Genel olarak hayvanları, özellikle de itleri ve hususen de İstanbul itlerini tanıyıp anlatmakta, araştırıp yazmakta ciddi derecede ihmalimiz söz konusudur.
İtleri bize tanıtacak, davranışları, yaşamları ve sair hususiyetleri hakkında bilgi verecek ve onları nihayet sevmeseler de saygı duymayı öğretecek yeterli düzeyde kitaplarımız yoktur.
Yeterli düzeyde çocuk hikâyelerimiz yoktur.
Yeterli düzeyde araştırma eserlerimiz yoktur.
Yeterli düzeyde belgesel ve filmlerimiz yoktur.
Ancak bu durum sadece itlere karşı tutunduğumuz bir tutum da değildir.
Koyunlar,
Atlar,
Arılar,
…
Diğer hayvanlara karşı da aynı tutum ve durum söz konusudur.
Çocukluğumuzun efsane dizilerinden birisi ve o dizinin başrol oyuncusu bir köpekti. Bir de bir yunus vardı. Siz de hatırlar mısınız bilemiyorum. Ama ben o iki hayvanın adlarını hiç unutmadım: Lassie ve Flipper. Hemen hemen ikisi de aynı renktelerdi…
Lassie, gel buraya!
Lassie ne kadar da akıllı bir köpekti. Bir o kadar da dost ve arkadaş…
Flipper bizim biraz çocukluk biraz erken gençlik yıllarının sevimli kahramanıydı.
Bunlar, hayvanların başrolde oynadığı bizim o zamanlar severek izlediğimiz film ve dizilerdi.
Oysaki o zamanlar her birimizin evleri önlerinde, bahçesinde ve çevresinde bulunan türlü renklerde köpeklerimiz vardı. Zarar vermesek de kendilerini pek fark etmediğimiz o itler, çoğu kere, iyi hatırlıyorum, eve doğru yaklaşınca daha yolda elime ayağıma dolaşmaya başlardı. Kendisini, yarı azarlı bir dille, hoşt! diyerek kendimden uzaklaştırmaya çalışırdım. Çocukluğumun o isimsiz kahramanı söz dinler, hemen geri dururdu. Doğrusu şimdi daha iyi anlıyorum o kahramanın duygularını.
Evet, o zamanlar bizim de köpeklerimiz vardı ama biz köpekleri, köpeğin varlığını, köpeğin de arkadaş olabileceğini ve birlikte yaşanabileceğini bizimkilerden değil, bilakis seyrettiğimiz dizi ve filmlerdeki itlerden öğrenmiştik.
O dizilerdeki köpek ve yunus, bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı…
Lassie adlı köpek, adeta köpek formuyla görünse de insanlardan daha insanca davranan bir varlık gibiydi, sadık, vefalı, dürüst ve hak bilir bir kahramandı o bizim gözümüzde.
Maalesef o uzun soluklu diziler, Lassie, Flipper ve arkadaşları, bizim zihin dünyamıza, meşgale alanımıza, senaryo, dizi ve film odalarımıza bugüne kadar yerli ve milli surette hiç konuk edilmediler galiba.
Ben seyretmemiş olsam da bir köpeğin gözünden Türk toplumunun, ite, ata, koyuna, keçiye, kediye, kısacası hayvanlara olan ilgisini ve duyduğu sevgi ya da antipatiyi anlatan bir film yapılmış mıydı yoksa?
Acaba bir film yapılamaz mıydı bütün dünyanın bilip tanıdığı fakat bizim hala yeterince farkına varmadığımız İstanbul itlerini anlatan Bir İstanbul Köpeği diye?
Örneğin bir İstanbul köpeğinin bir gününü, bir itin gözünden şehri ve insanlarını, Türkiye’nin toplumsal yapısı ve tarihini anlatan bir senaryo yazılıp filmleştirilemez miydi ki? Ve hala böyle bir şey yapılamaz zorlukta bir şey midir ki acaba?
Hep yabancı itleri ve daha başka hayvanları seyrettik ve ediyoruz. Biraz da bizim mahallenin itlerini, bizim köyün atları ve keçilerini seyretsek… Bizim diyarların hayvanlarını anlatan kitaplar okusak… Hep tercüme, hep tercüme… Tercüme kitaplar bizi bozmasın sonra…
Hayvanların hepsini tanımak ve sevmek önemli ise de genç kuşağa okulda filler ve develerin yahut ayıların hayatını öğretmek de o denli yanlıştır.
Genç bir insanın hayatta öncelikle karşılaşıp tanışacağı hayvan itler, martılar, leylekler, kargalar, koyunlar ve belki de atlar yahut sığır ve keçilerdir. Sıradan bir insanın balinalar ile karşılaması yahut kutup ayıları ile buluşması muhtemel dışı gibi bir haldir. Galiba eğitim sisteminde hayvanlar dünyası anlatılırken tercihlere dikkat etmek, yazılan masal ve hikâye kitaplarına bu manada muhteva seçmek gerekmektedir.
Hal böyle olsa da hayvanlar üzerinden insanlara özellikle olumsuz surette, hakaret diliyle konuşmak, sahip olduğumuz en büyük zenginlik unsurumuzdur.
Eşeğin inatçı, kedinin nankör, baykuşun uğursuz, öküzün aptal, ayının kaba saba, maymunun maskara… olarak kabul edilmesi örneklerinde olduğu gibi hemen her hayvanın yerildiği, rencide edildiği, küçümsenip aşağılandığı ve her fırsatta kendilerine haksız yere hakaret edildiği bir toplumda hayvan sevgisi, hayvana merhamet ve hayvanlarla paylaşım nasıl olabilir ki!
Hemcinsini hayvan olarak gören, onu hayvan olarak değerlendiren ve hayvan üzerinden kendisine hakarette bulunan bir cemiyette hayvandan daha çok ne olabilir ki!
Bizde değil itlere, herhangi bir hayvana dair tek bir eser keleme alınmış değildir. Diğer bir ifade ile hayvansever bir toplum olmamıza rağmen hayvanların sadece etinden ve sütünden yararlanmaktan öte bir adım atmış değiliz. Tek bir hayvan türüne dair tek bir biyografi yazılmamıştır. Örneğin her gün kendileri ile birlikte olmamıza rağmen itlere dair bilgi kaynağımız son derece kısıtlıdır. Bizdeki bu kısıtlı hale ve itler hakir görülerek bertaraf edilmelerine yahut görmezlikten gelinmelerine karşın dünyadaki it çalışmaları hakikaten ilgi duyulmaya değer bir ivmededir. Bugün itibarıyla gelinen nokta, en azından Avrupa Birliği’ne dâhil olan ülkelerde, kendi iç hukuk nosyonları ile bağlı bulundukları uluslararası sözleşmeler çerçevesinde, hayvanlarda kişilik kavramının mevcudiyetinin gündem konusu haline gelmiş olması ve AB çerçeve sözleşmelerinde hayvanların artık bütünüyle salt bir mal olmadıkları ve hissetme yeteneğine sahip varlıklar olduklarının kabul edilmiş bulunmasıdır.
Belki daha da önemlisi Macaristan, Avusturya, Almanya, İtalya, Avustralya ve başka yerlerde it araştırma merkezlerinin faaliyet göstermesidir. Sadece ABD'de, Duke, Tufts ve Yale Üniversitelerinde en az üç araştırma merkezinin varlığı söz konusudur.
Genellikle insanı konu alan Psikolojik Bilimler Derneği (APS), Psikolojik Bilimlerde Güncel Yönelimler Dergisi’nin bir sayısını tümüyle köpek zihnine ayırmıştır.
Bütün bu çalışmalar ne yapmamız konusunda galiba bize de bir mesaj vermektedir.