Boğaziçi ve rektörlük sorunu

Bu köşede Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektör Melih Bulu’ya yönelik tepkiler başladığı zaman ifade etmiştim, “Türkiye’de 207 üniversite var, devlet üniversitelerine atamalar da, vakıf üniversitelerine atamalar da belli bir yöntemlerle gerçekleşmektedir. Hiçbir üniversiteye özel bir atama biçimi yoktur” diye…

Ancak, kamuoyunda öyle bir izlenim bırakıldı ki, Boğaziçi Üniversitesi’ne diğerlerinden farklı bir atama yapıldı ve protestocular bunu kabullenmiyor…

Geçmişte seçim vardı. İki kez seçime katılmış, listeye girmiş ve atanmamış bir akademisyen olarak şunu belirtmeliyim ki, seçimler de istenileni vermekten çok uzak idi. Ne başarıyı getiriyordu, ne de başarılı insanları yönetime taşıyordu.

Kamplaşmalar, kırgınlıklar, dargınlıklar yaratıyor ve verimi düşürüyordu.

Netice itibariyle seçimle gelen pek çok rektör eliyle üniversitelerimiz bulundukları yerin çok gerisine düştüler. Buna rağmen seçim yine önerilebilir mi, önerilebilir…

Mamafih mevcut atama yöntemi varken Boğaziçi için farklı bir atama sistemi istemek hukukla bağdaşmıyor…

Boğaziçi’nin atanan ve görevden alınan Rektörü Melih Bulu’yu tanımam, hiç görmedim, özellikleri, nitelikleri, tercih edilme nedeni ve sonrasında alınmasının nedeni nedir bilmem.

Atayan makam atama gerekçelerinin tahakkuk etmediğini ve etmeyeceğini düşünmüş olmalı ki almış…

Kendisi de bir açıklama yapıp alınmasına ilişkin bir haksızlık iddiasında bulunmadığına göre demek ki alınması doğru…

“Düşene bir tekme de sen vur”, anlayışını hiç sevmem. Arkasından konuşmamı gerektiren bir şey yok. Fakat gördüğüm ve gözlemlediğim şu ki, üniversiteye akademisyeni, öğrenciyi, ziyaretçiyi almamak ve bunun için kapıları zincirlemek akıl karı bir iş değil…

İnsanlar farklı farklı gerekçelerle yönetimlerden rahatsız olabilirler, haklı da olmaları gerekmez. Şiddet içermediği, kamu düzenini ortadan kaldırmadığı, taşkınlıklara meydan vermediği sürece eleştirilerini protestolarla ortaya koyabilirler.

Boğaziçi protestolarında haddi aşan, insanların milli ve manevi duygularını tahkire yönelik pek çok hadise oldu. Bunları görmezden gelemeyiz.

Çeşitli örgütlü yapıların provokasyonları da vardı. Bununla birlikte Rektörün çok daha olgun, basiretli bir şekilde süreci yönetebilmesi lazım idi. Üstelik orada doktora yapmış, öğretim kadrosunda yer almış, İstanbul’da iki ayrı üniversitede daha üst yönetim görevi üstlenmiş bir kişinin konuya hakimiyeti daha farklı olabilirdi.

Görevden alınmasının ben hem üniversite hem de kendisi, ailesi için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Ancak bu vesile ile tekrarlamak istiyorum: Kimin rektör olacağından çok Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her akademik yıl açılışında özellikle vurguladığı dünyanın en başarılı üniversiteleri arasında yer alma çabasına odaklanmamız lazım. “Kaynak devletten, öğrenci milletten, başarı olursa olur, olmazsa ne yapalım” anlayışı ile bir yere varamayız.

Aziz milletimize yakışan, yarışan ve rekabet eden, evlatlarımızı önümüzdeki yüzyılları kucaklayacak nitelikte donatılarla mezun edebilen üniversitelere mecburuz.

Yüksek Öğretim Kurumu son yıllarda her üniversitemiz için hedefler ortaya koyuyor. Bulundukları bölgeye veya ile göre ihtisaslaşmaları için önlerini açıyor. Bu önemli bir adım.

Şimdi üniversite yönetimlerinin kendilerini bu hedeflere odaklamaları lazım ki, ülkeye, millete, insanlığa faydaları artsın.

Aksi takdirde rektörlerin ve üst yönetimlerin adlarının karıştığı akçalı işlerle, nepotizm kokan kadrolaşma yaklaşımları ile hiçbir yere gitmek mümkün olmaz.

Bayramınızı kutluyorum. Sağlık sıhhat, huzur ve mutluluk içinde nice bayramlara erişmenizi Yüce Allah’tan temenni ediyorum.

Tüm yazılarını göster