Defne Samyeli'den büyük itiraf! ''En büyük korkum...''

Koronavirüsün Türkiye'de de yayılmasının ardından kendisini karantinaya alan Defne Samyeli Hürriyet'ten Ferit Ömeroğlu'na hayatıyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Söz konusu röportajın ilgili kısımları şu şekilde: 

Nasıl karşıladınız bu süreci? Tedbirlerinizi aldınız mı?

Çok zor kabul ettim. Çünkü ben genel olarak hayatı hızlı yaşayan, yerinde hiç duramayan birisiyim. Evde oturmaktan hiç hoşlanan bir insan değilim. Özellikle çok çok yoğun çalıştığım, bundan da çok mutlu olduğu bir sürece girmiştim. Yeni projeler, yeni heyecanlar, duyurmak istediğiniz yeni işler, bir kısım yaptığımız işler derken onlarda çok havalara uçtuğum bir süreçte istemeden her şey durma noktasına geldi. Tek tek ders oldu tabii… Önce kabul etmek istemedik ama gerçek olan bir şey var ki pandemi ilan edildi ve tedbir almak zorundayız. Hayat bize dur dedi. Her şeyin anlamını yeniden sorguladığım, her şeyin önemini yeniden gözden geçirdiğim bir süreç oldu. Mecburen evlere kapanmak zorunda kaldık ve şimdi aslında hiç de şikayetçi değilim. Ne yalan söyleyeyim başımın üstünde bir çatı var. Ailemle ve sevdiklerimle birlikteyim diye... Şükürler olsun dediğim ve öncelik sıralamamın çok değiştiği bir süreç bu… Her şerde bir hayır vardır.

Adapte olabilmişsiniz bu sürece daha önce geçmişinize hayatınızda farklı bir sebepten de olabilir. Uzun süre ya da bu zamanda evde kaldığın sürece olmuş muydu?

Hiç olmadı. 2 çocuk doğurdum. Hatta ikisini de yurt dışında doğurdum. Ona rağmen kalmadım evde… O vaziyette eşyaları toplayıp ülkeme geri dönüp yayınıma yeniden çıkmaya başlamıştım. Yurt dışındayken kendim bir operasyon geçirmiştim kanser şüphesiyle… Onu hatırladım. O süreçte ne yaptım diye… Orada da 2- 3 hafta evde kalmak zorunda kalmıştım. Dinlenmek amaçlı… O zaman da vaktimi tamamen internetten bana yollanan Türkiye'den tanıdığım tanımadığım insanlardan gelen e-mailleri cevaplamakla, klasikleri yeni baştan okumakla geçirmiştim. Fakat çok zorlanmıştım.

“Natürel seleksiyon diye bir gerçek var. Aramızdaki zayıfları alıp götürecek”

Sağlığınız iyi mi?

Çok iyi… Üzerinden uzun yıllar geçti. Bana sağlığın önemini öğretti o zamanki yaşadığım olay… Demek ki her işte bir hayır var. Bugün geldiğimiz nokta yine bu… İyi mesaj vermem gerekirse bunu söylemek isterim. Neticede elimizde olan şey bu… Sağlık sorunları hep olacak. Bundan daha kuvvetlileri de gelecek. Natürel seleksiyon diye bir gerçek var. Aramızdaki zayıfları alıp götürecek. Bunlar bu hayatın döngüsü… Engel olabilmek mümkün değil ama bu bedenimize iyi bakmazsak, sigara içersek, kötü yiyeceklerle beslenirsek, kilomuz istediğimiz yerde olmazsa ve bunları keyfi bir yerden yapıyorsak bir dur demek gerektiğini çok net hayat bize anlatıyor. Bak, işimiz gücümüz yok. Elimizde kendimizi değerli sandığımız, bütün sahip olduklarımızın hiçbir anlamının olmadığını anladığımız günler yaşıyoruz yine... Eşimiz, dostumuz kimseyle görüşemiyoruz. Ben sosyal olmakla çok övünen, bunu çok önemseyen, her an herkesle iletişim halinde olan bir insandım.

Bugün görüşmek istediğim arkadaşlarımın birçoğuyla görüşemiyorum. Şu kaygıdan… Benim de evde yaşlı annem var. Ben ailem ile birlikte yaşıyorum. Kendi sağlığından ziyade başkalarına bulaştırmamak adına alınan önlemleri önemsemek zorunda olduğum bir süreç yaşıyorum. Eve tamamen kapanmadım. Doğanın içinde oturuyorum. Ev seçerken öyle bir tercih yaptım. Şehrin Merkez'inde değilim. Onun için orman bana yürüme mesafesinde… Orman yürüyüşleri yapıyoruz. Kendi bahçem var. Onun için çok şanslıyım artı çalışmak zorunda değilim. Her gün işe gitmemi gerektirecek bir sistemin içinde değilim. Bir yandan bu mecburiyeti olan sağlık çalışanları, basın mensupları ve yine işine gitmek zorunda olan insanlar için devamlı dua ediyorum. Onlara müteşekkiriz. Ben sahip olduklarımla, bildiklerim ve birikimlerimle neler yapabilirim, nasıl faydalı olabilirime yoğunlaştığım bir süreç yaşıyorum. Oradan da elimde bir liste yapılacak işler var. Neticede hepimiz topluma faydalı olmak için yaşamıyor muyuz? Beni en çok rahatlatan şey bu…

“İstesem bana televizyon kanalları zaten açık”

Hayatınızın bir noktasında ana akıma, haberciliğe dönmeyi düşünüyor musunuz?

Şu anda yerimde duramıyorum. Bu sabah balkondan aşağı ağaçlara bakarken onu düşündüm. Benim yayında olmamın, haber yapmamın nedeni zaten böyle olaylar, böyle durumlardı. Ben bunların çoğunda o kadar uzun süre evim yerine stüdyoda yaşadım ki… İsimleri tek tek saymaya gerek yok ama yine toplumsal birlik beraberlik gerektiren, can sıkıcı ve yarının ne olduğunun bilinmediği dönemlerde sanırım benim bir tarafım devamlı enforme olup bunu anlayıp insanlara iletmek istiyor. Yapacağız bir şeyler... Benim hayatta iyi yapabildiğim şeylerden biri anlamak ve anlatmak... Hiçbir şey yapamasam dertleşmek istiyorum. Buradan hareketle aklımızda insanlara faydalı olabileceksek eğer yapmayı düşündüğünüz bir yayın var. Altyapısını şimdiden oluşturmaya başladık. Birimizin evinde ya da toplanabildiğimiz kadarıyla çünkü mantığı da zaten bu… Madem evden çıkmıyoruz… Yoksa istesem bana televizyon kanalları zaten açık. Sağ olsun bir kısmının zaten sahibi tanıdık. Şu anda çalışanlar da arkadaşım. Ben bir ekibin parçası da değilim. Şimdi yayınlarda bana ihtiyaç da yok. Herkes gayet güzel işini yapıyor.

“ Kendi istediklerimi söyleyebilmek istiyorum.“

Defne Samyeli Akşam 7'de televizyonu açtığımızda bir kanalda görsek nasıl haber sunardı?

Bu şartlar altında, şu anda günümüz şartları içerisinde reflekslerim elbette bir yayında olmak, anlamak ve anlatmak istiyor çünkü yabancı haber ajanslarıyla öğreniyorum birçok bilgi alıyorum ve bunu paylaşmak istiyorum ama bunu ben kendi kalibremde kendi etrafıma sadece ilgilenenleri ve takip edenlerin izlemek istediği bir formatta sunmayı tercih ederim. Bir televizyon kanalı da bir marka, ekiplerde bir marka… Ben onların parçası değilim. Olmayı isteyeceğim dünyadan da çok uzaklaştım. O zaman ki daha serbest habercilik, herkesin kendi özel haberini hazırladığı ve nispeten daha özgür olduğu enerji yok artık günümüzde… Onun için beni çok çekmiyor. Ben kendi istediklerimi söyleyebilmek istiyorum.

Ruhunuzun özgürlüğü ne zamandan beri var? İçi içine sığmayan enerjisi yüksek bir Defne Samyeli görüyorum ben hep...

Hep öyleydi. Okulda da öyleydi. 18 yaşında maaş alarak televizyon kanalında çalışmaya başladığım günden beri var. Hep öğrenmeye çalışıyorum. Öğrendiğim günden bu yana sorguluyorum. İnanmadığım hiçbir şey yapmak istemiyorum. Bugün değer yargılarım biraz da değişmiştir. Bundan 10 yıl önce yaptığım bir işi bugünkü aklımla yapar mıydım bilmiyorum ama o zaman ki doğrularıma uyduğu için yapmışımdır. Mesela bir tane şaka programı sunmuşluğum vardı. Biraz da şakadan hoşlanmam. İnsanlara şaka yaparken de vicdanım sızladı ve ben programla bağdaşamadığım için bıraktım. Bugünkü aklım olsa sunmazdım mesela... Devamlı öğrenmeye ve sorgulamaya çok inanıyorum. Biz sorgulamadığımız zaman insan olmaktan çıkıyoruz. Bence yönetilen birileri oluyoruz. Kurallara uymak bir toplumsal yaşayışın olmazsa olmazı ama içinde bulunduğumuz kuralları da her zaman adapte edebilmek gerekiyor, sorgulamak gerekiyor.

Bunu nasıl yapabiliriz?

Mesela şu içinde bulunduğumuz yeni durum da yeni kurallar oluşturmak gerekti. Sorgusuz uyuyoruz onlara… Çünkü belli ki ya enfekteyiz ya da olacağız çok yakın bir tarihte… Hepimizin aynı anda hastalanmaması gerekiyor. Buna da uymaya çalışıyoruz ama bunun dışındaki hayatımızı, iş hayatımızı, sosyal hayatımızı sürdürmemize olanak sağlayan kuralları sorgulamak, meslek hayatlarımızda doğru bildiklerimizi yapmak eğer doğru bilmiyorsak yanlış bilebileceğimize de açık olmak… Yani mutlak doğruyu bilen, ‘ben haklıyım’ demeden kendini de sorgulayan bir yerde durmak çok önemli… Haber yayıncılığı bunların benim için yapılabilirliğinin artık olmadığı bir noktaya evrilmiştir. Ben işimden atıldım. Ondan sonra da gülerek ve severek isteyerek artık bu işi sonlandırmaya karar verdim. Ama günümüz dünyasında artık yayıncı olmak için bir televizyon kanalına da ihtiyacın yok. Bugün istersem ve bir talep olduğuna inanırsam sadece takip edenler ile dertleşmek ve güncel konuları konuşmak üzerine yürüttüğüm bir yayınım bile olabilir.

Yakın gelecekte de böyle b ir şey bekleyebilir miyiz sizden?

Neden olmasın? Hepimiz birer makineyiz. Bir kuruluş amacımız var. İster istemez makine orada sinyal veriyor. Deprem olsun, terör eylemleri olsun, başka kazalar olsun, insanların evde kapanıp televizyon ekranlarından bilgi aldığı dönemlerin hepsinde, hatta bunları bırak eğlendiği dönemlerin hepsinde ömrüm yayında geçti.

“Beni 5 kişinin izlemesine de hazırdım”

Haber spikerliği, oyunculuk, müzik… Kendinizi gösterdiğiniz her alanda varlığınızı nasıl kabul ettirdiniz?

Yapamazsınız diyen herkesi dinlemeyeceksin bu bir… Televizyonda çalışmaya başladığım zaman 18 yaşındaydım ve müzik eğlence programlarındaydım. İlk 5 yılımda kendime ait show programım var. Orada şarkı söyleyip dans da ediyordum. İlk albümü yaptığım zaman da 22 yaşındaydım. Müzik hayatıma sonradan giren bir şey değil. Çok çok çok uzun yıllardır şarkı söylüyorum ama insanlar da birbirimizi anlamak için onların üzerine bir etiket yapıştırmak gibi bir eğilim var. O etiketle ben seni mesela doktor olarak tanıdıysam sen benim için doktor olarak kalmalısın. Bu bir insan davranış biçimi… Ben bunu kabul ediyorum ama benim farklı yönlerim var. Bu farklı yönlerimin hiçbiri birbiri ile uyumsuz değil aslında hepsi bir performansçılık üzerinden ilerliyor. İster kamera önünde konuşayım, ister şarkı söyleyim, ister oyunculuk yapayım. Benim çocukluğumda böyle geçtiği için hiç yabancı değilim. İnsanlar da bana yabancı değil… Sadece meslek hayatım çok uzun. Yaşıma rağmen diyeceğim yaşım da çok fazla değil. (gülüyor) 30 yıl olmuş ben ekrana çıkalı… 30 yıllık sürenin herkes kendi yaşına göre olan kısmını hatırladığı için o dönemlerde “bundan nasıl haberci olacak?” diyorlardı. Sonra haberciyken de haberci değil aslında haber spikeri… Hani bunu diyen hep oluyor. Sen o süreçte şuna inanmalısın. Benim kendimi kabul ettirmek gibi derdim yok. Ben içten biliyorsam yapmam gerekeni zaten olması gereken oluyor. Eğer o işi dostlar alışverişte görsün diye yapmıyorsan, moda diye yapmıyorsan, “a bak Ayşe, Fatma, Hatice, Ahmet, Mehmet yapıyor bende yapar buradan yolumu bulurum” diye yapmıyorsan o işte sen zaten kalıcı oluyorsun. Ben adım attığım işlerde tek pusulam bu ve hiçbir korkum yok.

Neden?

Çünkü içsel güdüm ve içsel beni yönlendiren ilham aldığım yer o kadar kuvvetli ki… Kendime inancım kuvvetli, her şeyin ötesinde. Ben kulüpte şarkı söylemeye başladığım zaman beni 5 kişinin izlemesine de hazırdım. Çoktan kabul etmiştim. Yani 6. kişi olmasa da olurdu ama çok iyi gitti.

“Kendimi ve etrafımdaki herkesi devamlı gözlemliyorum”

Yaşadığınız anı ve tecrübelerin iç dünyanızdaki bu birikime yansıması ne oluyor?

Aslında çok oluyor ve hepimizde oluyor bu… Sadece bakmayı bilmek lazım. Gizemli bir derinlik, o hepimizde var. İnsanlara baktığınız zaman ne kadar derinini görmek istiyorsak o kadar görüyoruz. Benim gibi işte… Televizyon programlarında konu edilen isimler ne kadar yüzeysel anılırlarsa o kadar yüzeyselmiş gibi algılanıyorlar ki bunun altında yatan ben hala benim. Okuduklarımla, biriktirdiklerim ile yaptıklarımla ama bu gösterilen kısım sadece sokakta gezen ben olursam sadece sokakta geziyormuş gibi gözükürüm ama yapılan işlerin arkasında dünyanın kanı, teri, gözyaşı, dünyanın yaşanmışlıkları oluyor işte... Sen bir bireysin. İki tane neredeyse artık yetişkin çocuk büyütmüşsün. Bunlar böyle gökten kucağına düşmüyorlar ve bir hayat var. Bu hayatın kendi derinliği içinde kendimi öne çıkartarak söylemiyorum ama hepimiz için geçerli yaşadıklarımız, gördüklerimiz, onlardan edindiğimiz derslerle oluşturduğumuz refleksler, değişimler, hamurumuza yeni katılanlarla seçtiğimiz yeni yollar bizi yeni bir insan yapıyor. İnsan davranış bilimleri hep çok ilgimi çeken bir konu ve de psikoloji… Bunun bir sonucu olarak ben kendimi ve etrafımdaki herkesi devamlı gözlemliyorum. Kendimi de gözlemliyorum. Yaşadığım her şeyden yeni şeyler öğreniyorum. Hep şaşırıyorum. Çünkü hayat baksana… Mesela ne kadar şaşkınız... Bizim için önemli olan şeylerin sıralaması bir anda nasıl değişti. Bugün deselerdi ki evde iş bölümü yapacaksın da kimin ne yapacağıma karar vereceksin, inanamazdım. Ben zaten bunlardan çok sıkılan, genel olarak mutfakta vakit geçirmeyi hiç sevmeyen, bu işleri başkalarına delege eden sonra keyifle bunlardan faydalanan ama genel olarak hep çalışan, para kazanan kişiyim kendimi bildim bileli.

“En büyük korkularımdan bir tanesi de hafife alınmak”

Bu kadar basitçe eleştirilmek, bu kadar basitçe magazin figürü haline gelmek ne kadar rahatsız etti/ediyor sizi? Umursuyor musunuz?

Çok rahatsız ediyor ama bunun da benim geçmem gereken bir sınav olduğunu düşünüyorum. Çünkü seni hayatta en çok ne rahatsız ederse onlarla geliyor ya sınavlar... Benim çocukluğumdan beri en büyük korkularımdan bir tanesi de hafife alınmak... Çünkü çok sınıf birincisi, okul birincisi olmuştum. Güzellik yarışmasından önce başka yarışmalarda hep dereceleri olan çocuktum işte… Kompozisyonlar, fizikler, matematikler… Benim için güzellik çok önemli bir şey değilken çocuk olduğum zaman da bir güzellik yarışmasıyla hayatım değişti. Hep güzel olmakla, -sanki o bir zayıflık yeri- hep onunla yargılanır ve sınanır oldum. 40 yaşıma gelinceye kadar neredeyse… Güzellik yarışmasının hatırlatılmasından bile bu nedenle hoşlanmadım zaten… Altında çok ciddi bir başka potansiyelim var. Bunu göstermekle ilgili derdim oldu zannediyorum ve de hep gösterdim. Ona da inanıyorum. Onun için beni hep zorlayacak işlerin içinde oldum ve tanıyorum. Ne yapamaz dedilerse bir süre sonra kendim için onu en iyi yapanlardan birisi olduğumu kendime ispatladığım bir kariyer geçirdim. Ama işte bu hafife alınmakla ilgili kaygının bir kısmı da magazinde, özellikle iş dışı konularla anılmak benim için ne kadar kaçındığım bir şey olsa da, hayatımın belli dönemlerinde neredeyse sadece o varmış gibi anılmasını gerektiren bir takım gelişmelere gebe olduğunu anladım. Zannediyorum bunu da kolaylıkla geçirmem gerekiyormuş. Onu anlıyorum. Yani bunları daha umursamadığım yerde olmak gerekiyormuş. Netice de işte ne kadar özensen de kendini içinde buluyorsun ve böyle anlıyor ve böyle anlatılıyorsun. Ne kadar rahatsız olsan da bir süre sonra geçiyor. Demek ki hiçbir sana yapıştırılmaya çalışan etiketin doğru olmadığını önce senin bilmen gerekiyor. Onunla barışman gerekiyor ki artık seni etkileyecek olmaktan çıksın. Sanırım onu da başardığım yere geçtim en sonunda.

Bugün itibariyle yaşadığınız tecrübelerinden sonra kızlarınıza bırakacağınız manevi miras nasıl değişti, nasıl şekillendi?

Çocuklara hep söylediğim bir şey var. Aynada gördüğümüz kişinin zihinsel, fiziksel, duygusal ve ruhsal gelişimine yatırım yapmak zorundayız. Çünkü günün sonunda elimizde kalan bir tek kendimiz oluyoruz. Kendimizi ne kadar iyi bir pozisyonda tutabilirsek, bu anlattığım alanlardan ruhsal, fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak sevdiklerimize, topluma o kadar çok faydamız olur. Sağlık gittiği zaman Allah göstermesin, birimizin ciğerlerini bir şey olsa akıllı olmanın ne güzel olmanın, ne zengin olmanın, ne yetenekli olmanın bir önemi var. Dünyada hiçbir önemi yok. Sağlıklı olmaları için elimden gelen her şeyi öneriyor olurum ama ne kadar faydalı oluyorum bilemiyorum. Onun dışında zihinsel sağlığınızı korumakta çok önemli, duygusal sağlık da çok önemli… Ben bunlara yeteri kadar elimden geldiğince yatırım yapabilmiş birisiyim. Hayatımda inanılmaz faydalarını görüyorum. Bunlardan zaman zaman bahsediyorum. Kimi hafife alınıyor, kimine inanılmıyor, kimiyle dalga geçiliyor, herkes alması gerektiği kadarını alıyor ama ben bunlardan faydalandım, çocuklarım da faydalanabilsin diye elimden geleni yapıyorum. Birer kadın olarak sırtını kimseye yaslamadan -bu bir erkek olmak zorunda değil anne, baba, kardeş, arkadaş bir eş- bunlara sırtını yaslamadan ekonomik özgürlüğünün elinde olması çok önemli... Bu ekonomik özgürlük bir gün elden gidebilirdi. Bir şey olur işte… Dünyaya bir salgın gelir iş yapamaz hale gelirsin. En önemlisi kişisel öz saygı ve öz güveni oluşturmuş olmak, çocuk yaştan itibaren… Bunun da yolu bir şeyleri tamamlayabilme hazzını yaşamak küçükte olsa… Bu oda toparlamak kadar basit bir şey de olabilir, hiç öğrenmediğim bir enstrümanı çalmak olabilir, birilerine yardım etmek olabilir. Bu dünyada fark yaratmak çok klişelendirilmiş bir şey ama o kadar önemli ki… Birinin hayatına dokunmak, fark yaratmak, insan öz saygıyı, özgüveni buralardan elde ediyor ve bunları oluşturduğunuz zaman kolay kolay işsizlikle, parasızlıkla aşksızlıkla, sağlıksızlıkla yıkılmıyorsun. Ben hep ona inanırım. Tek başıma olsam ne yaparım? Yani bir gün hayat gelip bunların hepsini elimden alabilir. Oralarda sağlam, mutlu uzun durabilmek için insanın kendisine bir de arkadaşlarına, sevdiklerine yatırım yapması gerekiyor. Vefalı olması gerekiyor.

Türkiye tetikte! "Şakası yok, zamanlama meselesi" Almanya'da kaybolan Kütahyalı imamdan acı haber Plastik poşete zam yolda!
Sonraki Haber