Hayat isterse insana hikaye de, masal da, isterse roman da yazdırır. Aslında hepimiz aynı şekilde teste tabii tutuluruz; kimimiz bundan ders çıkarır roman yazar, kimimiz ise masaldaki gibi dere tepe düz gider dönüp baktığında ise sadece bir arpa boyu yol gittiğinin farkına varır. Hayat yaşadıklarımızdan ders çıkartanlarımız için daha anlamlıdır. Bu dersi çıkarmak içinde illa ki bizlerin yaşaması gerekmez, başkalarının yaşadıklarından da anlamlı mesajlar alınabilir.
Bazen ne olduğumuzu ve ne olmadığımızı da ayna gibi olan insanlar bize öğretir. Kendimizi görmek için nasıl durgun suya bakıyorsak ruhumuzu görmek içinde karşılıksız vermeyi başaran ruhu temiz insanların gözlerinin içine bakmak gerekir.
Dervişlerin neden kendilerini bulmak için çok gezdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Kendini bulmanın son demi sanırım doğru insanların gözünün içine bakmak.
Meslek icabı çok kişiyle tanışma fırsatım oldu. Görev yaptığım dönemde de öyle fedakar insanlarla tanıştım ki onlar bana yerimi hep hatırlattı. Benden kıdemli bir abimle uzun bir görev yürüyüşüne çıkmıştım. Onlarca kilometreyi dağda yürüdükten sonra merkeze beraber dönmüştük. Gerekli kontrolleri yaptıktan sonra onlarca saat ayağımıza yapışan botları çıkarmaya başlamıştık. Kendi botumu çıkardıktan sonra bir anda gözüm abimin sol ayağının tabanına takıldı.
-abi ayağın diyebildim. Ayağının altı bir santim kalınlığında bir kan kütlesi ile kaplanmış ve ödem yapmış dedim.
Başını hafifçe aşağıya doğru eğdi ve ayağının tabanına baktı. Eliyle tabanına dokunup bana döndü.
-Mete, ayağımın tabanını hissetmediğim için bu devamlı oluyor dedi. Yıllar önce topuk kopartan mayınına bastım. Ayağımın tabanını o yüzden hissetmiyorum dedi. Uzun yürüyüşlerde tabanımı hissetmediğim için bu ayağımın üzerine daha fazla basıyorum ve daha fazla hasar meydana geliyor dedi. Diğer ayağının altındaki su toplayan yerlerle ilgilenmeye başladı.
Bir anda ayağımın altındaki yaraların hiçbir anlamı kalmadı, tekrar çorabımı ve botumu giyip odadan çıktım.
Görevden ayrıldıktan sonra Sınırsız ve Şahit Olun programları için Güneydoğu Anadolu bölgesini tekrar gezdim. Bir derviş misali o temiz yürekli insanların gözlerinin içine baktım. Bir kez daha yazılacak onlarca roman olduğunun farkına vardım. Bitmeyen bir kitap misali hayat bizi terbiye etmeye devam ediyor dedim.
Şehirleri gezerken hem askerin hem polisin hem de o çatışma bölgelerinde yaşayan insanların gözlerinin içine bakma onuruna eriştim. Aslında bir müddet sonra kafamı kaldırıp onların gözlerinin içine bakamadım.
Şırnak’ta adını vermeyeceğim bir güvenlik görevlisi ile tanıştım. Başından itibaren alçak gönüllü davranışlarını ve gözü kara cesaretini gördüm. Ben ordayken de çoğu kişinin göze alamayacağı işler yaptığını fark ettim. Ben bölgeden ayrıldıktan sonra da yaptıklarını uzaktan takip etmeye çalıştım.
Her çatışmada ilk safhada olduğunu, başkalarının yara diye rapor alıp gittiği yaralanmalarda kendini tedavi edip göreve devam ettiğini gördüm ve duydum. Son altı aydan beri kaç defa yaralandığı ben bile sayamadım diyebilirim. Bir çoğunu zaten yaralanma saymadığı için tedaviye bile gitmiyordu.
O ve arkadaşları çatışma alanında ya ilk var olanlar ya da ilk gelen takviye ekibi içindeler. Mayına basan veya roket atılan araçlardan yaralıları da şehitleri de ilk çıkaran çoğunlukla o ve ekibi oluyor. Yaralıları çıkartırken de saatlerce çatışan yine hep onlar..
Bu kadar gözü kara bir ekip lideri olunca da PKK terör örgütünün suikast listesinde ilk sıraya yerleşiyor. Ankara durumu fark edip kendisini hemen başkente acil kodlu mesaj ile alıyor. İşte gerçek bir liderden bekleneni tekrar yapıyor.
Ankara’ya gidiyor ama yeni atandığı rahat masasına oturmak için değil, araya torpil koyup atama emrini iptal ettirmek için. İki gün uğraştıktan sonra Ankara’dakileri ikna edip tekrar görevinin başına dönüyor. Şimdi O ben bu yazıyı yazarken yine ismini bilmediğim bir mahallede ekibiyle beraber çatışıyor.
Diyarbakır Sur’da gözünün içine bakamadım ama yüreğinin büyüklüğüne şahit olduğum bir vatandaşımızdan da bahsetmeyi görev kabul ederim. Sur’daki barikatların kurulmaya başlandıkları ilk günlerde PKK terör örgütü kendisine biat etmeyen ailelerin evlerine saldırmaya başlamıştı. Onlarca aile evlerinden alabilecekleri malzemeyi alıp kaçar gibi gitmişlerdi. Kalan ailelerin evleri önce silahla taranmaya ve yakılmaya başlanmıştı.
Bir gece 155 polis hattı arandı. Telefondaki ses evlerinin etrafının terör örgütü mensupları ile sarıldığı ve ateş altında olduklarını ve evlerinin molotoflarla yakılmak istendiğini söylüyordu. Çocuklarını ve eşini banyoya gizlediğini anlatıyor ve polisten yardım istiyordu. Ateş sesleri altında telefonu kapatıyordu.
Polis ekipleri bölgeye hareket ederken polis 155 ‘in telefonu tekrar çalıyordu. Arayan aynı kişiydi. Sesi daha sakin geliyordu.
-Ben düşündüm isterseniz buraya gelmeyin. Burada çok fazlasıyla barikat ve patlayıcı döşenmiş durumda. eğer polisler buraya girmeye çalışırsa onlarca şehit verebilir. Ben hakkımı helal ediyorum buraya gelmeyin.
Hattın ucundaki polis bu konuşma karşısında donup kalıyordu.
Şimdi ben bu vatandaşımın gözünün içine nasıl bakabilirim. O gerçek anlamda “Survivor” ( hayatta kalmaya çalışırken) olurken, yaptığının hiç reyting almadığını ona nasıl söyleyebilirim. Benim için her şeyinden vazgeçen yiğitlerin adının istatistiklere dönmeye başladığını onların gözünün içine bakmadan nasıl anlatabilirim. Hatta onlar kendileri için “Survivor” lık yapmıyor bizim için yapıyorken..
Ben dervişim ve kendi adıma romanımı yazdım. Onların büyüklüğü ve fedakarlıkları karşısında ne olduğumun farkına vardım. Ya …..