Birleşmiş Milletler Genel Kurulu dolayısıyla dünyanın en önemli liderleri New York’ta idi. Yapılan konuşmaları takip etmeye uğraştım. Ticaret savaşlarının, Ortadoğu krizlerinin, mülteci akınlarının, nükleer ve kimyasal silahlanma konularının tamamı bir şekilde Türkiye’yi ilgilendirdiği için Tayyip Erdoğan’ın konuşması daha büyük bir önem kazanmıştı.
ABD Başkanı Trump’ın geç kaldığı ve konuşmasında söyledikleriyle geniş bir kahkaha havası yarattığı BM Genel Kurulu’nda, Erdoğan’ın mülteci akını, Suriye, İdlib, barış, iyi ilişkilerin sürdürülmesi gibi konuların yanı sıra BM’nin amaçlarına ulaşabilmesi ve misyonunu sürdürebilmesi bakımından getirdiği eleştiriler büyük çoğunluk tarafından benimsenen, kabullenilen ama söze dökülemeyen hususlar idi.
Türkiye’de 3,5 milyonu Suriyeli olmak üzere dört milyonun üzerinde sığınmacı var. Bunun maliyeti yüksek ve neredeyse kimse Türkiye ile birlikte bu maliyeti paylaşmaya yanaşmıyor.
İdlib ise muhaliflerin yanı sıra milyonlarca insanın yaşadığı bir Suriye şehri. Buraya yönelik herhangi bir saldırının etkisi Türkiye’ye yönelik en az bir milyonluk yeni bir mülteci akını anlamına gelirdi ki, uygulanan etkili ve başarılı görüşme trafiği ile konu belli noktada durduruldu.
İdlib konusu tam olarak neticelendi mi denilirse burada da samimi kanaatim, her ne kadar Lavrov tarafından silahlı grupların silahlarını bırakarak İdlib’ten ayrılmaya başladıklarını duyursa da konunun çözüme ulaşmadığı yönündedir.
Suriye içinde Türkiye bakımından ve Suriye’nin geleceği bakımından bir diğer önemli tehlike ise elbette PKK’nın uzantısı olan yapılanmalardır. Bu yapılanmanın bizatihi kendisinin bir ehemmiyeti yoktur. Türkiye onları çok kısa bir zaman içinde imha kabiliyetine sahiptir. Ancak terörist yapıların arkasındaki güç ile olan müttefiklik ilişkimiz sorunu belli bir noktada sabitlemekte ve çözüm için adımları geciktirmektedir.
Bu iş hep böyle gidecek midir? Kuşkusuz ki hayır. Terörist yapı uzun yıllar Esed rejimlerinin desteği ile, akabinde savaş anının kendilerine sağladığı fırsatlar ile büyümüştü. Ancak Afrin’e yönelik Zeytindalı Harekatı gösterdi ki gerçekte bir hiç…
Yıllarca yaptıkları tahkimatlar, kazdıkları tüneller, aldıkları askeri eğitimler, ellerindeki silah ve mühimmatlar işe yaramadı. Çok uzun yıllar boyunca sürdüreceklerini düşündükleri gayri nizami savaş beklentileri iki hafta içinde tamamıyla bitti.
İşte tüm bunlara ek olarak İdlib meselesi göstermiştir ki, Batı’nın yani ABD ve AB ülkelerinin tek ve gerçek güçlü müttefiki vardır: Türkiye. Birtakım terörist yapılanmalar üzerinden bölgede yeni dengeler oluşturmak da mümkün değildir.
Türkiye bölgesinde güçlü olduğu sürece Batı rahat edecektir, aksi olamaz.
Ticaret savaşları ile, yüksek gümrük tarifeleri ile, ambargolarla neticeye ulaşılamaz. Bunların sürdürülmesi durumunda alternatif arayışları başlar.
Bu alternatif arayışları büyür büyür ve sistemin topyekün sorgulanması boyutuna gelir. Üstelik böyle şeyler konuşulmaya başlandığı andan itibaren rahatsız olanların bulunduğu blok da hızla büyür.
Trump’ın kendince haklı olduğunu düşündüğü cümleleri üzerine yükselen kahkahalar da aslında tam da bu refleksin bir ilk yansımasıdır.
Dünya barışı açısından artık özel çıkarların yanı sıra insanlığın da dikkate alındığı, yaraların sarılmaya çalışıldığı bir dünyaya yönelmek lazımdır. Yoksa BM bu haliyle bile amaçlarından bir hayli uzaktır, her geçen gün biraz daha işlevini ve saygınlığını kaybetmektedir.
New York’un göbeğinde BM binasında dünya ticaret savaşlarını başlatan, Ortadoğu’yu içinden çıkılamaz sorunlarla baş başa bırakan bir ülkede elbette bunların TC Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilebilmesi fevkalade önemlidir.