"Ben de müridinim işte Mevlana..."

Mevlevi dergâhına bağlı bir dedenin aynı ismi taşıyan torunuydu Nazım...

Konya ve Mersin’de görev yapan dedesi Nazım Paşa, Selanik’in son Osmanlı Valisi’ydi.

Küçük Nazım onun dizinin dibinde yetişti.

Hatta Dergah dergisinde yayımlanan ilk şiirleri, pek çokları tarafından dedesine ait zannedildi...

“Sararken alnımı yokluğun tacı
Gönülden silindi neşeyle acı
Kalbe muhabbette buldum ilacı
Ben de müridinim işte Mevlana”

...dizeleriyle başlayan şiiri yayınlandığında çıkan karışıklığı, Vala Nureddin ‘Bu Dünyadan Nazım Geçti' adlı kitabında şöyle anlatır.

Yine bir gün dedesinin özenle tanzim edilmiş bahçesinde tek başına top oynamaktadır Nazım.

Artık delikanlılık çağındadır...

Dedesi Nazım Paşa ise yaşıtı ve tarikat arkadaşı Mevlevilerle kameriye altında oturmuş sohbet etmektedir.

Misafirler dedesine “Niçin gizlersiniz Paşa hazretleri? Bu şiiri sizden başka hangi Mevlevi yazabilir?” diye üstelemektedir. Nazım Paşa; “Emin olunuz ben yazmadım” dedikçe, ahbapları “Ama imzası Mehmet Nazım” diye ısrar etmektedir...

Ne dediyse inandıramaz Nazım Paşa... “Tevazu göstermeyiniz, böyle bir şiir sizin kaleminizden çıkmadıysa kimin eseridir? Mecmua henüz basılmış, okur okumaz toplanıp arz-ı tebrik için mübarek ellerinizden öpmeğe geldik” der durur misafirler...

Paşa sonunda “Bu şiir hece vezniyledir. Oysa ben aruz kullanırım. Ama şimdi vallahi iyice merak ettim. Bir kere daha okuyunuz da dinleyelim” diyerek şiiri tekrar tekrarlatır...

Ve sonunda dayanamayıp çalıların arasından kafasını uzatan Nazım, elinde futbol topu, heyecanla şiirin ikinci kıtasını söylemeye başlar bağıra bağıra...

“Ebede set çeken zulmeti deldim
Aşkı içten duydum, arşa yükseldim
Kalbten temizlendim, huzura geldim
Ben de müridinim işte Mevlana...”

Misafirler şaşkınlık içindedir... Hem kameriyenin orda çiçekler arasından çatallaşmış bir çocuk sesinin duyuluşuna...

Ve hem de yeni basılıp o gün piyasaya çıkan bir dergideki şiiri, torun Nazım’ın ezberlemiş oluşuna...

İşte o anda biraz da sinirle ve yüksek sesle anlatmaya devam eder Nazım:

“Benim de ismim dedeminki gibi Mehmet Nazım. Bahçede oynarken konuştuklarınızı duydum. Mevlevi şiirleri yazıyorum ben. Okuyorum da bol bol...

Evet, mecmuaya da ben gönderdim. Basmışlar işte ne var bunda! Dergâh mecmuasında başka şiirlerim de basıldı daha önce zaten...”

Misafirler şaşırıp kalmıştır...

Kalkıp sevgi ve muhabbetle alnından öperler.

Büyük babası da dayanamaz, torununu kucaklar ve alıp elini öper...

Madem bugün büyük şairin doğum günü; madem bu vesileyle pek de bilinmeyen bir yanını kaleme alıyoruz...

O halde yazıyı, Nazım’ın dedesine ithaf ettiği ve yine derin tasavvuf etkisindeki ‘Dergâhın Kuyusu’ şiirinden dizelerle noktalayalım...

Ne içli bir dua, ne içten bir ah
Uyuyor serviler altında dergâh
Kaç kere gönlümü dinledi bu yer
Tek tük kandillerde yorgun alevler
Ya Rabbi, ne içten anıldı adın...
Ölmeden öl diyen bir itikadın
Gönülden duyarak ulu sesini
Ruha şifa sunan felsefesini
Peki bu yalvaran kimdir, kim bu zikreden?
Yoksa ağlıyor mu gönlüm bilmeden
Bir hayalet oldu yanan benliğim
Bu kuvvetli ruh kim, bu zikreden kim?
Kim bu varlığımı kendine çeken?
Ey ulu Allahım, ey ulu Rabbim
Kuyuda zikreden, ağlayan kimdi
İçine eğildim, anladım şimdi
İsm-i celalini candan andıkça
Yer yer yükselerek çalkalandıkça
Kuyunun zulmette parlayan suyu
Kuyu zikrediyor, ağlıyor kuyu...

Tüm yazılarını göster