Muhalefet olmazsa iktidar yalpalar, yozlaşır, ülke ve millet bunun zararını fazlasıyla görür. Bu bakımdan her zaman kuvvetli bir muhalefetin varlığını önemsemek lazımdır. Kuvvetli bir muhalefet hini hacette, ülkenin kuvvetli bir iktidar alternatifinin olması demektir ki, bu da yine çok önemli bir fırsattır, imkandır ve demokrasinin yaşaması, sürdürülebilir olması için olmazsa olmazdır…
Bu bakımlardan da Cumhuriyet Halk partisi çok önemlidir. Milletimiz tarafından kadrolu ana muhalefet olarak tayin edilmiştir; onlar da bu pozisyondan memnun ki, kendilerini yormaya, değiştirmeye, yönlerini iktidara doğru çevirmeye pek de meyletmiyorlar…
Zaman zaman umutlanıyoruz, acaba silkinip kendilerine gelecekler ve gerçekten bir iktidar yarışına girecekler mi; Türkiye’nin bir diğer şansı olarak ortaya çıkacaklar mı, ellerini taşın altına koymaya hazırlar mı diye, bekliyoruz. Bekliyoruz. Bekliyoruz. Sadece bekliyoruz…
Parti değil, Babil kulesi gibi mübarek. Seçim dönemlerinde her kesime seslenip, her kitleden oy alabilmek için öyle bir aday profili ortaya koyuyorlar ki, sonrasında kendi kendilerini yemeye başlıyorlar… Solun tüm franksiyonları listelerde yer buluyor; eylemci ve militan kimlikleriyle öne çıkan zatlar bir süre sonra birbirlerini suçlamaya başlıyorlar. Gençlik ve devrimci günlerinin nostaljisi ile, savaşın bittiğini öğrenmemiş Japon askeri gibi, saldıracak kimse bulamazlarsa birbirlerine saldırıyorlar. Sürekli bir kurultay talebidir gidiyor… Kürtçü isimler ise ayrı telden çalıyor. Onlar PKK ve HDP ile aynı eksende, bulundukları partinin ne tarihsel anlamına müdrik, ne de demokratik olarak konumunun farkında bile olmaksızın her türlü yanlışın içine girebiliyorlar…
Araya sağdan da oy alsın diye getirilen birkaç isim ise en sessiz ve sakin, sorunsuz işini yapanlar. Ne de olsa, el kapısında olmaktan mütevellit, seslerini çıkarmıyorlar.
Ancak Parti’nin en büyük meselesi, partinin büyükleri… Deniz Baykal, öteden beri eleştirdiğim bir süreç sonucunda Parti genel başkanlığı görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Özel hayatın gizliliği, iletişim özgürlüğü gibi hususlar hiçe sayılarak eski özel kalem müdiresi ve partisinin milletvekili olan bir hanım ile cinsel ilişkisi kayda alınıp afişe edilince genel başkanlığı bırakmakla birlikte siyasete devam etti. O zamandan beri de Partisi içinde aktivitesini ve popülaritesini koruma, geriye dönüp kendisine hazırlanan komplonun içinde yer alanlardan hesap sorma hesapları içinde…
Olay patlak verdiği günlerde her ne kadar skandalın arkasında Pensilvanya olduğuna inanmadığını söylese de, şimdi ortaya çıkan veriler, delillerle sonuna kadar Fetö tezgahına kurban gittiğini görüyor; işin içinde kendi partisinden katkı sağlayanların olabileceğini de sanırım düşünüyor…
Normaldir, bu şen’i faaliyetin içinde her kim yer almışsa mutlaka hesap sorulmalıdır…
Ancak, işin ilginç tarafı kendisi ile birlikte görüntü veren milletvekili hanımefendinin siyasi hayatı da, sosyal hayatı da bitmişken ve Sayın Baykal’ın buna dair en ufak bir sorumluluk emaresi görülmez iken, kendisini yeniden hem CHP Genel Başkanlığı’na ve hem de Cumhurbaşkanlığı’na taşıtma hamleleri insana pek de iç açıcı gelmiyor…
Bir yandan referandumda ortaya çıkan %48.5’un tamamının CHP oyu olmadığını beyan ediyor, diğer yandan da bu %48.5’a patronaj peşine düşüyor…
Önerileri ise CHP’nin içine düştüğü çukuru ve neden çıkamadığını net bir şekilde ortaya koyuyor… Kendisinin Cumhurbaşkanı olduğu bir yapıda bir HDP/ PKK’lı Ahmet Türk ve yine onunla birlikte Meral Akşener’in de Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmasını öneriyor…
Allah bunlara akıl fikir versin.
Gerçekten CHP’yi düşürdükleri şu hale bir bakın…
Kendi düştükleri çukurdan çıkabilmek için bir yandan PKK ipine sarılan, diğer andan Fetö tezgahına düşen, diğer yandan da milliyetçileri alet etmeye cüret eden bu anlayışın ana muhalefeti bile hak etmediği, Türk siyasetini maalesef büyük bir sıkıntı içine soktuğu açıktır.
CHP iflah olmaz diyorum, bazı dostlar “neden” diyorlar…
Alın işte manzara bu…