Aslında niyetim geçen hafta açıklanan büyüme ve dün açıklanan enflasyon rakamları üzerine bir şeyler yazmaktı. Zira özellikle büyümede şaşırtıcı sayılacak yükselmenin o kadar da sürpriz olmadığından ve önümüzdeki çeyreklerde gelecek rakamların da buna yakın olacağından dem vuracaktım. Son aylarda yaşadığımız hızlı kur artışlarının ardından zaten yükselmesini beklediğimiz enflasyon açıklandığında nedense “şaşkınlık” ve “panik” yaşayanlara sakin olun diyecektim. Ama diyemedim. Diyemedim, çünkü klavyenin başında aklımda toparladıklarımı unutmadan bir an evvel ekranımda görme telaşı ile tuşları paralarken ekrana o haber düştü: “Çocuk,…ceset,…. klor gazı,… Esed…”. Boşlukları siz doldurun artık. “Esed’in askerleri klor gazı ile saldırdı. Hastaneler çocuk cesetleri ile dolu”.
Hani okulda öğretmen verirdi ya böyle ödevler; şu kelimeleri kullanıp bir paragraf yazın. Bu dört kelimeden bir ödev olsaydı ne yazardınız? Mesela ben şunu yazabilirdim: “Esed’in tüm klor gazı silahları imha edildi. Artık Suriye’de çocuk cesetleri olmayacak”. İkisi de aynı dört kelimeden ama biri haber, biri hayal.
Haber sadece harflerle gelmiyor ki artık. Resimler, görüntüler, sesler, çığlıklar, hıçkırıklarla geliyor, gelmez olası haber. Keşke yapmasalar. Keşke sokmasalar gözlerimize cesetlerini çocukların. Keşke getirmeseler kulağımızın dibine çığlıkları. Keşke birkaç kuru harfle kalsa haber. Ama yakmıyorsa gözlerimizi o görüntüler, sağır etmiyorsa kulaklarımızı o çığlıklar zaten bitmiş insanlığımız. Daha o gün kör etmediyse gözlerimizi Aylan bebek, bugün “göstermesinler şu görüntüleri” demek ikiyüzlülüğün en büyüğü değil mi?
Sahi gördünüz mü maskenin şişirip, gazın kıpkırmızı yaptığı yanaklarını o masum yavrunun? Demek sadece soğuktan değil gazdan da kırmızı olurmuş çocukların yanakları. Kim bilir belki de gazdan değildir. Belki de bizim kızarmayan yüzümüzdür gördüğümüz. Size nasıl baktığını fark ettiniz mi? Sizce korku muydu gözlerindeki? Yoksa göz göze geldiği herkese, utanın, yerin dibine girin mi diyordu? Sizi bilmem ama ben utancımdan bir daha kafamı kaldırıp bakamadım yüzüne.
Peki siz de benim gibi defalarca seyrettiniz mi o yan yana uzanmış melekleri? Siz de her defasında, “uyuma numarası yapıyorlar şimdi gözkapakları kıpırdayacak” ümidiyle baktınız mı yüzlerine? Sahi size de öyle gelmedi mi? Sanki her an gözlerini açıp kalkacak gibi değiller miydi? Keşke öyle olsaydı. Keşke kalkıp insanlığı bir kez daha kurtarsalar ve son bir şans verselerdi. Ama olmadı. Hepimizin insanlığını içimizden söküp yanlarında götürdüler çıplak vücutları ile. Sahi görünce sizin de üstlerini örtmek geldi mi içinizden? Ama ölülerin üşümediğini hatırladığınızda siz de benim gibi utandınız mı insanlığınızdan? Daha kaç kere gömeceğiz insanlığımızı? Daha ne kadar yarılacak ki yer bizi içine alsın? Ne zaman artık vaz geçeceğiz kendimize insan demekten? Yaratılımışların en şereflisi değil miydi o? Hala utanmayacak mıyız kendimizi öyle sanmaktan?
Diyorlar ki Esed’in generali inkar etmiş. Biz yapmadık demiş. Sonuna kadar haklı. Evet onlar yapmadı, biz yaptık. Bütün insanlık yaptı. Hem sadece bu değil ki. Binlerce defa yaptık. Yüzyıllardır yapıyoruz. Yüzyıllardır kendi çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakmak için başkalarının çocuklarını hiçe sayıyoruz. Daha zengin olacağız, daha müreffeh olacağız, daha güçlü, daha güvenli olacağız diye ne gerekiyorsa yapıyoruz. Lakin bir an durup neyin üzerinde yükseldiğimize bakmıyoruz. Altımız yüzyıllardır biriktirdiğimiz çocuk bedenleri ile dolu değil mi? Dün başkalarıydı, bugün Esed. Yarın da birileri olacak. Zira daha en başında masumiyetimizi kaybettik hepimiz.
Kimbilir daha ne kadar melek göndereceğiz Yaradanın yanına. Ama sanmayın ki Adem’e secde ettikleri gibi karşılayacaklar bizi. Hala kaldıysa yüzümüz, hazır edin. Bir bir tükürecekler yüzümüze.