Burbuçe'nin zamansız vefatının anımsattıkları...

Türk asıllı, Kosovalı gazeteci Burbuçe Ruşiti'nin erken vefatı Türkiye'deki meslektaşlarını derinden yaraladı. Gazeteci Murat Yetkin, uzun yıllar birlikte çalıştığı meslektaşının ardından duygusal bir veda yazısı kaleme aldı. Burbuçe'nin ardından kaleme alınan bu köşe yazısı, bir yandan da, Türk medyasının özlenen parlak dönemlerine bir veda mahiyetindeydi...

Kosova Savaşı'nı Türkiye’ye NTV ekranlarında anlatan savaş muhabiri Burbuçe Ruşiti erken yaşta hayatını kaybetti.

Kansere yenik düşen Ruşiti, Kosova'nın başkenti Priştine'de sevenlerinin gözyaşları eşliğinde toprağa verildi.

Kosovalı gazeteci Burbuçe Ruşiti'nin erken vefatı Türkiye'deki meslektaşlarını da derinden yaraladı.

Gazeteci Murat Yetkin, uzun yıllar NTV’de birlikte çalıştıkları Burbuçe Ruşiti’nin vefatının ardından duygusal bir yazı kaleme aldı.

“Burbuçe Ruşiti, bir zamanlar NTV ve bir zamanlar medya” başlıklı yazısını kişisel sitesinden yayınlayan Yetkin, bu acı kayıp ile birlikte, Türk medyasının yitirdiği değerleri de bir film şeridi gibi gözler önüne serdi...

Yetkin'in adeta bir yıldızlar geçidini anımsatan yazısında, Türk medyasının önemli değerleri isim isim zikredildi.

Bahsedilen o isimlerden bazıları; Nuri Çolakoğlu, Cem Aydın, Lütfullah Göktaş, Ufuk Güldemir, Erdoğan Aktaş, Fuat Kozluklu, Celal Pir, Ahmet Yeşiltepe, Belkıs Kılıçkaya, İrfan Sapmaz ve Nizamettin Kaplan oldu...

İşte Murat Yetkin'in o yazısı;

- Burbuçe Ruşiti, bir zamanlar NTV ve bir zamanlar medya

Burbuçe Ruşiti Kosova Savaşının felaketini yalnızca Türkiye’ye değil, dünyaya duyuran cesur ve dürüst gazetecilerdendi.

Onu yıllarca NTV ekran ve radyolarından “Burbuçe Ruşiti, Priştina” son anonsuyla izlediniz.

Kosova Arnavutlarındandı, adı “Burbuqe” diye yazılır, Burbuçe okunurdu. NTV’nin Kosova muhabiriydi. Priştina’ya gittiğimizde yüz yüze tanışmış, sohbet etmiştik. Anadili Arnavutça olduğu halde nasıl bu kadar iyi Türkçe konuştuğunu sorduğumda, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Zoraki Diplomat” kitabında 1920’lerden, 30’lardan yazdığını 1999’da doğrulamış, köklü Arnavut ailelerin hâlâ çocuklarına mutlaka Türkçe öğrettiğini söylemişti.

Kosova savaşı başladığına NTV’nin o zamanki Haber Müdürü Şükrü Yavuz, dış muhabirlerimizden İlana Navaro’yu göndermek istemiş, fakat seyahatte bir gecikme çıkınca, Kosova Devlet Radyosu muhabiri Burbuçe’nin ismini bulup Şükrü’ye veren İlana olmuştu. Bağlantılar başarılı olunca Şükrü, Haber Koordinatörü Cem Aydın’a tavsiye etmiş, Cem de onu Dış Haberler Müdür Mustafa Aşçıoğlu’nun kadrosuna vermişti.

NTV’nin öyle bir dış muhabir kadrosu vardı ki… Vaşington’da Fuat Kozluklu (sonra rahmetli Ümit Enginsoy), Nev York’ta Ahmet Yeşiltepe, Brüksel’de Güldener Sonumut, Moskova’da Suat Taşpınar (sonra Hakan Aksay), Londra’da Zafer Arapkirli, Paris’te Belkıs Kılıçkaya, Roma’da Lütfullah Göktaş (şimdi Vatikan Büyükelçisi), Atina’da Yorgo Kırbaki, Lefkoşa’da Selim Sayarı, Strasbourg’ta Kayhan Karaca, Köln’de Işık Selen, Bonn’da Fulya Cansen, Bakü’de İrfan Sapmaz, Tahran’da Perisa Hafızî, Beyrut’ta (ve Cidde’de) Eyüp Coşkun, Kudüs’te Selin Çağlayan, Stokholm’de Osman İkiz ve Priştina’da Burbuçe Ruşiti. Merhum Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in bir Balkan gezisi dönüşünde, “Nereden buldunuz? Müthiş bir kadın, müthiş bir gazeteci.” dediğini hatırlıyorum.

Sadece dış kadro mu? Muhabir kadrodan birkaç arkadaşı sayayım, herkes alınmasın: Erdoğan Aktaş, Banu Güven, Mirgün Cabas, Esra Sert, Ergun Güven, Murat Erdin, Yunus Şen, Hilmi Hacaloğlu, İrem Barutçu. İzmir Büro Şefimiz Merih Ak, Diyarbakır’da Nizamettin Kaplan; hâlâ iş başında olan haber emekçisi arkadaşlarım.

Ekonominin başında Celal Pir vardı. Celal ve Cem ile Kanal-D’de birlikte çalışmıştık.

Tuncay Özkan başa geçip beni ve Cem’i işten çıkarıp Celal’i çarşı-pazar haberlerine sürmeden önce Kanal-D’nin ancak şu günlerde Fox TV tarafından kırılmakta olan izlenme rekorlarına, Aydın Özdalga kaptanlığında imza atan ekiptik.

Özeleştiri niyetine söylüyorum, o dönem Kanal-D’nin izlenme oranlarını en önemli rakiplerimiz Show, Star ve ATV’nin üzerine çıkarmak için öyle yöntemler geliştirip uyguladık –ve böylece zirveye yerleşmiştik- ki, daha sonra medyadaki yozlaşmada özür dileyerek söylüyorum, payımız oldu. (Onu sonra anlatırım bir ara.) İşte daha o sıralarda, Show TV’den tanıştığımız Nuri Çolakoğlu ile “Şöyle akşamları kendimizin de açıp izleyebileceğimiz bir televizyon yapsak keşke” sohbetleri yapıyorduk. O kadar ki kızımız daha küçüktü ve kötü etkilenmesin diye akşamları evde kendi çalıştığım kanal yerine doğa belgeselleri filan açıyorduk.

1996 yazında bir yandan merhum Ufuk Güldemir ile HaberTürk teklifi, bir yandan Mehmet Yılmaz’la Aydın Doğan’ın Radikal projesini kurma hazırlığındaki İsmet Berkan ile iş görüşmeleri yaparken Çolakoğlu aradı. “Atla İstanbul’a gel, konuşmamız lazım, kendi evimizde de izleyebileceğimiz bir televizyon kuracağız sonunda” diye. Cavit Çağlar’ın Barbaros Bulvarının başındaki Plaza Otelinin yanında bulunan Nergis Holding binasında buluştuk, yanında BBC’de çalıştığımız yıllardan tanıştığımız Tayfun Ertan da vardı; Tayfun, Londra’da BBC Türkçe Yayın servisinde, ben BBC World service Ankara Bürosundaydım.

Bir haber kanalı kuracaktık; Türkiye’nin 24 saat ve her saat başı haber yayını yapacak ilk haber kanalını kuracaktık. Çağlar’ın aklı bu işe yatıyor, yatırımı üstleniyor ve yayın politikasını Çolakoğlu’na bırakıyordu. Genel Müdür Çolakoğlu, Genel Yayın Müdürü Tayfun Ertan olacaktı. Ankara Bürosunu kurup, siyasi editör olarak Ankara temsilciliğini üstlenir miydim? Evet, memnuniyetle üstlenirdim. Ağustos ortasıydı. Benimle aynı günlerde ilk başlayan elemanlar olarak Spor Yayınları Müdürü rahmetli Kenan Onuk, stüdyolardan sorumlu Teknik Müdür Yekta Herçiçek ve vericilerden sorumlu Teknik Müdür Abdullah Ata’yı biliyorum. Para işlerine Naci Başerdem bakacaktı.

Cem Aydın ve Celal Pir’i bebek Oteli’nin terasına davet ettim, soğuk bira eşliğinde projeyi aktardım, onların da onayıyla isimlerini Çolakoğlu ve Ertan’a ilettim. İlerleyen günlerde Cem ve Celal ile birlikte programlar sorumlusu Pınar Demirkapı ve Reklam servisi sorumlusu Meltem Çakır da katıldı. Kanalın asıl yüzü Saynur Tezel olacaktı; Saba Tümer ve Hülya Yürekli de asli haber sunucularındandı.

Bursa’da bölgesel yayın yapan Olay TV’nin alt yapısını devralacaktık. Zeki Müren’in vefatı, ne yapıp yapamayacağımızı iş üzerinde, sıcağı sıcağına sınamak imkânı verdi.

Çolakoğlu, Celal, Cem ve Yekta ile Cavit Çağlar’ın helikopteriyle Bursa’ya uçtuk. (Daha sonra Bakü bürosu ve anteninin kuruluşu için, ileride MİT ekibinin PKK lideri Abdullah Öcalan’ı Kenya’dan getirdiği Çağlar’ın Falcon uçağıyla da defalarca Bakü’ye ve Lefkoşe’ye uçacaktım.) Bursa’da Olay TV’nin başında bulunan Kutlu Esendemir’in müthiş desteğiyle Müren’in cenaze törenini canlı yayınladık. İş fiilen başlamıştı.

Olay TV’nin Ankara Bürosu Cavit Çağlar’ın Gaziosmanpaşa Horasan sokaktaki evinin bahçe kantında kuruluydu. İlk kararlarımızdan birisi, Atatürk Bulvarı üzerindeki İnterbank binasının arşiv bölümlerini, Ankara’daki en modern özel televizyon merkezine çevirtmek oldu. Zorluk sadece o değildi: aradığımız niteliklere göre çalışacak haberci bulamıyorduk.

İşsiz gazeteci arkadaşlara dahi iş teklif ediyor, ancak çoğunlukla “Haber kanalı Türkiye’de tutmaz abi” yanıtı alıyordum. Ancak iki ay içinde en tahmin etmediğimiz kaleyi fethettik; bütün gazete ve televizyonların haber merkezlerinde artık NTV açıktı. (Onun nasıl olduğunu da sonra anlatırım.) Daha önce haber kanalı Türkiye’de tutmaz diyen bazı meslektaşlarımdan iş başvuru almaya başlamıştık.

Biz ise Ankara’da dinamik, genç, çalışkan ve nesnel gazetecilik yapacak bir ekip peşindeydik. Meclis şefi Ahmet Takan ve Tülay Ağaoğlu siyasi kulise hâkimdi; Takan daha sonra Baha Ülgen’in yerine istihbarat şefi oldu. Sonradan aramıza katılan cevval bir muhabir, siyasi haberlerimizi daha da güçlendirdi: Nermin Yurteri, şimdi NTV’nin Genel yayın Yönetmeni. Serap Yılmaz (sonra Zeyrek) siyasette yetişiyordu. Diplomaside Anadolu Ajansındaki iyi maaşını ve mevkiini, projeye inandığı için bırakıp gelen Murat Akgün kısa sürede medya dünyasında parlamaya başladı; hem Dışişleri, hem Büyükelçiliklerden çıkartamayacağı haber yoktu; temsil konularında da en büyük yardımcımdı. Uğur Şefkat güvenlik ve yargı konularında kuş uçurtmuyordu; önce Susurluk, sonra 28 Şubat’ta NTV habercilikte öne geçtiyse Uğur’un payı büyüktü. Vedat Yazıcıoğlu, NTV’nin Yurt Haberler Servisini Ankara’dan yönetiyordu. Ateş gibi stajyerlerimiz vardı; Hande Fırat ve Cüneyt Ateş öne çıkıyordu.

9 Kasım’da Kenan Onuk’un anlattığı bir maç yayınıyla deneme yaptıktan sonra ilk canlı haber yayınımızı 10 Kasım 1996’da Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü törenleri için Anıtkabir’den ve Dolmabahçe’den yaptık.

Objektif yayın yapıyorduk. 28 Şubat sürecinde hem Başbakan Necmettin Erbakan’ın, hem de Genelkurmay’ın brifinglerine davet edilen bir Hulki Cevizoğlu, bir de ben vardım; eksiğim varsa, meslektaşlarım beni affetsin.

Cem Aydın ile icat edip uygulamaya başladığımız “Son dakika” kırmızı topu, Türkiye’ye o anda ülkede ya da dünyada ne olduğunu, akşam ana haber bülteni, ya da ertesi sabah gazetelerini beklemeden duyurmaya başladı. 17 Ağustos 1999 depreminde, depremden yaklaşık 25 dakika sonra ilk haberlerle yayındaydık; acı haberin ayrıntılarını maalesef ilk benden duydunuz. Beni anons eden spiker arkadaşım Faik Uyanık, henüz ailesini depremde kaybettiğini bilmiyordu; şimdi Birleşmiş Milletlerde çalışıyor. Başbakan Bülent Ecevit’i, devlet iletişim ağının yetişemediği yerlere bizim canlı yayın araçlarımızın daha önce ulaştığını görünce duyuruyu NTV canlı yayınından yaptı ve bize teşekkür etti. Müthiş bir teknik servisimiz vardı.

Mütevazı olmaya gerek yok; Türkiye’de haberciliğe, televizyon haberciliğine yeni bir standart getirmiştik NTV ile.

Burbuçe, bizim Kosova prensesimiz Burbuçe, 4 Ağustos’ta 59 yaşında kansere yenik düşen yaşıtım, sevgili meslektaşım Burbuçe, işte Cavit Çağlar (daha sonra Ayhan Şahenk’in) yatırımıyla, Nuri Çolakoğlu’nun orkestra şefliğinde, Tayfun Ertan’ın Birinci Kemanlığında, hepimizin üzerine düşeni olabildiğince heyecanla yaptığı bu yapının niteliğini, bilgi ve yeteneğiyle artıran bir üyesiydi.

Şöyle bir örnek vereyim. Bir ara Kosova’da savaş o kadar şiddetlendi ki, Burbuçe bir anne olarak da ülkede kalamaz hale geldi. İstanbul’da onu otele bırakmadan evinde konuk edenler Çolakoğlu çifti olmuştu; “Kokunu Özledim Kosova” kitabını İstanbul’da, Çolakoğlu’nun evinde yazdı.

Bitirirken, Güldener Sonumut’tan bir hatırlatmayı da aktarayım. Kosova savaşı sürerken Brüksel’deki NATO Karargâhında her gün basına brifing veriliyor, Güldener de bunu anında canlı yayınla aktarıyordu. Ama o zamanın NTV izleyicileri iki kat şanslıydı, çünkü Burbuçe aynı bilgileri, daha da ayrıntısıyla yarım saat kadar önce Priştina’dan bildirmiş oluyordu. Güldener, Burbuçe’nin ne dediğinin Brüksel’de yakından izlendiğini gurur duyarak hatırlıyor hâlâ.

Dürüst gazetecilik örneği güzel arkadaşımızı sevgi ve rahmetle anarken çok değil, yirmi yıl kadar önceki yayıncılık, habercilik standartlarından da bir kesit vermek, bir zamanlar NTV derken aslında bir zamanlar medyayı anlatmak istedim bu vesileyle. Bugünlerdeki medya ilişkilerine ne kadar uzak, her bakımdan ne kadar uzak, değil mi? Belki de böylece yeni bir medya tartışması başlatmak da istedim böylece. Ne geçmişe ağlamak fayda verir, ne “geçmiş güzel günlere” (ki o zaman da çok şikâyetlerimiz vardı) dönmek mümkündür. Gelecek güzel günlere inanarak zorluklara göğüs gererek umutla çalışmak daha doğru geliyor bana. Sizce de öyle değil mi?

YAZININ ORİJİNAL METNİ İÇİN TIKLAYINIZ

Kerem Başer kimdir? Kaç yaşında ve nereli? Hangi araç ne kadar vergi ödeyecek? Barcelona'dan Bayern Münih'in yıldız oyuncusuna teklif
Sonraki Haber