Referandum sonucunu beğenmeyenlerin ilk bakışta pek mâkul görünen bir itirazları var:
“Yasal olarak 50 artı 1 yeter ama bu kadar az farkla alınan sonucun sosyolojik açıdan tahlil edilmesi lâzım!”
“Yüzde 51,4 yeterli değil, bunun sosyolojik sonucu kötü olur!”
Nedense kimsenin aklına yüzde 48’in sosyolojik tahlilini yapmak gelmiyor. Mesela Ak Parti muhaliflerinin bugüne kadar 8 defa yenilgi almış olmasının sosyolojik tahliline yanaşan yok.
Sosyolojik tahlil yenilenin değil kazananın boynuna borçmuş ve kazandığı için toplumdan özür dilemeliymiş havası basılıyor.
Bence ortada sosyolojik değil psikolojik bir vehâmet var.
Hem öyle bir vehâmet ki fehâmete engel.
“Niye hep kaybediyoruz yahu, nerede yanlış yapıyoruz, bu toplum bizi niye benimsemiyor?”
Bunlar sorulacağına, “Toplum cahil, okumamışlar bize karşı, onlar çirkin biz güzeliz, onlar kaba biz kibarız, onlar yobaz biz aydınız” aşağılamasıyla avunmaya çalışılıyor.
Bu durumun sosyolojide izahını bulamazsınız.
Cevap ancak psikoloji sahasına aittir.
Mesela bendeniz sürecin başından beri şu sorunun cevabını sosyoloji sahasına aradım bulamadım:
“Sistemi, hatta rejimi silahla ve kanlı bir devrimle de olsa değiştirmek, yıkmak için meydanlara dökülmüş, silaha sarılmış, kanlı bombalı eylemler yapmış, hapislerde yatmış, işkencelerden geçmiş, yüzlerce can, binlerce ömür verip üstüne koskoca bir edebiyat, sanat ve hatta kültür inşa etmiş kişiler; nasıl olur da sistemi kökten değiştirecek bir teklifin karşısında durup, yıllardan beri can yakan, insanlıktan uzak, devleti tanrılaştıran bir sistemin amansız savunucuları haline gelir?”
Rahmetli Ömer Lütfü Mete, bu türden bir durum olduğu zaman şakayla izâh eder; “Diktatör ben olmadıkça diktatörlüğe karşıyım!” derdi.
İşte bunun izahını sosyolojide bulamazsınız, psikologlara sormanız gerekir.
Meşhur Psikiatr Prof. Dr. Erol Göka ne der bilemem ama bir başka örnek, üstelik Ömer Lütfü Mete’ninki gibi ironik değil, gerçek bir örnek, bu halet-i ruhiyeye bir hayli ışık tutuyor:
Devrimci bir dostum Ak Parti iktidara geldikten sonra ekonomideki düzelmeyi yıllarca kabul edememiş, “Yahu güvendiğim ekonomistler bile ekonomi iyiye gidiyor diyor. Halbuki gitmemesi lâzım!” diyerek kuşkudan vazgeçmemişti.
Yapımı 16 yıl süren Bolu Tüneli örneği ortada iken Ak Parti’nin Bolu’dan üç dört kat büyüklükte tünelleri peşpeşe açıyor olmasına da inanmak istememişti.
Resmi görevde iken Avrupa Birliği Üyelik Müzakerelerinin başlaması için tarih alındığında, kendisine şaka yollu “Kusura bakma birader, müzakere tarihi de aldık” diye takılmıştım.
Samimi bir hüzünle “Evet yahu, ben de buna üzülüyorum, bunların alamaması lâzımdı” demişti.
İşte bu hüznü sosyoloji ile izah etmenin imkânı yoktur.
Twitter'da bir soru sordum;
“%51,4 Evet ile olmaz diyenlere samimiyet testi için samimi bir soru: % 50 +1 ile Hayır çıksa ne diyecektiniz?”
Bir iki kişi dışında “Referandumun yenilenmesi gerekir” diyen çıkmadı. "Evet" için kullanılan devlet imkânlarından falan bahsederek, “Bu imkânlar bizde olsa çok yüksek "Hayır" çıkardı” diyenler çoğunluktaydı.
Onlara tam tersini düşündüğümü söyledim; "Evet" için devlet imkânlarının kullanılmasının "Hayır" oyunu yükselten sebepler arasında gördüğümü söyledim ve hâlâ bu düşüncedeyim.
Gelen cevaplardan biri ilginçti:
“"Hayır" bir metin değildir ve yüksek mutabakat gerektirmez. Ama "Evet" için aynı şey geçerli olamaz!”
İşte psikoloji bu cevapta uç veriyor.
Doğru; ortaya mevcut Anayasa metninden farklı bir metin ortaya konuluyor ve oylanıyor.
Fakat, ortada tek metin gibi görünse de oylanan iki farklı metin aslında. Eski Anayasa metni ve Yeni Anayasa metni.
Yeni metne "Evet" diyenler eskisine "Hayır" demiş oluyorlar, yenisine "Hayır" diyenler ise eski metne "Evet" demiş oluyorlar.
Gerçek bu kadar ortada iken bu mantık libası giydirilmiş itirazın arkasında güçlü bir psikolojik etken var:
“Bir şey, ancak ben yaparsam meşrûdur!”
Yani...
“Silahlı ve kanlı bir devrimle Cumhuriyet rejimini yıkar Proletarya Diktatörlüğü kurarsam bu meşrudur, fakat sen Cumhuriyet rejimi kuralları içinde referandumla halka sorarak siyasal sistemi değiştirirsen meşru değildir, diktatörlüktür!”
Psikolojik literatürde bunun karşılığını söylemek bana düşmez.
Fakat hakim olduğum edebiyatta bunun karşılığı “asabiyet”tir. Asabiyet ise tam mânâsıyla ırkçılıktır. Irkçılık iflâh olmaz mensûbiyet, bağlılıktan öte bağımlılık duygusudur.
Bağımlılığın temel izâhını ise sosyolojide değil psikolojide aramak zorundasınız!
İşte bu nedenle; yüzde 48 başta olmak üzere, yüzde 52 de dâhil, toplumun yüzde 100’ü acil olarak kendi içine dönüp öncelikle bir iç muhasebe yapmalı, faturayı başkasına değil evvela kendisine kesmeli, daha sonra sıra gelirse işin sosyolojik tahliline girişmelidir.
Sosyoloji kitapları karıştırarak hiç bir hastalığın tedavi edildiği görülmemiştir çünkü...
Üzgünüm Leylâ!