Şiir duygu işidir, elbette öyledir de, vaziyet eğer hakikaten böyle ise, ki bence de öyledir, Edip Cansever’in ‘Ey’ şiiri duyguların adata bir çağlayan gibi taşması yürekten ve gönülden bir volkan gibi patlaması demektir.
Sözü duyguya boğup, kelimelerin arasına ruhunu koyup, sözcükleri kalple yoğurup, şiirden heykeller yapabilmektir.
Evet, işte tam da bunu yapmıştır Edip Cansever.
Türk dilinin en oyunbaz yokuşlarına çıkartmış okurunu ve hemen bir sonraki dizesinde hiç beklenmeyen duygulardan manzaralarla baş başa bırakmıştır yine onu.
Bugün büyük şairin 90. doğum günü…
O, yüreği Tomris’ten geçen iki büyük ozan Cemal Süreya ve Turgut Uyar’la birlikte, kim bilir belki o derin sevdanın deminde, muhteşem şiirler yazan, yazdığı gibi yaşayan bir söz büyücüsüdür.
Onların hayatını ve sanatını okuduğumda, keşke aynı masa etrafında bir akşamlığına da olsa oturabilseydik diyorum.
Bu hiç tanışmadığım ama çok iyi tanıdığım şairlere hasretimi, dizelerinin iz düşümünü takip etmeye gayret ederek giderebiliyorum.
Elbette yetmiyor ama inanın çok iyi geliyor.
Size de tavsiye ederim…
‘Bu böyle kimin gittiği? Sen dur ey!
Belki de ellerimiz mi? Biraz ince, biraz da çok kelimeli!
Bu sanki niye durduğumuz mu?
Ay, pencere, göz! Siz git ey!
Kim bilir neyi saldığımız bu da, yalnızlığımız gel
Yırtıcı kuşları mı gözlerimizin, onlar mı bu sürüylen
Yoksa onlar mı işte seninle sevişme biçiminde
Oysa sevgimiz yerde, kara sevda sen uç ey!
Sen usul, ben yavaş, kime yaraşır bu sessizlik
Kim biner bu gemiye insandan kıyılar yapılırken
Yetmez mi dalgası vursundu azıcık gözlerimize
Gözlerin gözlerime, siz bak ey!
Su sen de olmasan insan çıldıracak mı
Olsun neresi olursa, git karanlık ama git
Gecemizde duranı sen kal ey!
Benim bu çok elli, bu çok gözlü delişmen
Çok bildim sana yaraşır olmayı günlerce
Şunu sevdim, şuna özendim, şununla yetindim sonunda
Ben miyim şimdi nerede, ben çok ey!’