Burcu Kapu SuperHaber'e konuştu!
Spor-kültür programlarının sevilen ismi Burcu Kapu ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Moleküler Biyoloji ve Genetik mezunu olan Kapu, futbol yorumculuğuna kadar uzanan macerasını anlatırken Süper Lig’deki şampiyonluk yarışındaki takımları değerlendirdi. Tribünün sosyolojik yapısını değerlendirirken olumlu yönlerden de bakmak gerektiğini ifade eden Burcu Kapu, taraftarların en büyük sivil toplum örgütleri olduğunu belirtti.
Spor-kültür programlarının sevilen yorumcusu Burcu Kapu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Spor yorumculuğuna nasıl adım attığını anlatan Kapu, birçok merak edilen konuda da sorularımızı yanıtladı.
Sizi tanımayanlar için öncelikle kendinizi tanıtır mısınız? Burcu Kapu kimdir?
Üniversitede, Moleküler Biyoloji ve Genetik okudum. Ardından İşletme bölümünde master yaptım. Akabinde ilaç sektöründe çalışmaya başladım ve yaklaşık 8-9 sene marka yöneticiliği yaptım.
Arkadaş grubunda Galatasaray-Fenerbahçe derbisi izlerken yanımızda medya yönetici bir abimiz vardı. “Sen futboldan anlıyorsun” dedi ve program yapmamı istedi. Radyo programında anlaştık ama benim şartım istediğim şarkıyı çalmaktı. Çünkü bu benim boş zamanlarımda yapacağım bir meşgaleydi, ben öyle görüyordum.
Fakat Radyospor’da yaptığım program yaklaşık 2 sene sürdü. Öyle isimler gelmeye başladı ki programa; Abdullah Avcı’dan Fatih Hoca’ya, Erman Toroğlu’dan Okan Buruk’a birçok konuk katıldı.
Bu sırada yönetici olarak görevimi de devam ettiriyordum. Spor medyasına böyle girmiş oldum.
Bülent Timurlenk bir programıma konuk geldi ve o programda Okay Karacan’ın numarasını aldım. Bir sonraki hafta Okay Karacan ile yaptığım program son program oldu.
Okay Karacan o zaman Lig Tv ile bir program için görüşüyordu. Böylelikle Tutkumuz Futbol’a başladık.
Tutkumuz Futbol’da biz hep topsuz alana odaklandık.
Bu arada yazılarda yazmaya başladım. Men’s Health Dergisi’nde de yazılar kaleme almaya başladım.
Kadın olarak futbolu yorumlarken hiç zorlandınız mı, tepkiler nasıl oldu?
Ben yaptığım hiçbir programda teknik-taktik konuşmadım. Biraz daha futbol kültür programları içinde yer aldım.
Maç kritiği yazdığım dönem oldu ama hiç olumsuz dönüşler almadım.
Seksist bir yaklaşım gibi görünse de, Türk izleyicisi bir kadının ekranda pozisyon yorumlamasına alışkın değil. Dolayısıyla ne kadar doğru tespitler, doğru yorumlar yapılsa dahi bunu kırmak ve kabul görmek kolay değil. Çok daha zamanı var.
Ben Dybala’yı üç sene evvel konuşuyordum. Arkadaşlarım “Dybala ne alaka diyorlardı?” Biz o yıldızları daha yıldız olmadan konuşuyorduk.
Herkesin bir alanı var ve bence herkes kendi alanında oynamalı. Kadınların böyle bir merakı varsa, tavsiyem işin daha entelektüel kısmında yer almaları.
“Futbol önemsiz şeylerin en önemlisidir” sözü sizce neyi anlatıyor?
İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Almanya ile Hollanda Dünya Kupası’nda karşılaşıyor. Hollanda rakibi Almanya’yı eliyor ve sokakta Hollandalılar bisikletlerini havaya atıyorlar. Muhtemelen bisikletleri havaya atan o çocuklar neden havaya attıklarını bilmiyorlardı. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya bütün bisikletlere el koyduğu için tarihin en büyük bisiklet hırsızlığı olarak geçmişti.
Hollanda Almanya’yı elediğinde, “Bisikletlerimizi geri aldık” tepkisi yaşandı.
Böyle gerçek bir hikaye varken ortada futbola; küçük, basit ve sadece 90 dakika oynanan bir oyun olarak bakmak yanlış.
Türkiye’de tribünün sosyolojik yapısını nasıl yorumluyorsunuz?
Kötüyü hemen konuşup kapatalım. Küfür var mı? Var. Neden var, bilmiyorum.
90 dakika içinde insanoğlu birçok duyguyu yaşar. Maç başlarken heyecan, gol yiyince hayal kırıklığı, takım atak yaparken heyecan, gol atınca coşku, maç sonunda gözyaşı. 24 saatte yaşanan duygu yoğunluğu bazen bir maçta yaşanıyor.
İyi bir spor izleyicisi olarak diyorum ki; başka hiçbir spor branşında futboldaki gibi insan duygularına bu kadar etkisi olduğunu gözlemlemedim.
Taraftarlar en büyük sivil toplum kuruluşları. Beşiktaş taraftarının Van Depremi’nde yaptığı proje olmak üzere, Soma’daki göçükte de gördüğümüz gibi taraftarlar ilk tepkiyi veriyor. Olaylara karşı inanılmaz duyarlılar ve ortaya bir tepki koyup yardım eli uzatıyorlar.
Futbolun büyüyen ekonomisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Maradona Napoli gittiğinde yaklaşık olarak 10 milyon Euro milyon ile transfer rekoru kırdı. Şimdi 222 milyon Euro’dan bahsediyoruz.
25 yılda inanılmaz bir değişim görüyoruz.
Aslına bakarsanız bunu İngilizler başlattı. İngiltere’deki maçlardan önce kitapçıklar bırakılır tribünlere. Kitapçıkların her yerinde reklam olduğunu görürsünüz.
Saha içi spikeri maç öncesi kadroları duyurur ama daha öncesinde bir telekomünikasyon firmasının yöneticisini çağırır konuşma yapar. Çünkü oraya yatırım yapmıştır.
Real Madrid ise Katarlı ortaklar sebebiyle haç işaretini logosundan kaldırdı.
Önce Rus oligarklar sonra Katarlılar işin içine girdi.
Süper Lig’deki şampiyonluk yarışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başakşehir’i sadece bu sezon için değerlendirmemek gerekir. Her sene üzerine koyarak ilerleyen bir takım. Abdullah Avcı’nın kıymetli bir teknik adam olduğunu düşünüyorum. İmkanları var, çok iyi tesisleri var. Kısa süreli değil, uzun süreli bir proje. Şampiyonluk ise başka bir şey, şampiyon olur mu, bilemem.
Fenerbahçe ise, olmadı. Aykut Kocaman’da ilaç olmadı. Şahsi görüşüm Fenerbahçe’nin tepeden tırnağa kan değişimine ihtiyacı var. Yeni yüzlere ihtiyaç var. Cumhurbaşkanı diyor ya, “Metal yorgunluğu” bence Fenerbahçe’de metal yorgunluğu var.
Beşiktaş, çok iyi gidiyor. Zaten Şenol Hoca Türkiye’deki en iyi Türk teknik adamların arasında ilk üçe girer. Geçen senelerden de gelen bir rüzgarları var ve iyi futbol oynuyorlar. Belli ki öncelikleri Avrupa. Namağlup çıktılar gruptan ve üst turlarda da umarım başarılı olurlar.
Futbolcuların sık maç temposuna alışması lazım, üstelik Ziraat Türkiye Kupası’da başlıyor. Bence Beşiktaş’ı etkileyecek.
Galatasaray ise Tudor’a rağmen iyi gidiyor. Biraz futbol bilen, izleyen herkes Tudor’un tercihlerine ya da tercih etmeyişlerine saçını başını yolar. Şampiyon olmak istiyorlar, devre arasında transferde yapacaklar ama devre arasında Tudor ile yola devam etmeyeceklerini düşünüyorum.
Fatih Terim ismi konuşuluyor, sizin bir bilginiz var mı?
Ben de bu kadar kısa sürede yabancı bir hocanın gelmesini doğru bulmuyorum. Yabancı bir hoca gelecekse Tudor ile devam edilsin. Çözümün Fatih Terim olduğunu düşünüyorum. Fatih Terim Galatasaray’a, Galatasaray’da Fatih Terim’e hep iyi gelmiştir.
“Hiç Pas Vermiyorsun” isimli bir kitap çıkardınız. Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?
Kadınların az bir kısmı futbola ilgili Türkiye’de. Kadınların futbola ilgi duymamalarını sebebi bence kafalarını çevirip bakmıyor olmaları, anlamadıklarından değil.
Ben de şunu düşünüyordum; bu kadar hayatın kendisi olan bir şeye neden ilgi duymuyorlar? Bu soruyla ortaya çıktı.
Oturup da bir kadına ofsaytı anlatma klişesi aldı başını gitti. Sevdirecek şeyleri bulmak gerekir diye düşündüm. Kitabın içinde güncel olan şeyler de var, Zeki Müren de var, Ajda Pekkan da var, patron çalışan ilişkisi de var. Günlük hayatta karşımıza çıkan şeyleri futbolla anlatmaya çalıştım.
Futboldaki kavga-gürültüden dolayı kadınların futbola ilgili olmadığını söyleyebilir miyiz?
Pazar akşamı programları vardır, içinde karnıyarık tarifi bile olan programlardır bunlar aynı zamanda. Nasıl baktığımızla alakalı bunlar. Çünkü o programlar futbol şov programlarıdır. Bunlar işin biraz daha renkli ve magazin kısmı. İnsanlar bunlara burun kıvırıyor, kültürel olarak alt tabakaya hitap ettiğini düşünüyor. Böyle düşünerek çok yanlış yapıyorlar, çünkü o programları yapmak çok zor iş ve büyük emek. Sadece doğru konumlandırmak gerekiyor.
Kadın kuşağı programlarında futbol programlarından daha büyük kavga gürültü var ama kadınlar bunları izliyor.
Bazı programlarda kayıplar aranıyor, suçlular bulunuyor, aldatılma hikayeleri konuşuluyor. Baktığımız zaman buradaki ahlaki bozulma ve kavga, gürültü futbol programlarından daha fazla var.
Roberto Baggio diyeyim devamını siz getirin?
Çok seviyoruz. (Gülüyor) Çıkartmalar olurdu ya eskiden, tek amacım Baggio çıkartmasını bulmak heyecanıyla açıyordum. Nedenini bilmiyorum, atkuyruğu yüzünden mi, bilmiyorum. Yakışıklılık statüsünde Zidane ve Baggio’yu mukayese bile etmem. Zidane mı Baggio mu sorusuna Baggio derim. Bir sebebi yok tamamen duygusal. Zidane, Bastian Schweinsteiger, Cristiano Ronaldo’yu beğeniyorum.
Baggio penaltıyı kaçırdığında hepimiz o penaltıyı kaçırdık. Öyle bir hikayeydi ki, sloganı “Keep Walking” olan bir marka, penaltıyı kaçırdıktan sonra yürüyen Baggio’yu kullandılar. Bence reklam tarihinin en iyi reklamlarından biriydi.
Bir adam kaçırdığı penaltıyla ilahlaşabilir mi? İlahlaştı.
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
SuperHaber Hasan Begdili