Biraz uzun bir yazı olabilir lakin malumunuz bazen şeytan ayrıntıda gizlidir. Biz de biraz ayrıntıya gireceğiz.
Sürekli tekrarladığımız bir sözümüz vardı; 24 Haziran seçimleri yeni Türkiye’nin başlangıcı olacak diyorduk. Lakin bunu söylerken zımni bir kabulümüz de vardı. O da seçimi Tayyip Erdoğan’ın kazanacağı idi. Zira çoğumuz biliyorduk ki aksi bir durum ortaya çıkarsa Türkiye, eski Türkiye’nin de gerisine düşecekti. Çok şükür ki seçim beklediğimiz gibi sonuçlandı ve 25 Haziran sabahına yeni Türkiye’de uyandık.
Biz yeni Türkiye’ye uyandık ancak birileri de bu yeni durumda yeni manipülasyonların, yeni kurguların hazırlıklarını çoktan yapmaya başlamıştı bile. Madem seçim istedikleri gibi sonuçlanmadı o zaman yeni hedefler seçilmeliydi. İlk aklan gelen elbette Tayyip Erdoğan’ın yani Türkiye’nin yeni Başkanı'nın oluşturacağı ekibi oldu. Zira büyük bir başarı ile seçimden çıkmış, geniş bir halk desteği ile 15 Temmuz gecesinden bu yana belki de en güçlü dönemini yaşayan Erdoğan’a doğrudan saldırmak taktiksel bir hata olurdu. Onun yerine üzerine bir yığın spekülasyon üretebilecekleri kabine üyelerini, kurullarda ve ofislerde Cumhurbaşkanı'nın birlikte çalışacağı isimleri beklemeye koyuldular. Yalnız bir alanda beklemekten çok daha fazlasını yaptılar; o da ekonomi yönetimi.
Şunu baştan söyleyelim; bu çevrelerin bekledikleri isimlerin ekonomi yönetiminde olmayacakları neredeyse tamamının tahmin ettikleri bir sonuçtu.
Önce hiç olmayacak isimleri ortaya bakan adayı olarak çıkarmaya başladılar. Türkiye ekonomisi sanki 2001 krizi benzeri bir durumdaymış gibi ABD’den gelip Türkiye’yi kurtaracak isimler aramaya koyuldular. Daron Acemoğlu’nun ismi gündeme getirildi ve kendisi açıklama yapmasına rağmen gündemde tutulmaya devam edildi. Hatta Acemoğlu’nun bakan yapılmasının demokrasiye geçiş olacağını iddia edecek kadar ileri gidenler dahi oldu. Açıkça daha bir hafta önce %53 oyla Türkiye’nin Başkanı olan Erdoğan’a ortak tayin etmeye kalkıştılar. Tabii ki tek isim bu değildi. Eski bakan Mehmet Şimşek de dahil olmak üzere farklı isimler gündemde tutuldu. Tüm bunlar olurken bir ayrıntı gözden kaçıyordu. Tüm bu çevreler ve onların sözcüleri atanacak bakanla ilgili konuşurken “Erdoğan’ın ekonomiyi bırakacağı ..”, “Erdoğan’ın ekonomiyi emanet edeceği ..” vb bir ifade biçimini kullanmaya özen gösteriyorlardı. Yani verilmeye çalışılan izlenim başkanlık sistemine geçilmiş olmasına rağmen ekonomiyi Tayyip Erdoğan’ın yönetmeyeceği, o işi birilerine devredeceği idi. Kabinenin açıklanacağı günler yaklaştıkça hem bu jargonu çok daha öne çıkardılar hem de “piyasa dostu” dedikleri isimlerden birinin atanacağına dair beklentiyi iyice yaymaya çalıştılar. Hem dış basın hem de içerideki uzantıları “piyasa dostu” tanımlamasının hemen arkasından belli isimleri sayıp, bunlar dışındakilerin “piyasa düşmanı” olacakları havasını hakim kılmaya çalıştılar. Bu beklentilerin zirve yaptığı günlerde beklenenden çok daha hızlı bir şekilde kurların geri geldiğini gördük. Dolar kuru neredeyse 4,5’in altını test edecek düzeylere kadar geriledi. Çoğunluk bu geri çekilmeyi oldukça sevinçle karşıladı. Hatta kabinenin hemen ardından daha da geri geleceğini söyleyenler oldu. Tabii ki burada da başrolü malum, isimleri öne çıkaranlar aldı. Zira amaç açıktı. Toplumu “beklentisi bile kuru bu seviyeye çekmişken, gerçekleşmesi çok daha olumlu sonuçlar verebilir” fikrine alıştırmak ve bunun üzerinden Cumhurbaşkanı üzerinde bir baskı oluşturmak.
Buraya kadar yazdıklarımız başlangıçta belirttiğimiz, bekledikleri isimlerin olmayacağını zaten biliyorlardı tezimizle çelişiyor olabilir. Zira madem öyle o zaman niye bu baskıyı oluşturmaya çalışsınlar diye düşünülebilir. Aslında gerçekte yapılmak istenilen tam da bu sorunun cevabında gizli. Söz konusu isimleri öne atıp, bunun yarattığı sözde iyimser havanın kurları aşağı çektiği algısını yaratarak yapılmaya çalışılan şey bakan olarak atanacak isim göreve gelir gelmez o sözde iyimser havayı ortadan kaldırıp, ardından kurları yukarıya çekerek yeni bakanın daha ilk günden sorgulanır hale getirilmesi idi. Böylece daha ilk günden toplumun nezdinde yeni bakanın “piyasalar kabullenmedi” retoriği üzerinden yıpratılması için zemin hazırlanmış oluyordu. İşte Berat Albayrak’ın atanmasının daha ilk dakikalarında henüz basın toplantısı devam ederken kurların hızlıca artması, izleyen günlerde BİST 100 endeksindeki düşüş ve kurlardaki artışın devam etmesi tam da bu senaryonun sonucudur. Kabinenin ilanını izleyen ilk günlerde, henüz Bakan Albayrak bakanlığı devralmamışken, izlemeyi düşündüğü ekonomi politikasına dair tek bir söz etmemişken özellikle dış basından başlamak üzere kabul edilemez bir kampanya başlatıldı. Berat Albayrak’ın isminin geçtiği her yerde önüne “Erdoğan’ın damadı” ifadesini muhakkak ekleyerek yapılan bu haberler neredeyse tek bir temayı işledi, o da piyasaların Bakan Albayrak’ı kabullenmediği. Buna gerekçe olarak gösterilen ise 4,5 TL civarına kadar gerileyen dolar kurunun 4,9 TL’nin üzerine çıkması. Burada şu tespiti yapalım; maalesef toplumun bir kesimi kısa bir süre de olsa bu kampanyanın tesiri altında kaldı. Lakin Cumhurbaşkanımızdan gelen güçlü destek bu havayı hızlı bir şekilde tersine çevirdi.
Bir an söylenenin gerçek olduğunu ve “piyasaların” Berat Albayrak ismini kabullenmediğini düşünelim. Şimdi soralım; bunun gerekçesi ne olabilir? Birkaç gerekçeyi biz sıralamaya çalışalım. Berat Albayrak’ın ekonomi konusunda yeterli bilgi birikimi olmadığı, bu alana uzak olduğu ve bu yüzden hatalar yapacağı bir gerekçe olabilir mi? Berat Albayrak İngilizce İşletme mezunu. Ardından ABD’de finans alanında master derecesi almış. Diğer yandan İşletme Yönetimi (MBA) master programına devam ederken Çalık Holding’de çalışmaya başlamış. Burada hatırı sayılır bir yöneticilik tecrübesi olmuş. Bunun yanında bir de bu çevrelerin “piyasa dostu” olarak nitelediği ve son derece güvendikleri (hatta Başkan yardımcı olacak diye ismini dolaştırdıkları) eski bakanlarımızdan sayın Ali Babacan’ın eğitimine bakalım. Sayın Babacan endüstri mühendisliği mezunu. O da lisans eğitiminin ardından ABD’ye gitmiş ve seçkin bir üniversitede MBA yapmış. Sonrasında da siyasete girene kadar özel sektörde çalışmış. Burada kıyaslamayı okuyucuya bırakalım. Yalnız bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek ve haksızlık yapmamak adına, bu çevrelerin Sayın Babacan üzerinden yaptıkları spekülasyonlara kendisinin en ufak bir destek vermediğini ve tamamen kendisi dışında gelişen bir süreç olduğuna inandığımızı da belirtelim. Bir diğer gerekçe olarak Sayın Albayrak’ın genç olması ve bu zor süreci yönetmek için yeterince tecrübesi olmaması söylenebilir mi? Bunun cevabı kendisinin Enerji Bakanı olarak görev yaptığı süre içerisinde imza attığı tüm başarılı işlerde ve bu süre içerisinde bakanlıkta yönetsel anlamda tek bir zaafın dahi gündeme gelmemiş olmasında aranabilir. Bunu da yine okuyucuya bırakalım. Gerekçelerin belki de en can alıcı olanına gelelim. Berat Albayrak bakan olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın politikalarını izler ve ona kesinlikle karşı çıkmaz. Bu yüzden Erdoğan’ın ekonomiye bakışı ekonomi yönetimine hakim olur. İşte bu çevreler için tek gerçek gerekçe budur. Zira bu çevreler özünde Tayyip Erdoğan ve onun temsil ettiği anlayışla problemli çevreler. “Piyasa düşmanı” derken aslında kendilerinin düşmanlığını maskelemeye çalışan bu çevreler Berat Albayrak ismi üzerinden Cumhurbaşkanını hedef alıyorlar. Önce şunu söyleyelim. Türkiye’nin ekonomi yönetimine %53 oyla Başkan seçilen Erdoğan’ın yaklaşımı hakim olmayacak da ne hakim olacak? Elbette önümüzdeki dönemde ülkenin tüm ana konularında yönetime Başkan Erdoğan’ın anlayışı hakim olacak ve ekonomi de bu alanlardan en önemlisi. İşte tam da bu yüzden Erdoğan kendi anlayışını en iyi şekilde yansıtacağını düşündüğü ve bu açıdan en çok güvendiği isimlerle çalışmak durumunda ve öyle de yapıyor.
Sonuç olarak şu tespiti yapmak durumundayız. Malum çevrelerin hedefi Tayyip Erdoğan’dır. Yapılan şey Sayın Bakan üzerinden bu gerçek hedefe ulaşmaya çalışmaktır. Bu elbette daha görevinin ilk günlerinde yıpratıcı olmuş olabilir. Lakin Berat Albayrak’ın eğitimi, bilgi birikimi, özel sektördeki ve bakanlıktaki tecrübesi tüm bu saldırıları kolaylıkla savuşturmasını sağlayacak güçtedir. Ayrıca ince ince dokunmuş bu kurguya rağmen halkın büyük çoğunluğunun desteği Bakan Bey’in arkasında olmaya devam edecektir. Bazılarının söylediği gibi Sayın Bakan’a haksızlık yapılıyor diye yazmayacağım zira anlatmaya çalıştığım gibi yapılan haksızlık değil bilinçli bir kampanyadır. Bu yüzden zaten Sayın Albayrak’ın yazılanları, söylenenleri hak etmediği ortadadır. Kendisi de başından beri son derece isabetli bir şekilde tüm bu kampanyayı tamamen görmezden gelmiş, söylenenlerin hiçbirini ciddiye almadığını açıkça göstermiş ve bunlarla vakit kaybetmeden hızlıca işe koyulmuştur. Yapılması gereken de budur. Sayın Bakan da elbette hedefin kendisi değil Türkiye Cumhuriyeti olduğunun farkındadır. Bizim de bu yazıdaki meramımız kesinlikle Sayın Bakan’ı korumak değildir. Zira haddimizi aşmak olur ve Sayın Bakan’ın kimsenin korumasına ihtiyacı elbette yoktur. Bizim amacımız Türkiye Cumhuriyeti’nin korunmasına toplu iğne başı kadar bir katkı yapmaktır.
Son söz:
Özellikle yabancı basında sürekli yapılan “damat” vurgusunun ne kadar seviyesiz, ilkesiz ve ahlaksızca bir tavır olduğunu söylemeye gerek bile yok. Lakin bunun içeride de bazı çevreler tarafından sahiplenilmesi sadece ahlaksızlıkla açıklanamaz. Batıdaki bu kampanyanın neye hizmet ettiği açıkça ortadayken buna içeride yardım etmek ve çanak tutmak ahlaksızlıktan öte anlamlar taşır.