Bireysel olarak gerek açılım gereç çözüm sürecinde itirazlarımı, muhalefetimi haberler, yazılar ve hatta İmralı Tutanakları isminde kitap yazarak göstermiştim. Sert eleştiriler yapmıştım. Eleştirilerimin nedenlerinden biri şuydu: Eğer silahlı olarak örgüt yenemezseniz, bu tür süreçlerde devlet/millet değil terör örgütü güçlenir. Öyle de oldu.
BEBEK KATİLİYLE 1999’DA DA GÖRÜŞÜLDÜ-BELGESİ GÖRÜNTÜLER
Daha da geriye gidersek bir kez o şans ele geçmişti. Öcalan yakalandığında teröristbaşı ile görüşmeler yapıldı. Bunun belgesini daha sonra Vatan Partisi yayınladı. Görüntüleri de mevcut. O görüşmelerdeki bilgiler, örgüte mesaj olarak gönderildi, silah bırakma, Türkiye içinden militanları çekme vb. adımlar atıldı. Zaten 1993-94 yıllarından itibaren yürütülen mücadele örgütü silahlı olarak da yıpratmıştı. Üstüne elebaşı yakalanmış, örgüt militanlarının psikolojileri dibe vurmuştu. Teröristbaşı yargılandığı mahkemede “Türkiye’nin gücü 1997’de benim belimi kırdı” demişti.
2002 yılına kadar gelişen süreç böyleydi. O tarihlerde terör örgütüne ABD desteği yoğunlaştı. Türkiye’nin de ABD’nin ekonomik, siyasi operasyonlarına direnç gücü zayıftı. Örgütü bitirmek isteyen Türkiye’ye karşı PKK’yı Ortadoğu saldırganlığında Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de kullanmak isteyen ABD’nin bilek güreşini Washington kazandı.
2002 SONRASI VE İLK AÇILIM
PKK, 1980’lerle beraber ABD’nin Şam Büyükelçisi William Eagleton’la temas, 1990’larda Çekiç Güç desteğiyle beraber zaten emperyalizmin, dolayısıyla da siyonizmin (İsrail’in) kucağına oturmuştu. 2002 süreci önemlidir. Örgüt elebaşlarından Mustafa Karasu 21 Ocak 2002’de ABD Dışişleri Bakanlığı’na bir mektup yazarak “ABD’nin Ortadoğu saldırganlığında görev istediklerini” söylüyordu. Örgütün yeniden toparlanması o süreçle oldu. Ekonomik krizlerle sarsılmış, siyaseti sıkıntıda bir Türkiye. ABD bu boşlukta, 1999 sonrası darbelenmiş PKK’yı toparladı, eğitti, donattı ve yeniden sahaya sürdü. Örgüt 2004’te yeniden saldırılarına başladı. Üstüne önce 2005’te KKK/TM, sonra da 2007’de KCK’yı kurdu. Bunun altyapı örgütleri de kurulmuştu: PYD, PÇDK, PJAK. PKK da zaten mevcuttu. 4 ülke hedefteydi. Saldırılar şiddetlendi. Hepimizin hatırladığı, hafızalarımızdan çıkmayan Dağlıca, Aktütün gibi saldırılar bu dönemdeydi. İlk açılım bu dönemdeydi. Arınmadan önce hükümete hakim olan yapı ve akıl, “barış” adı altında terörle müzakereyi önermişti. İşte bizim itirazımız buydu: Teröristler yenilmeden gizli veya açık görüşme (müzakere-pazarlık değil altını çizelim görüşme) olamazdı. 1999’daki fırsat kaçmıştı. Şimdi o dönem değildi.
Ama üstüne FETÖ militanları kumpas süreçlerini başlatınca açılımın önündeki dikenler(!) temizlenmiş oldu. Habur görüntüleri vs. hep o dönemin ürünü.
ÇÖZÜM SÜRECİ
Örgüte KCK ile yüklenen misyon şuydu: Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi bölecek, ilk aşamada gevşek bir konfederasyon oluşturulacak. Sınırlar adım adım ortadan kaldırılacak. İşgalle Irak’ta, Arap Baharı dedikleri yıkım süreciyle Suriye’de yaptıklarını Türkiye’de de yapmak, yani belli bir alanın/coğrafyanın kontrolünü sağlamak istediler. Yine aynı hata vardı. Örgüt silahlı olarak yenilmemişti. Hatırlarsanız, Mehmet Ali Kışlalı’nın “Güneydoğu-Düşük Yoğunluklu Çatışma” kitabında aktardığı, dünyadaki birçok çatışma örneğinden çıkan temel bir ilkeyi vurgulamıştım: İster terörle mücadele ister gerilla harbi ister ayaklanma ister düşük yoğunluklu çatışma, adına her ne denirse densin, bu tür mücadelelerde düşman gücün iradesini kıracak askeri başarı olmadan adım atılmasının sıkıntıları vardı.
Çözüm Süreci’nde aynı hata yapıldı.
Örgüt güçlendi. Özellikle şehir merkezlerinde örgüt güçlenirken, aynı zamanda örgüte katılım ciddi bir sayıya ulaştı. Her gün yaklaşık 15 kişi örgüte katılıyordu. Terör örgütüne 2014 yılında toplam katılım 5558’di.
Doğal olarak süreç bitti. Çünkü sürdürülebilir değildi. Zaten PKK’yı yöneten aklın yine iplerini tuttuğu diğer örgüt, yani Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üzerinden başka planları vardı. PKK saldırılarına başladı, DAEŞ terörü aynı anda yoğunlaştı, DHKp-C, MLKP vb. ne kadar örgüt varsa saldırıya geçti. PKK terör örgütü çukurlar kazdı, barikatlar kurmaya kalktı, Suriye’nin kuzeyindeki statüyü istedi.
Bas bas bağırdık, “ezilmeli, vatan toprakları elden gidiyor” diye.
Çok şükür kararlılık sahaya yansıdı, ezildiler. Çok bedel ödedik. O kahramanların, şehitlerimizin ne bu dünyada haklarını ödeyebildik ne de öte dünyada haklarını ödeyebiliriz. Yine aynı şekilde Gazilerimizin haklarını da… Canları uğruna Güneydoğu’muzu kurtardılar.
Sonrası artık bizim savunduğumuz, öz hakiki Çözüm Süreci yaşandı. Kahraman askerimiz, jandarmamız, polisimiz, korucumuz terör örgütünü yurt içinde ve sınırın ötesinde tepelemeye başladı. Başarılı mücadele neticesinde örgüte 2014’te 5558 olan katılım 2022’de 57’ye düştü.
Örgütle mücadele sahada sürüyor, sürecek de.
Peki ne oldu da, MHP lideri Devlet Bahçeli, adeta bir milat olacak 22 Ekim 2024’te o öneriyi yaptı?
Yarın ki yazımızda…