Şunu kabul etmek, şu hakkı teslim etmek lazım.
Bu memlekette adında AİLE olan bakanlık ilk kez Ak Parti döneminde
kuruldu.
Toplumu ayakta tutan unsurlardan biri adalettir, diğeri eğitimdir. Bir diğeri
ise ailedir.
İşte bu manada aile kavramına önem atfeden bir hükümetin mevcut
olması, takdire şayan bir husustur.
Bu arada bir parantez açmak lazım: Bir önceki hükümette Çalışma
Bakanlığı vardı. Ak Parti’den önceki hükümetlerde ise Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı vardı.
Ak Parti’nin ikinci döneminde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu.
Daha önce Sosyal Güvenlik kısmına bağlı pek çok hastane olduğu için,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında yetki
ve görev kaosu yaşanıyordu.
SGK’ya bağlı hastaneler Sağlık Bakanlığına devredilince bu karmaşa
sona erdi.
Ama bu kez Çalıma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığındaki sosyal güvenlik
ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığındaki sosyal politikalar kısmı içiçe
geçti ve yine kargaşa oluştu.
İşte son hükümet döneminde bu karmaşaya da son verildi. Ve bakanlığın
adı Çalışma, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirildi.
Fakat kanaatimce bu durum bakanlığın çalışma alanını ziyadesiyle
genişletti ve bu durum da yeni kaotik durumlara yol açabilecektir.
Çalışma hayatı zaten başlı başına bir iş.. Buna sosyal hizmetleri yani
işsiz kesim ile emekli kesimi de kattığınızda bu fazlasıyla bir yük
oluşturacaktır.
Hele buna başlı başına ehemmiyet arz eden Aile konusu da eklendiğine
göre, bu daha da büyük bir sıkıntı doğurabilecektir.
O yüzden Aile, tekrar ayrılıp Aile, Gençlik ve Spor Bakanlığı adı altında
bir bakanlık ihdas edilmelidir.
Evet, aslında bu yazının konusu hiyerarşik yapıyı irdelemek değil, Aile
Bakanlığına dair olumlu ve olumsuz görüşlerimi aktarmaktır.
Aile Bakanlığının ilk bakanı, bugün Gaziantep Büyükşehir Belediye
Başkanlığı yapan Fatma Şahin’di.
Sayın Şahin döneminde getirilen bir düzenleme var ki, iyi niyetle
başlatılan bu düzenleme ne yazık ki büyük bir felaketin tetikleyicisi oldu.
O da şudur:
Eşlerden biri şiddet gördüğü iddiasıyla mahkemeye başvuruyor ve
“uzaklaştırma kararı” alıyor.
Bu “uzaklaştırma kararı”ndan dolayı gazetelerin üçüncü sayfasında
hemen hemen her gün bir cinayet ve yaralama haberi yer alıyor.
O yüzden hep derim; kanunlar hazırlanırken, Meclis komisyonunda, eğer
milletvekilleri arasında konunun uzmanı bulunmuyorsa dışarıdan mutlak
surette sosyolog ve psikolog da yer almalıdır.
Kanun, mealen diyor ki: “Bir eşe şiddet uygulandığında, mağdur
olduğunu iddia eden taraf mahkemeden koruma tedbiri ister”
Olayın psikolojik boyutu gözden ırak tutulmakta, bu memlekette yaşayan
insanların Norveç’te yaşayanlardan farklı bir karaktere sahip olduğu
hususu ne yazık ki hesaba katılmamaktadır.
Diyelim ki karı koca arasında bir tartışma oldu. Koca, karısına bir tokat
attı. Bu, muhakkak ki ahlaken ayıp, dinen günah, kanunen suçtur.
Ama koca, bundan pişmanlık da duyabilir. Karısını çok seviyor olabilir.
Dolayısıyla barışma imkanı olabilir.
Kadın, böyle bir durumda önceden ne yapardı? Ya, “Ne var ki bunda,
kocamdır, döver de sever de..” derdi. Bu, şahsiyetsiz bir kadın
tipolojisinin tezahürüdür.
Ya da kadın, babasının evine giderdi, kocasının kendisinden özür
dilemesini beklerdi.
Ya da boşanma davası açardı.
Ama 2012’de getirilen bu düzenleme, kadına, kocasının evin bilmem kaç
metresine kadar yaklaşmasını engelleme hakkını getirdi.
Kadın psikolojisini anlıyorum; yaklaşmasını istememesi normaldir.
Ama koca, ki bu memleketin erkeklerinin pek çoğu gururludur. Eşinden
belki de özür dileyecektir.
Ama tam özür dileyecekken ya da büyüklerin araya girmesi suretiyle
barışma imkanı tesis edilecekken adam bir tebligat alıyor.
Gıyaben, herhangi bir somut delil olmaksızın yani sadece kadının beyanı
esas alınarak verilen kararda üç aşağı beş yukarı deniliyor ki:
“Karının evine şu kadar metre yaklaşmayacaksın. Çocuğunu görmek için
bile eve gidemezsin. Git nerede yatarsan yat. Zaten boşanma davasında
bu, tam bir aleyhte delil olacaktır. Sen artık bittin..”
Koca ne yapıyor? Bunu gururuna yediremiyor. Gidiyor karısını gözetliyor,
gördüğü yerde silahı ya da bıçağı çekip öldürüyor.
Anne mezarda, baba hapiste, çocuklar küçükse bakanlığa bağlı Çocuk
Esirgeme Yurdu’nda..!
Elbette, adamın bu cinayeti hoş görülemez, görülmemeli. Cezasını
çekmelidir.
Ama bir kanun kaş yapayım derken, göz çıkarmayı bırakın direkt
cinayete sebebiyet verebiliyorsa, bu kanunu tekrar gözden geçirmekte
yarar vardır.
Bu arada, “Senin başında böyle bir sıkıntı mı var da bu konuyu
yazıyorsun?” diyen eblehler olabilir.
Cevap veriyorum: Eblehlere cevap vermiyorum.