Darbe dönemlerini sıklıkla yaşadık. İlk olarak 12 Eylül kâbusunu yaşadığımız zaman yaşım küçüktü, ancak olanı biteni anlamaya yetecek durumda idi. Üstelik hiçbir şeyle alakası olmayan kendi halinde, dindar ve milliyetçi bir insan olan babamın da bir muhbir vatandaş tarafından şikâyet edilmesiyle çok daha farklı yaşadık. Darbeciler babamı götürdüklerinde ulaşacağımız, dert anlatacağımız kimse yoktu; yaşımız da, çevremiz de derdimizi anlatmaya yetmiyordu. Onyedi gün sonra, hiçbirşeyle alakası olmayan babam döndüğünde adeta insanlıktan çıkmış vaziyette idi. En büyüğü lise birde, en küçüğü yeni doğmuş dört çocukla kalan annemin ise, saçları babamın götürüldüğü günün gecesinden sabahına ağarmıştı… Allah o günleri kimseye bir daha göstermesin.
Hayatımızın sonraki safhalarında ise darbenin postmodernini, e-muhtıra olarak gelenlerini de gördük. O darbelerin de pek çok mağduru oldu. Postmodern de olsa, e-muhtıra biçiminde de gerçekleşse insanların ömründen ömür götüren, toplumu geren, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarındaki kazanımları bir anda yüz geri eden bu süreçleri daha aklı başında ve değerlendirme yapmaya müsait yaşlarda gördük.
Bütün bu darbelerde hep eleştirdiğimiz hususlar arasında yer alan önemli bir başlık vardı ki, bu darbe girişiminde çok şükür onu yaşamadık.
Medyanın tutumu, darbe girişiminin ilk anlarından itibaren son derece net, açık ve demokrasiden yana gerçekleşti.
Çok önemli bir akademik çalışma vardır. Dostum, arkadaşım ve şimdi öğretim üyesi, bir dönem dekanı
olduğum Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu Hayati Tek tarafından yapılan: Darbeler ve Türk Basını
. Burada 12 Eylül’e kadar darbelerde basının takındığı tavır ortaya konur. Yazarların, gazetelerin genel politikalarının darbe ile birlikte nasıl darbecilerle birlikte olduğu anlatılır. Çok önemli bir bege çalışmadır.
Sonraki postmodern girişimler ve e-muhtıralarla ilgili olarak da çok televizyonlu ve yazılı basının olduğu bir dönemin incelemeleri yine çok iyi akademik makalelerle ortaya konmuştur. Onlarda da görülür ki, her darbe döneminde ana akım medya büyük ölçüde darbeciler ile içiçe davranmıştır.
Bu girişimde ise, anaakım medyanın televizyonları, internet siteleri çok hızlı bir şekilde darbe karşıtı olarak konuşlanmış; demokrasinin, meşru hükümetin yanında yer almıştır.
Özellikle darbe girişimi esnasında CNN Türk’te Sayın Cumhurbaşkanı ile canlı bağlantı yapan okulumuzda davetim üzerine ders veren, öğrencilerimize katkı sağlayan çok kıymetli gazeteci Hande Fırat ve Abdülkadir Selvi’nin cesareti, inanıyorum ki basın tarihi içinde yerini alacaktır.
O bağlantı olayların seyrini değiştirmiş; halkın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte sokaklara dökülmesine ve darbe girişiminin etkisiz hale gelmesine çok mühim bir katkı sağlamıştır.
Diğer yandan NTV’de Oğuz Haksever yine çok takdirle anılması gereken isimlerdir. Pek çok televizyon kanalı bu anlamda inanılmaz cesur, yürekli davranmıştır.
TRT’ye yapılan saldırı ile bile medyamız yönünü çevirmemiş; CNN Türk işgale rağmen darbecilere direnmiştir.
Bir önemli hatırlanması gereken olay ise, çok kıymetli dostum Şenol Göka’nın işgal başlar başlamaz hayatını hiçe sayarak kurumunun başına koşmasıdır.
Bu öyle her babayiğidin yapabileceği bir cesaret örneği değildir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’yu da tebrik ve takdirle burada zikretmek elzemdir.
Sokaktan topladığı yiğit insanlarla işgalcilerden kurtarmak üzere TRT’ye koşmuştur. Pek çok siyasetçinin “güvenli yer” arayışına girip, araziye uymaya çalıştığı bir anda bir bakanın her şeyi göze alarak böyle bir girişim içinde olması da yine tarihin kaydedeceği bir gerçektir.
Özgür basın, darbeye direnen basındır. Özgür basın, silahlar karşısında bile millet iradesini, egemenliğini savunan basındır. Basınımız, özgürlüğünü, rüştünü ispatlamıştır.