Bizim kahreden babasızlığımız…

Müslüm Baba filmini izledim. Film için söylenecek hiçbir şey yok, “Harika” demekten başka.

Filmi baştan aşağı, tüm sahnelerini (içimi acıtan, gözlerimi yaşartanlar ve hatta bakamayıp gözlerimi kapattıklarım dahil) hayranlıkla izledim. Senaryoya, kurguya, görüntülere, sahnelere, müziklere, görüntü yönetmeninin maharetine, yönetmenlere, oyunculara… Her şeye ama her şeye hayran kaldım.

Hazin bir hikâyesi olduğunu biliyordum Müslüm Gürses’in ama bu kadar acıyla yoğrulduğunu bilmiyordum.

Filmin bana en çok düşündürdüğü babasız bir toplum olduğumuz…

Müslüm de pek çok kimse gibi baba zulmüyle büyüyen biri. Yani o baba olmasa daha iyi olacak sanki.

Kaç yüzyıldır bizim babamız yok. Ya savaştadır baba ya da gurbette. Hatta evdeyken bile evde değildir. Uzaktır. Bir kez olsun çocuğunun başını okşamamıştır. Bir tek sevgi sözcüğü sarf etmemiştir. Sevgisini esirgemiştir. Katıldığım pek çok grup terapisinde baba yoksunluğu çeken insanları dinledim. Bizim kahreden bir babasızlığımız vardır.

Bu yüzdendir bir baba figürü aramamız. Ülkemizin kurucusuna boşu boşuna Atatürk adı verilmemiştir. İçimizdeki o büyük baba boşluğunu onunla doldururuz.

Süleyman Demirel de öyle, kimimizin baba hasretini giderdiği bir lider olmuştur.

Recep Tayyip Erdoğan da baba özlemiyle izlenen liderlerden biridir.

Müslüm Baba’ya gelirsek… Babası gibi korkunç bir baba olmak istemediğinden evlat sahibi olmadı. Baba olmadı ama herkesin babası oldu. “Müslüm Baba” sloganları atarak dinledi herkes onu. O, acı çekenlerin ‘baba paydası’ydı.

***

Filmi izlerken, Müslüm Gürses’in acı frekansında yaşadığını gördüm. Öyle bir acı ki hayatına tüm çektikleri de acıyla yoğrulmuş insanlar. 29 yaşındayken evlendiği kendinden 21 yaş büyük eşi Muhterem Nur da acıyla pişmiş bir kadın. Kimsesiz bir adam ve kimsesiz bir kadının yaşadığı aşkı Türkiye’nin en büyük aşkı olarak görenler bile var.

Müslüm Gürses, geçirdiği trafik kazasında öldü zannedilerek morga kaldırılan birisi. Hayatı şarkı söylemek iken bir kulağını tamamen kaybediyor. Kafasına plaka konuluyor. Fiziksel olarak çektiği acılar da son bulmuyor.

Şarkılarını dinleyerek kendine jilet atan varoş gençliği için ise “Yastalar” diyor.

Bütün o acı, şarkılarına ve müziğine işliyor. Onu dinleyenler de acı frekansındaki insanlar. 

Biz biraz da acı çekmeyi yücelten bir kültüre sahibiz. Aşk Seni Bulur kitabımda söylediğim gibi “Acı çekmenin onurlu hiçbir tarafı yok” ama bu toplumsal kodlamamızı kolay kolay kıramıyoruz.

***

Ben arabesk müzik dinleyemem. Enstrümanların o formda çıkardığı sesleri sevmiyorum. “Arabesk sevmem ama Orhan Gencebay ayrı” diyenlerden de değilim. Onun müziklerini de dinlemem ama her kadehli ortamda şarkılarını yüksek sesle bağıra çağıra söyleyenlere katılırım. Dinleyici değil söyleyiciyim yani.

Müslüm Gürses’i de Bülent Ortaçgil’in ‘Sensiz Olmaz’ şarkısını seslendirene kadar dinlememiştim. O şarkıda duyduğum sesin çok özel olduğunu anlamıştım.

Sonra Murathan Mungan’ın süpervizörlüğünü üstlendiği ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ albümü… Ki bu albümde Bob Dylan, David Bowie, Haris Aleksiyu, Garbage ve Björk’ün şarkılarına ünlü şairler ve yazarlar söz yazmıştı. Sonra ‘Sandık’ albümünde yer alan cover şarkılar…

Müslüm Gürses, Amy Winehouse gibi özel ve biricik bir sese sahipti. Başka bir ülkede doğsa, ne bileyim caz söylese veya başka bir tür, dünya çapında bir ses olurdu. Ama onun kaderinde bu toprakların acısına ses ve nefes vermek varmış.

***   

Filmi izleyin. Size kötülük yapanlara bile iyilikle karşılık vermek nasıl olurdu? Sırf bunu görmek için bile izlenmeli.

Film, Müslüm Gürses’le ilgili gerçekçi bir portre çiziyor. Alkol bağımlılığını, şiddet eğilimini gizlemiyor.

Muhterem Nur, daha dünyaya gelmeden babası tarafından terk edilmiş. Annesi doğum esnasında ölmüş. Hayat kendisine saygısız davrandığı için saygı gören anlamındaki ‘Muhterem’i ismi olarak seçmiş.

“Annem beni doğururken ölmüş. Ona bir hayat borçluyum. Mutluluk sözüm var” diyor filmde Muhterem Nur, “Sen de mutlu olmayı öğreneceksin Müslüm.”

Mutlu olmayı öğrenmek, bilmek… Üzerinde günlerce düşünebilirim bunun.

***

Anadolu topraklarından çıkan en olağanüstü şarkılardan biri ‘Haydar Haydar’ da filmde birkaç kez çalınarak, kulaklarımızı doyuruyor.

Timuçin Esen, amiyane tabirle döktürmüş. Olağanüstü bir oyunculuk sergiliyor. Şarkılara can veren sesi… Fevkalade okuyor. En kısa zamanda Müslüm Gürses şarkılarını okuduğu bir albüm yapmalı, bu filmin üzerine.

Oyuncu seçimleri muhteşem! Müslüm Gürses’in ergenliğini oynayan Şahin Kendirci ve çocukluğunu oynayan Alper Parlak da olağanüstü bir performans sergiliyor.

Gülhane konseri sahnesi ise figüran kullanımı açısından Türk sinemasındaki tek başarılı sahne olabilir. Biz her nedense en iyi filmlerimizde bile kalabalık sahnelerde çuvallarız. Müslüm Baba filmi bu kötü alışkanlığı da kırmışa benziyor. Darısı taşınan boş bavulların başına!

Martin Szecsanov’u umarım daha çok Türk filminde görüntü yönetmeni olarak görürüz.

Tek bir eleştiri: Keşke filmin finalinde sözlerini Murathan Mungan’ın yazdığı ‘Nilüfer’ şarkısı Timuçin Esen’in sesiyle başladıktan sonra Müslüm Gürses’in kendi sesiyle devam etseymiş. Bir kez olsa Müslüm Gürses’in sesini duysaydık filmde fena olmazdı.

Tüm yazılarını göster