Üçüncü dünya ülkelerinde büyükelçilerin büyük işleri vardır.
Oralarda sadece bir diplomat gibi değil aynı zamanda o ülkeleri yöneten sömürge valileri gibi hareket ederler.
Yönetimlerine talimat verirler, talimatlarını beğenmediklerine karşı kanlı darbelere giden süreçler işletirler.
Dünyamızın son birkaç yüz yılında bunların çok kötü örneklerini görmek mümkündür…
Kavala davası ile bu edepsizliği Türkiye’de de denemeye kalkıştılar. Ayar vermek istediler.
Hükümeti zora düşüreceklerini, hizaya getireceklerini ve dolayısıyla da Türkiye’de yeniden kendilerine hükümetler üstü bir zemin yakalayacaklarını düşündüler.
Diplomasi dili ile bağdaşmayan, diplomatların bulundukları ülkelerde görev sınırlarını belirleyen uluslararası belgeleri aşan bir yaklaşım içinde “bildiri” yayınladılar…
Tepkilerin olacağını kuşkusuz ki hesaplamışlardır ancak işin persona non grata yani istenmeyen kişi ilanına gidebileceğini hiç akıllarına getirmemiş olacaklar ki, kendileri de, hükümete karşı olsun da kimden hangi ses gelirse gelsin tavrındaki muhalif unsurlar da hazırlıksız yakalandılar…
Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir. Hiç kimsenin itelemesine, örselemesine müsait değildir.
Diplomatların görevleri bulundukları ülkelerde ilişkileri iyiye götürmek, kötü ise düzeltmektir. Ülkelerin ilişkilerini zedeleyecek tutum ve davranışlar arasında diplomatların ülkelerin iç işlerine karışmamak vardır ve Viyana Sözleşmesi 41. Madde ile açıkça bu husus belirtilmiştir.
Hiçbir ülke diğerinin iç işine karışamaz, bunu o ülkede bulunan diplomatik misyonu eliyle yapamaz. Yaptığı takdirde neticesi bellidir…
Konu iktidarın veya muhalefetin tek başına göğüslemesi gereken bir boyutta da değildir. Böyle durumlarda milli bir duruş esastır.
Kavala meselesinde yargısal sorunlar ayrı bir başlık altında tartışılabilir; adil yargılama hakkının ihlalini içeren durumlar varsa bunlar ülke içinde pek çok ortamda dile getirilebilir ama hiç kimsenin yargıya talimat verme, öneride bulunma hakkı ve yetkisi yoktur.
Kaldı ki, yargı hakkı ülkelerin hükümranlık yetkileri içindedir ve bu yetkiye yönelik tutum ve davranışlar şayet yabancı misyonlar eliyle oluyorsa bu sadece içişlerine karışmak boyutu ile değil, o ülkenin egemenlik ve bağımsızlık alanı ile de ilgilidir.
Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlığına yönelik bu neviden densizlikleri adeta ellerini ovuşturarak “iktidara bir çelme” olarak değerlendirmek ise şuursuzluktur.
Bunu muhalefet de yapsa, akademik kişiler de yapsa, sivil toplum da yapsa fark etmez. Şuursuzluk şuursuzluktur…
Gelinen noktada, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından gösterilen kararlı tutum neticesini vermiştir.
Türkiye’nin egemenliğine, bağımsızlığına tasallut anlamına gelebilecek bu hadsiz bildiriyi açıklayan Büyükelçiler teker teker açıklama yapmak suretiyle Viyana Sözleşmesi 41. Madde içinde kalacaklarını teyit etmişlerdir.
Kuşkusuz ki, Türkiye’nin bildiriye imza atan ülkelerle ilişkilerinin sürmesini, dostluk ve işbirliği içinde ilerlemesini arzu ederiz. İlişkilerin akamete uğramasını istemeyiz.
Ancak, onların her dediğini kabul edecek, aziz milletimizi istiskallerine izin verecek bir duruşu da kabul etmeyiz.
Büyükelçilerin boylarından büyük bir işe kalkışmış olmanın nelere mal olacağını anlamış olmaları taşların yerine oturması bakımından önemlidir ve güzel bir gelişmedir.
Dünya beşten büyüktür. Bu vesile ile bu durum bir kez daha teyit olunmuştur…