Bayram coşkuları azalırken, saldırganlıklar artıyor.
Mescid-i Aksa’da kıyamet kopuyor, İsrail, Filistinlileri öldürmeye devam ediyor.
Kolombiya’da sokaktaki insanların üzerine ateş açılıyor.
Afganistan’da kız okuluna saldırdılar.
Yunanistan, binlerce göçmeni denizde boğuyor.
Gündelik yaşamda, birine “nasılsın” desen, “elinin körü” cevabını alma olasılığın yüksek.
Yeni zamanlara önce “uzay çağı”, “teknoloji çağı” dediler.
Şimdi.
“Çalkantılar çağı”, “kesintiler çağı”, “kaos çağı” deniyor.
Aslında “saldırı çağı”, “age of attack.”
Dünya üç gruba ayrıldı: Saldıran, saldırılan ve izleyen.
Saldıranların güçleri ve eylemleri var.
Saldırılanların sahip oldukları ise değersiz.
İzleyenlerin başında Birleşmiş Milletler geliyor.
Aktör George Clooney, Darfur’daki katliamları kast ederek “Bunu Birleşmiş Milletler’e sormayacağım da kime soracağım?” dediğinde yıl 2007’ydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda İsrail toprakları yıllara göre büyürken, Filistin topraklarının minnacık kaldığı haritayı göstererek “Bu durum karşısında BM ne yapıyor?” sorusunu sorduğunda yıl 2019’du.
BM eli kolu bağlı doğmuş bir yapı.
Güçlülerin oyun alanı.
İyi de neden “saldırı” bir yöntem olarak dünyayı kapladı? Neden dünya “barbarlar çağı”na geri döndü?
Neden zulümleri izleyenlerin sayısı arttı?
Çünkü neo-liberal felsefenin “güçlüler kazanır” anlayışı egemen oldu.
Gücün kaynağı artık düşünce değil, sahip olduğun olanaktı.
Senin gibi düşünenlerin sayısının çokluğu yerini, sahip olduğun olanakların çokluğu aldı.
İnsanların “dostluk”, “dayanışma”, “bayramlaşma” duygularını terk etmesi, “parçalanma”, “şüphelenme” çukuruna düşmesi sağlandı.
Kahramanlar aptal, caniler imrenilecek tip oldu.
Parçalanma istilasında, bayram ismimiz bile “Ramazancılar”, “şekerciler” diye ikiye ayrıldı.
Bireyselleşme “biri”nin, “diğeri”ni rakip görmesidir, oysa ki biri diğerine hep ilaçtı.
Dış politikada gereği neyse o yapılmalı evet, ama iç politikada yeniden “bireysel”den “toplumsal”a dönmenin yolları bulunmalı.
Farklılıkların altını çizmek değil, benzerlikleri bulmak kurtarabilir insanlığı.
Ramazan/Şeker Bayramımız kutlu olsun.
Sen ortaya milyonlarca lira dökmüşsün.
En pahalı, en başarılı senaristlerle anlaşmışsın.
En gösterişli oyunculara para yağdırmışsın.
Televizyon yöneticilerini pohpohlamaktan kendini terk etmişsin.
Dizin yayınlanınca da her sabah reyting sıralamasına bakmaktan hayatını zehir etmişsin.
Sonra da adamın biri çıkmış, bir tripod, bir kamera, üzerinde iki kitapla bir masa, üç bölüm çekmiş, reytingleri silmiş süpürmüş.
Herkes herkese “Son bölümü izledin mi” diye soruyor.
“Parmak kesme sahnesine ne diyorsun” diyor.
“Yeni bölüm yayınlandı mı” telaşına düşüyor.
Sedat Peker videolarından söz ediyorum.
Hayat tuhaf.
Önce ben yazdım.
Bana da malum olmadı, bir gazeteci fısıldadı kulağıma.
Sonra Abdülkadir Selvi yazdı.
O yazınca “iyi” dedim, “yazdıkları çıkmıyor nasılsa.”
Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı üçüncü bir isim mi olacak konusundan söz ediyorum.
Üçüncü isim Ekmeleddin vakasından da beter olur, aynı hata yapılmaz herhalde derken.
Kemal Bey, “Genel başkanların aday olmasını doğru bulmuyorum” deyiverdi.
Kimi “Bunu daha önce de demişti ama dediğinin tersini yaptı demek ki aday olacak” şeklinde yorumladı.
Ben ise, Kemal beyin açık açık “siyasi partilerle ilgisiz biri olsun” dedi anladım.
Yani o üçüncü isim olasılığı!
Muhalif seçmen “Mansur”, “Ekrem” isimlerini satın aldı.
“Onlar belediye başkanı olarak hizmet etmeli” diyormuş Kemal Bey.
Belediye başkanlığını, cumhurbaşkanlığına tercih eden bir genel başkan.
Akıl alır gibi değil.
Bir, 26.Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında, “darbe imasında bulunması” nedeniyle 3 yıl istenince epeyce güldüm.
Aklıma darbe yapmak yerine kozmik odaya girmelerine izin verdiği için kızanlarla, “bize karşı darbe yapacak” diye korkup onu tutuklayanlar geldi.
Darbeye bu kadar karşı bir adamın bu kadar darbeyle anılmasına gülmeyip ne yapayım?
İki, sokağa çıkma yasağında köprü, otoyol ve metroların ücretsiz olması kara mizah değil mi? Gülmeyip de ne yapayım?
Üç, ülkede aşı sıralamasına herkes girdi, bir tek öğretmenler kaldı.
Bu duruma tavır koyup da istifa etmeyen Milli Eğitim Bakanı fazlaca trajikomik, gülmeyip de ne yapayım?
Üç, ne zaman bir film ya da dizi izlemeye kalksam, kalabalık sahneler ya da birbirlerine yakın insanlar görünce hemen sosyal mesafe kuralı aklıma geliyor.
Film, dizi izleyemez oldum. Gülmeyip de ne yapayım?
Dört, Başkan Biden, Prens Harry, Jennifer Lopez vs. bir araya gelmişler “Dünyayı yeniden birleştir” sloganıyla yoksul ülkelere aşı için 302 milyon dolar bağış toplamışlar.
Halbuki bu arkadaşlar güçlerini kullansalar, aşının insanlığın ortak malı olmasını sağlayabilirlerdi.
Hollywood’vari iyilik oyunu diyorum buna, gülmeyip de ne yapayım?
Beş, daha birkaç ay önce Clubhouse çılgınlığı patlayınca “orada olmalısın” diyenler çoktu. Cevabım “Hiç işim olmaz, zaten geçici bir şey” demiştim.
Sanırım burada da yazmıştım.
Clubhouse daha altı ayı görmeden yere çakılmış.
Herkesin konuşma hevesinin, kimsenin dinleme isteğinin olmadığı dünyada şaşırtıcı değil.
Gülmeyip de ne yapayım?
Altı, İzmir’de korona kapanmasında basılan kumarhanenin duvarındaki panoda şu yazıyordu: “İzmir’in tüm elit insanları burada.”
Elitizm hiç bu kadar eza görmemiştir.
Gülmekten öldüm, gülmeyip de ne yapayım?
Şampiyonluğa yürüyorsun.
Rakibinin teknik direktörü Terim olgun bir cümle kuruyor: “Bizi yenerlerse alkışlarız.”
Teşekkür edip yürümek yerine çeneni tutmuyor, “Terim tabii ki alkışlayacak” diyorsun.
Beşiktaş Başkanı Çebi’den söz ediyorum.
Rakibi motive ediyorsun, karşılığında yeniliyorsun.
Başarı mezarlıkları çenesini tutamayanlarla dolu.
Bir kadın bir adamla geçen Ağustos evleniyor.
Üç ay sonra adam hakkında uzaklaştırma kararı çıkartıyor.
Altı ay sonra adam kadını bıçaklayarak öldürüyor, önceki evliliğinden olan çocuğunu işkencelerden geçiriyor.
Dehşet.
Olayda üç nokta var önemli;
Kadın operatör doktor. Çok iyi eğitimli yani.
Adam gerçekte bir suç makinesi.
Ve bunlar sosyal medyada tanışmışlar.
Kadın ya da erkek siz siz olun, bu medya hocasının sözünü dinleyin. Sosyal medya birini bulma yeri değildir.
Karşınıza iyi insan çıkma ihtimali trilyonda birken, manyak çıkma ihtimali yüzde 99’dur.
Şaşıracaksınız ama görücü usulüyle evlenmeniz sosyal medyada bulmanızdan yüzbin kat doğrudur.
“Korona günlerinde sokağa çıkamıyoruz, başka çaremiz mi var” diyorsanız, oturunuz oturduğunuz yerde.
Hayat kaçmıyor bu bir, bir manyakla karşılaşmaktansa evin yalnızlığı cennettir.
Eskiler “Barda bulduğun barda gider” derdi, sosyal medyada bulduğun sosyal medyada gitse iyi, başına bela olur.
Aklınızı başınıza alın, tekin olmayan yerlerde gece vakti dolanmayın.
İnsanın başarılarını çocukluk hayallerinin güdülemesi: 38 yaşında Spotify’ı kurarak 50 milyar dolarlık servet kazanan Daniel Ek, çocukluk tutkusu Arsenal futbol takımını almak için çaba harcıyor. Alır da. Dünyanın en zengini Amazon’un sahibi Jeff Bezos da ilk iş, The Washington Post gazetesini satın almıştı. Basılı gazetelerin öldüğü safsataları arasında bir internet devi neden bir gazeteyi alırdı ki? Çünkü Bezos’un yetiştiği ailede gazete “güven”, “değerler” ve “etki” demekti. Bizim medyanın bu bilince varması için epey fırın ekmek yemesi gerekiyor bence.