaşam, hepimiz için yeni bir uyku, uyuşturma hali olduğundan, orada gördüğümüz rüyalarla gerçeklerle bağımızı koparıyoruz. Bu da ölmekle aynı şey.
“Unutsanız ölürüz” ise, filmde şehitlerin kısacık haberlere konu olup sonra unutulmalarını anlatsa da “unutma/ unutulma” eylemini yüzümüze çarpıyor.
Unuttuklarımız zaten bizim için ölmüş de olmuyorlar mı? “Unut gitsin” demek ne kadar doğru acaba?
Kafamda bin bir soru. Onlardan biri de son filmindeki “gelincik çiçeği” metaforunu neden seçtiğiydi.
Hakan Evrensel dedi ki, “Gelincikler o kadar mütevazı ama o kadar güzel ve o kadar kısa ömürlü ki, şehitlerimizin sembolü sanki.”
YA HEPİMİZ YA HİÇBİRİMİZ
“Nefes: Yer Eksi İki” filminde şöyle bir cümle var: “Niye ben de ölmedim, diye soracaksınız kendinize, niye ben değil de o!”
Bu cümle üzerine onlarca film daha çekilir.
Günümüzün “benci” insanlarının, aslında “biz”i nasıl öldürdüğü üzerine.
Bayramların ortak sevinci, acıların ortak yası insanları bir bütün yapabilir. Birlikte olursak…
Önce “biz” sözcüğünü yok etti neoliberal sistem.
Geriye tek tek, insanlar kaldı. Tek’li başarı öykülerini güzellediler, tek’li olmaktan kaynaklı yenilgileri, kayıpları, başarısızlıkları gizlediler.
Yarıştırmaktan beslendiler, rekabeti kutsadılar, kaynaştırmak, birleştirmeyi tu kakaladılar.
İşte size bir örnek. TGRT Haber spikeri yayına Starbucks bardağıyla çıktı. İşinden oldu. Markanın Gazze katliamında protesto edilmesi üzerine denk gelmesi kötüydü de bir o kadar kötü olan ana habere reklam almış olmaktı.
Spiker kızımız açıklamasında şöyle diyor: “Bir bardağı unuttum! Yaptığım hatayı fark edince hemen kaldırdım. Demişsiniz ya kimse görmedi mi diye. Bu sorunun cevabını ancak canlı yayın yapanlar anlar. O an orada o kadar çok şey olur ve bir an gözümüzden kaçabilir.”
Eğer sistem ekip olmak üzerine işleseydi, bardağı biri unutur, diğeri yakalardı.
Medya ekip ruhunun en yüksek olması gereken ve fakat “ben” ruhunun kol gezdiği bir yer.
Kimse kimsenin hatasını örtmediği gibi, yanlış yapsa da görsek anlayışı herkesi birden öldürüyor. Kimse farkında değil.
“BİR TANE TOKAT ATMAK İSTEDİM”
Baştan söyleyeyim, şiddetin her türüne karşıyım.
Başlıktaki ifadeyi yönetmen Zeki Demirkubuz, bol ödüllü yönetmen Nuri Bilge Ceylan için sarf etmiş.
İki yönetmen de belirli bir çıtanın üzerinde. İkisinde de özgüven, karizma sağlam.
İkisi de eski dostlar.
İkisinin filmlerini de izlemek, izleyiciden sinema sevmekten daha fazlasını ister.
Küsler.
Gerekçe komik. Demirkubuz, Cannes Film Festivali’ni eleştirmiş. Ceylan da çok Cannes ödülü aldığından olsa gerek kendi üzerine alınmış.
Demirkubuz konuşmak, hâl hatır sormak için birkaç girişimde bulunmuş, cevap alamamış.
En sonunda karşılaşmışlar, Ceylan’a “Nasılsın” demiş, beyimiz de kafayı çevirince Demirkubuz “O an bir tane tokat atmak istedim” diyor.
Haksız mı? Haklı.
Sizin de öyle durumlarda içinizden iki tokat atmak gelmez mi? Benim gelir. Tokat aşamasına kadar zor gelirim ama benim tokatım farklı olur, silerim, üzerini çizerim, bir daha da “ölüyorum” dese dönüp bakmam o kadar.
AKLIMDA KALAN
Astrologların ve üfürükçülerin hüküm sürmesi: Futbolcuları dolandıran bankacı Seçil Erzan her dara düştüğünde üfürükçüsünü arıyormuş. Üfürükçünün söyledikleri o kadar iyi geliyormuş ki tekrar tekrar arıyormuş. Sonuç? Seçil Hanım milyon yıl hapis talebiyle tutuklu. Diğer tutuklu Dilan Polat fenomenimiz de cezaevine astroloğunu çağırıyormuş. Astrolog da ona ne zaman cezaevinden çıkacağını söylemiş, Şubat demiş. Eğer ortamda kural, ahlâk, ilke olmazsa olanlar da eriyip giderse geriye belirsizlik kalır. Belirsizlik de falcıların, üfürükçülerin, astrologların hüküm sürdüğü ortam demektir.