Artık herkes eteğindeki taşları döktü. Pazar günü sandıklardayız. Ülkemizin önümüzdeki beş yılını belirleyeceğiz.
Parlamento’nun terekkübü artık Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisini mümkün kılmıyor. Oylarımızla yine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne devam kararı almış bulunuyoruz.
Yani seçeceğimiz kişi muhalefetin önerdiği görev, yetki çerçevesinde kalmayacak, mevcut sisteme devam edecek.
Bu bakımdan da muhalefetin “değişim” vurgusunun da çok bir anlamı kalmıyor.
Aslında seçilenin sistemi kurduğu, kurguladığı ve seçilenin tasarruflarını tek başına yapabildiği bir ortamda muhalefetin kendi çok parçalı ve her geçen gün üye sayısını artırdıkları bloklarının beklediği gibi bir hükümete de pek ihtimal görünmüyor.
Varsayalım ki, muhalefet başarılı oldu, “değişim” söylemi ile gelecek olan Sayın Kılıçdaroğlu ne yapabilecek?
Kanun çıkaramaz, kararname ile de ülkeyi yönetemez. Vergi koyamaz, vergi kaldıramaz, bütçe dahi yapamaz. Atamalarda bile Parlamento tarafından engellenebilir. Kısacası herhangi bir değişikliğe gidemez.
Hayatının uzun yıllarını bürokraside geçirmiş birisi olarak hala ısrarla muhalif bloğun adayı Kılıçdaroğlu’nun kazanacağı bir seçim sonucunun ülkenin önünü açacağını iddia edenleri ilgi ile dinliyor ve benim göremediklerimi nereden bakarak gördüklerini merak ediyorum.
Öte taraftan kazandığı takdirde seçim öncesi tüm paydaşlarına verdiği sözleri tutacak ve hükümet oluşumunu ona göre yapacak olsa bir başka karmaşa ortamı doğacak.
Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ni esas alabilecekleri bir zemin de kalmadı. Zafer Partisi desteği için oradaki pek çok konuyu rafa kaldırmak durumundalar.
Bizim bilmediğimiz, HDP/YSP ve Kandil tarafının ısrarla “var” dediği, Sayın Kılıçdaroğlu’nun “yok” diyemediği, kimi CHP’lilerin açık veya örtülü kabul ettikleri, bazı ortaklarının nereden çıktı bu şimdi modunda oldukları kapalı kapılar ardı anlaşmaları ile ilgili hususlar da keza gündeme getirilecek olursa ortam bir hayli karışacak…
Kısacası buradan bakınca bir “değişim” söylemlerinin “Recep Tayyip Erdoğan gitsin!” demekten başka hiçbir pratik anlamı olmadığı ortaya çıkıyor…
Kaldı ki, bu değişim söylemi sanki bilmediğimiz bir politikacının üzerine inşa edilmişçesine bir hava yaratılıyor. Sayın Kılıçdaroğlu ne yeni bir politikacı, ne yeni bir parti genel başkanı.
Hattızatında partisi açısından artık miadı dolmuş, muhtemeldir ki pazartesi itibariyle “gitsin artık” kampanyaları başlatılacak hale gelmiş, girdiği hemen her seçimden mağlubiyetle çıkmış, yeniye dair hiçbir fikri, öngörüsü, perspektifi olmayan ve dahi çok eskilere takılıp kalmış bir kişi.
Kişiliği ile ilgili hiçbir şey demiyorum.
Fikirlerine ve siyaset tarzınadır benim eleştirilerim.
Değişim ve yenilik kavramlarının Sayın Kılıçdaroğlu üzerine bina edilerek kullanılması doğru değil.
Diğer yandan değişimi sağlayacak, yenilik getirecek diğer bileşenlere bakıyorsunuz onlar da sabit kalem yerlerinde duran ve artık milletimizin aşina olduğu, varlıklarından umut duymadığı isimler…
Sözgelimi dış halkadan başlayalım, PKK/HDP/DSP isimlerinden hangisi yeni? İyi Parti yönetim kademelerinden hangisi yeni? AK Parti’den ayrılan isimlerden hangisi yeni? Saadet Partisi Genel Başkanı mı yeni?
Bu bakımdan bir daha diyorum, bu yenilik, değişim vb. gibi sözcüklerin artık bir kıymeti kalmadı.
Tekrar vurgulamak gerekirse gerçekte tek bir şey isteniyor: “Nasıl giderse gitsin ama sadece Recep Tayyip Erdoğan gitsin…”
Bunu bu netlikte bir tek PKK/HDP/YSP/TİP bloku söyleyebiliyor. Onlar buna bir de Bahçeli ve MHP’yi ekliyorlar. Tüm dertlerinin bu olduğunu açıkça ifade ediyorlar. AK Parti, MHP, Erdoğan ve Bahçeli bloğu giderse istedikleri her şeyi yapabileceklerini üstüne basa basa belirtiyorlar.
Diğerleri ise “değişim, yenilik” gibi sözcüklerin arkasına sığınıp duruyorlar.
Olacak şu, seçimden sonra yenilik ve değişimler muhtemelen gerçekleşecek ama muhalefette…