Geçen gün düşüncelerine son derece önem verdiğim bir dostumla sohbet ediyordum. Yüzünde ruhani bir huzur vardı. Ağzından çıkan kelimeler, bu kelimelere eşlik eden hareketler öyle bir sankinlik ve güven içinde, bana doğru, zihnime doğru yol alıyorlardı ki, bir an onun çekim alanına girdim ve o paha biçilmez huzuru hissettim. Ne söylediğinden çok, söyleme biçimi çok ilgi çekiciydi. Söylediklerini önemseme şekli, kendi başına bir cazibe yaratıyordu.
‘’Ben’’ dedi ‘’Artık zihnime değil, kalbime güveniyorum’’... Kalbe iman etmiş birinin çiçekler ile bezenmiş mis kokulu kelimeleri bunu doğruluyordu zaten. Daha çok konuşmasını istiyordum. Bu büyülü atmosferin içinde kaybolmak ve yeni bir kadere doğru yol almak istiyordum. Aslında kalbime çarpan bu cümlelerin etkisiyle kaybolmak istiyordum.
‘’Her şey, her şeyle bağlantılıdır ve herkes herkesin parçasıdır. Birine acı çektirdiğinde, kendine de çektirmiş olursun. Senin dışında hiçbir şey ve hiç kimse yok ve herkes senin bir parçandır. Bu, ruh'un yasasıdır.’’
Ruhun yasası ya da kalbin yasası böyle bir şey dedim kendi kendime. ’’Birine acı çektirdiğinde kendine de çektirmiş olursun’’
Tanrım ben niye bu açıklıkta düşünemedim, neden bu kadar geç fark ettim bu şahane gerçeği.
‘’Görmek isteyenIer için yeterince ışık, istemeyenIer için yeterince karanIık vardır.’’ bu sözü bir yerlerden hatırlıyordum. Ama kim söylemişti şimdi hatırlayamıyorum. Yüz kez duymuş olsam bile dostumun ağzından döküldüğünde sanki ilk kez duymuş gibi irkildim, sarsıldım ve bu güzel sözün anlamını sanki ilk kez kavrıyormuşum gibi, yüzümde güzel bir gülümseme belirdi.
‘’Kalbinden gelen sesi dinlemek sana bir şeyin ne zaman yeterli olduğunu söyleyecektir. Kafanın söylediklerini duymakla kalbinden gelen mesajı dinlemek arasındaki farkı öğren. Kafanın konuşması toplumun bir ürünüdür. Kalbin konuşması sonsuzluktan gelir.’’
Çok şanslıydım o gün sanki bir derviş ile konuşuyor gibiydim. ‘’Kafanın konuşması toplumun ürünüdür.’’
Elbette, öyledir çünkü zihin toplumla ilgilidir. Ötekinin ne yaptığını önemser ve ona göre vaziyet alır. Eğer bu doğruysa zihnimiz saf değil. Daha doğrusu zihnimiz ötekine göre vaziyet alıyorsa, o zaman bizim, bize ait düşüncelerimiz yoktur. Hepsi toplumdan geldiği için, masumiyetimiz, bir başkasının tarif ettiği şeyden ibarettir.
Aklıma o derviş geldi hani bana bir sır ver denildiğinde, daha doğrusu ‘’Bir sır ver ki omuzlarımdaki yük hafiflesin” denildiğinde.
-“Affet”deyip giden derviş. Zihnimiz toplumun ürünüyse sır yoktur aslında. Ama yine de omuzlarımızdaki yükü hafifletmek isteriz.
Ne güzel demiş Mevlana, ‘’Kar taneleri ne güzel anlatıyor, birbirlerine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu.."
Evet bu mümkün. Birbirimize zarar vermeden de yol almak mümkün. Kalbimiz bize bunu öğretebilir.
''Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan, bütün insanları anlar." demiş Stefan Zweig.
Kendimizi anlamaya çalışmak, bütün insanları anlamaya çalışmaktır. Ve anlama çabası dünyanın en huzur verici çabasıdır.
"Nereye" demisler Derviş'e;
"Bilmem ki" demiş,
"Gidiyorum öyle"... "Çiçekleri ezmeden, evvelden ezele...