Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken diye başlar masallarımız...
Bildiğimiz gerçeğin - gerçekliğin ötesine geçeceğimiz bir hikayenin eşiğinde olduğumuzu haber verir bu cümlelerle anlatanına da, dinleyenine de...
Efsunlu olayların, büyülü maceraların kapısındayızdır şimdi.
Aladdin’in Lambası’nın, Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerin, Pinokyo’nun, Alis’in Harikalar Diyarı’nın ülkesindeyizdir.
Ya da Yüzüklerin Efendisi’nin, Harry Potter’ın gezegeninde...
Bambaşka bir evrende...
Her masalda bir mesel, her söylencede bir ders vardır mutlaka.
Zamanın imbiğinden süzülüp, dilden dile anlatılan bu öyküler iyi insan olmayı, erdemi, vicdanı, ahlakı, adaleti, paylaşmayı anlatırlar kuşaktan kuşağa...
Unutmaya yüz tuttuğumuz değerleri hatırlatırlar...
Gelelim sadede...
İşte böylesine masalsı bir diziyle geçti bütün hafta sonum.
Ekran karşısında öyle saatlerce kalabilenlerden değilimdir ama on bölümünü de adeta soluksuz bitirdim iki gecede.
Siz "masal" dediğime bakmayın, çoluk çocuğa seyrettirmeye falan da kalkmayın çünkü bu en hafifinden + 16’lık kallavi bir gerilimdi efendim.
Yer yer Stranger Things’i hatırlatan ama ondaki bütün sorunları daha ilk bölümünden çözümlemiş, Amerikalı miniklerin ürkütücü masalını bambaşka gizemli sulara sürüklemiş bir dizi...
Hani Alman yapmış derler ya; işte tam da öyle bir işti Dark!
Ve Stranger Things dönme dolapsa bir lunaparktaki, aynı parkın korku tüneliydi izlediğim; bu kadar kesin - keskindi aralarındaki fark!
Aynı kasabada, aynı insanlar etrafında şekillenen hikaye, bizi zamanın ne olduğu sorusunun cevapları üzerinde düşünmeye çağırıyordu.
Ya evrendeki, içine bildiğimiz tüm maddeleri çekerek zamanı büken karadelikler dünyada da varsa?
Ya gezegenimizin bir yerlerinde, bizi bir anda geçmişe ya da geleceğe fırlatabilecek solucan delikleri bulunuyorsa?
Bilimkurgu meraklıları hatırlayacaktır, şu sıralar üçüncü sezonu gösterimde olan Outlander da benzeri bir konuyu işlemişti.
Ama Dark zamanda yolculuğu, anlattığı hikayeye fon yapmamış, adeta bütün olayların merkezine yerleştirmiş.
İçimden uzun uzun yazmak geliyor ama heyecanını kaçırmaktan korkarım.
Netflix’le tanıştığımız günden beri en etkilendiğim dizilerden biriydi Dark der ve müsaadenizle konuyu burada noktalarım.
Zira aklım Hayyam’da. Aramızdan tam 886 yıl önce bugün ayrılan büyük ozanda.
Onu, insanlık var oldukça kıymetinden en ufak bir şey yitirmeyecek rubailerini okuyarak anacağım bugün.
Şiirlerinin evreninde, dizelerinin eşliğiyle, gönül ikliminde dolaşacağım.
Hoşgörü adına, başkaldırı adına, dürüstlük adına yazılmış en güzel dörtlüklerin şairidir benim için Ömer Hayyam...
“Dedim: Artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırrına ermişim az çok.
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş de, hiçbir şey bildiğim yok...”
Bir de romanım var eskilerden tekrar okumak için ayırdığım; Amin Maalouf’tan Semerkant.
Büyük yazarın aynı medresede yetişen Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizam’ül Mülk’ü anlattığı, naçizane benim gözümdeki başyapıtı.
İşten güçten, Reza'dan, günlük sıkıcı rutinden biraz uzaklaştım hafta sonu kendi adıma ne mutlu.
İnsan filmlerle, dizilerle, kitapla, şiirle bu grilikten koruyabiliyor kendini az da olsa; hayat sanatla güzel, yaşamak sanatla inanın çok daha umutlu...