1990’lı yıllarda dünyadaki 40’a yakın Düşük Yoğunluklu Çatışma örneğini inceleyen Dr. Max G. Manwaring, bir mücadele modeli ortaya koymuş. Bu modelde sadece askeri güç ile neticeye varılamayacağını, ayaklanan gruplara karşı devletlerin bazı temel hususları yerine getirmelerinin şart olduğunu öne sürmüş. Bunları 6 maddelik bir modelle ortaya koymuş.
6 maddenin özeti şöyle:
1- Hükümetler ayaklananlara karşı mücadelelerinde mutlaka meşruiyetlerini muhafaza etmelidirler.
2- Sürdürdükleri gayretlerinde, bölük pörçük görünümü ortadan kaldırıp, tam bütünlük içinde olmalıdırlar.
3- Ayaklanmaya muhatap olan hükümete sağlanan destek şekli önemli olduğu gibi tutarlı da olmalıdır.
4- Asilere sağlanmış dış destek azaltılmalı, mümkünse tamamıyla ortadan kaldırılmalıdır.
5- Yıkıcı faaliyetlere, ayaklanmalara karşı mutlaka iyi istihbarat sistemi sağlanmalıdır.
6- Hükümetin mücadeleyi sürdürecek güçleri mutlaka yetenekli, disiplinli ve iyi eğitilmiş olmalıdırlar. (Mehmet Ali Kışlalı, “Güneydoğu-Düşük Yoğunluklu Çatışma”, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ağustos 1996, s. 33. 27)
Bunların Türkiye’nin terörle mücadelesine göre analizi yapıldığında Türkiye’nin özellikle 2015 sonrası terörle mücadelesinin etkili sonuçları olduğunu söyleyebiliriz. Kahraman Türk ordusu, polisi, jandarması, istihbaratçısı, korucusu ve ilgili bürokratı elbette 1984’ten bu yana mücadelesini sürdürmekte. Ama sözünü ettiğimiz 2015 yılı ve sonrasındaki konsept, örgütü yurt içinde hareket edemez, hatta bitik konuma getirirken, sınırımızın ötesinde de imhayı amaçlıyor. Gerek Suriye gerek Irak’ın kuzey bölgelerindeki operasyonlar, hedefine ulaşmadan bitirilmeyecek. Yani bir anlamda Türkiye 24 Temmuz 2015 itibariyle hakiki Çözüm Süreci’ni işletti.
İster terörle mücadele ister gerilla harbi ister ayaklanma ister düşük yoğunluklu çatışma, adına her ne denirse densin, bu tür mücadelelerde düşman gücün iradesini kıracak askeri başarı olmadan adım atılmasının sıkıntıları vardı. Türkiye, Çözüm Süreci’nde bu hatayı yaptı. PKK terör örgütünün henüz içerideki silahlı gücü kırılmadan, hem de PKK terör örgütünün gerek İmralı’daki elebaşı gerekse de Kandil’deki diğer elebaşları ile doğrudan işletilen süreç örgüte güç kazandırdı. Örgüt süreci sokakta “Bizim gücümüz devleti bizimle masaya oturmak zorunda bıraktı” şeklinde propaganda etti.
Sonuç, kırsalda güçlü tuttuğu militanlar üzerinden şehir kadroları oluşturdu. Yığınak yaptığı militanlar, çukur terörüyle mücadelede güvenlik güçlerimizin karşısına çıktı. Kazdıkları çukurlara gömdük ama bedeli ağır oldu.
Bu gerçekten yola çıkarak, şunu tekrar vurgulamak lazım: Liberal maske takan sözde liberal özde terör sevicilerin tüm yalanlarına rağmen, terörü kendileri için başlangıç mücadele sistemi kabul eden, daha sonra da gerilla savaşı yoluyla neticeye doğru gidecek olanlara karşı başarının ilk aşamasının, güvenlik güçlerince durdurulmaları kabul edilmiştir.
Önce terörist, bu aşama geçilmişse, daha sonra gerilla savaşçısının mutlaka güvenlik güçlerince durdurulması, bölge halkına güvenlik sağlanması gerekir. Bu gerçekleşmeden ne siyasi, ne de demokratik çözümlerin hiçbirinin, eğer hükümetler ayaklananların isteklerini ve böylece yenilgiyi kabul etmiyorlarsa, bulunamayacağı muhakkaktır. (Kışlalı, age., s.33)
Görüldüğü üzere Türkiye 2015’ten sonra yaptığı mücadeleyle 2012’den çok daha farklı bir ortam oluştu.
Öte yandan, ABD ve İsrail’in KCK/PKK terör örgütünün Suriye ayağı PYD-YPG terör örgütüne desteği sürüyor. Irak’ta Ankara ile Bağdat güvenlik, istikrar ve ekonomi için bir yola girdi ama henüz başlangıçta.
En önemlisi de İsrail saldırganlığı giderek gemi azıya alıyor. Önce Gazze’de soykırım yaptı, yapmaya devam ediyor. Şimdilerde Lübnan ateş altında. Arada da Şam başta olmak üzere Suriye’ye saldırılarını sürdürüyor. Yani adım adım kuzeye ilerliyor.
Böyle bir dönemde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM’nin yeni yasama dönemi açılışında DEM’lilerle tokalaşması olay oldu.
Eleştirenlerden bir kesim, Çözüm Süreci’ne de muhalif olan, DEM’lilerle her türlü iletişime hayır diyen bir kesim. Onlara yönelik detaylı yazıyı sonraya bırakıyorum.
Diğer kesim ise DEM’lilerle anayasa çalışması yapıp, üniter yapıyı çökertmek, Türk vatandaşlığından vazgeçmek, ilk dört maddeyi silmek-değiştirmek gibi faaliyetlere girenler. Yani ellerinden gelse PKK terör örgütüne ülkenin anahtarını teslim edecek tipler, terörle mücadelenin en etkili savunucularından MHP liderine eleştiri yapıyorlar. “Kişi kendinden bilir işi” misali… Kendileri her türlü aleyhte işe imza attıkları için bu tokalaşmayı da kendilerinin yaptığına benzetiyorlar.
Oysa Devlet Bahçeli, terör örgütü hareket edemez hale getirilmişken ve emperyalist-siyonist saldırganlık ülkemizi de tehdit eder boyuttayken benim de zerre hazzetmediğim DEM’lilere “bu ülkenin partisi olmak için son bir şans” vermiştir. Bu şansı kullanıp kullanmamak, terörden kopup kopmamak onların elinde.
Şunu da ekleyelim: Terör örgütünün yayın organları şimdiden üstü kapalı “size uzatılan eli tutmayın” mesajları veriyor.