DİSİPLİN’SİZSENİZ DURUM ZOR

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Derslerde anlatmakta sıkıntı çektiğim durumlar vardır.

“İçten bir iletişim tarzı”nın öneminden söz ederken, vıcık vıcık olmakla aradaki farkı anlatmakta zorlanmak gibi.

Özgürlüğün değerini anlatırken, özgür olmakla kişisel hükümdarlık ilan etmek arasındaki fark gibi.

Mesafeli bir duruş önerirken soğuk olmayı kastetmediğimi anlatmak da öyle.

Diğer tarafa kaymaya teşneyiz.

Disiplin kavramında da durum benzer.

Başarının ilk kuralı disiplinli olmaktır. Bu kesin şarttır.

Ne var ki, “anı yaşa”cılar dünyasında, “disiplin şart” kuralını anlatması zor.

“Anı yaşa”nın çevirisini “anın hakkını ver” olarak yapmak gerek, hayal kırıklıkları yığınının üzerinde oturmak istemiyorsak.

“Anın hakkını vermek” disiplin işidir. Amaç, “an”da verimin en üstünü almaktır.

Başarı odaklı yürünen yol disiplinden geçer.

En önemli kısmını da iletişim disiplini oluşturur. Sporda, eğitimde disiplin ne kadar şartsa iletişimde daha fazla şarttır.

Örnek sayısız.

İktidar partisinin bugün yaşadığı bocalama, teşkilât ve iletişim disiplininin bozulmasının sonucudur.

Baştan bugüne riskleri alan Erdoğan’ın kendisidir, bugün de öyle. Teşkilât üzerinde meşhur bir Erdoğan disiplini vardı.

Şimdi ağzı olanın konuştuğu, muhalefete malzeme verdiği bir karmaşa yumağına dönüştü AK Parti.

Tartışmasız lider/Erdoğan partisiydi. Teşkilât Erdoğan’dan çekiniyorsa bu karmaşa nereden çıkıyor? Kimse Erdoğan’dan korkmuyorsa, neden en çok bu noktadan eleştiriliyorlar?

Düşünmeleri gerek.

Aynı durum CHP için de geçerli. Sürekli gıdaklayıp bir türlü yumurtlayamayan tavuğu bilirsiniz.

CHP de öyle. İyi de neden?

Kriz bu kadar derinleşmişken oya dönüştüremiyor olmaları tuhaf değil mi?

Çünkü CHP’de parti disipliniyle parti içi demokrasi birbirine karışık. Öyle olunca da iletişim disiplini kimsenin umurunda değil.

CHP’ye sol parti diyemeyiz ama en sağ ve en sol partilerin ortak paydası “disiplin”dir.

Beşiktaş’ta şampiyonluktan hemen sonra takımdan gönderilen Sergen’de de durum farksız.

Kişisel ilişkilerde de aynı.

Kolay havaya giren, enseye tokat yemeden kendi kendinin disiplin amiri olamayan bir milletiz.

Sonuç ortada.

ŞART AMA ZOR

Dünya değişiyor. Bu cümleyi yazarken bile değişti zaten.

Temel sorun da burada, tespiti yap bırak, gereğini yapma.

Dünya değişiyorsa sen de değişeceksin.

İster kurum ol, ister kişi, değişeceksin. Konfor alanlarından çıkman gerekecek.

Zira mevcut koşullarda konfor alanı, akrebin etrafını çeviren ateş çemberi gibi.

Ve fakat değişmek zor.

Düşünün. Kaçınız eve giden yolu değiştirmeyi aklınızdan geçirirsiniz?

Kaçınız, yemek zevkinizi başka yemeklerle değiştirirsiniz?

Hadi bir yerden başlayın.

ŞAŞKINIM

Bir, ceza hukukçusu Ersan Şen’in iletişim bilgisinin, ülkemdeki siyasal iletişimci uzmanların çok üzerinde olmasına şaşkınım.

İki, eskiden doktorlara “iletişim” dersi önerirdik. Şimdi artan şiddet olayları nedeniyle “savunma sanatı” dersi öneriyoruz, şaşkınım.

Üç, CHP’li belediyeler seçime hazırlık kampına girdiler. 5 maddelik sonuç bildirgesinden dördü mevcut hükümetten şikâyetti, şaşkınım.

Dört, İlim Yayma Vakfı Başkanı Bilal Erdoğan’ın ödül töreninde “Bu ödüllerin itibarı sayısı arttıkça ortaya çıkacaktır. Bir ödül, iki ödül, beş ödül derken akademik dünyada hak ettiği yeri alacaktır” dedi. Bilim ödüllerinin sayıyla değil içerikle ilgili olduğunu düşünüyordum, şaşkınım.

Beş, ODTÜ’nün yüzde 100 online ders yaptığını biliyorsunuz. YÖK Başkanına “Yüzde 40 online kuralını uyguladıklarını” söyleyerek eksik bilgi verildiğini öğrendim, şaşkınım.

Altı, yine ODTÜ’de online derste anlatılan konuyu anlamadığını söyleyen ülke zeka ortalaması üzerindeki öğrencilere, “Youtube’da çok video var izleyin anlarsınız” diyen eğitim anlayışına şaşkınım.

Yedi, anne babalara öğüt veren televizyon programında “pedagog” ünvanı kullanan ama pedagog olmayan sunucuya “ortada suç yok” diyerek takipsizlik veren savcıya şaşkınım.

Sekiz, daha ortada olmayan ilaçlar, onaylanmamış kanser tedavi buluşları gibi insanlara içi boş umutlar dağıtarak etik dışı haberlere imza atan gazete ve televizyonların bu kadar kötü karakterli olmasına şaşkınım.

Dokuz, müziğimizin en güzel şarkılarını yapan/yazan/söyleyen Nazan Öncel’in ortalarda olmayışına şaşkınım.

On, tuzcu Nusret imaj çalışmalarına başlamış. Anne evine gitmiş. Annesi “Yavrum pek zayıflamış” kıvamında bizimki gibi bir anne ve fakat Nusret kara gözlüklerini çıkarmadan annesine sarılıyor ya iticilikte zirve, şaşkınım.

On bir, Galatasaray yönetiminden istifa eden hukukçu Rezan Epözdemir, Başkan Burak Elmas’a “Açıklama yapması gerektiğini” söyleyince, “Galatasaray Başkanı zırt pırt konuşmaz” cevabını almış. Koskoca kulüpte, iletişimin düştüğü hale şaşkınım.

DURUMUN ÖZETİ

Arkadaşım bankasını arıyor, ülkemizin iki büyük bankasından biri.

Müşteri temsilcisiyle arasında geçen diyalog şöyle:

-60 bin TL param var, değerlendirmek istiyorum. Ne önerirsiniz?

-Siz ne yapmak istiyorsunuz?

-Bilmediğim için size soruyorum, dolar almak istemiyorum arkadaşlarım fona yatırmamı söylüyor.

-Portföy yönetim hizmetimiz yok. Siz ne yapmak istediğinizi söylerseniz yardımcı olabilirim.

-Ne yapmak istediğimi bilmediğim ve müşteri temsilcim olduğunuz için sizi aradım.

-Valla bu ortamda size bir şey söyleyemem. Ne dersem yarına yalan olur. Siz başınızın çaresine bakın.

Konuşmaya tanığım. Bizimkine “neden tepki vermediğini” sordum, “versem ne olacak ki” dedi, “banka bile kendisine gelecek parayı belirsizlikten geriye çeviriyorsa ne denebilir?”

MEDYA YAZISI 1: MEDYANIN ÇIKMAZI

Habertürk Ankara temsilcisi Muharrem Sarıkaya, canlı yayında bir muhabire şiddet uyguladı.

Görüntülerde tokattan çok Muharrem’in yüz ifadesine takıldım, sinirden kendisini yitirmiş gibiydi.

Herkes kınadı, kınanması lazımdı.

Muharrem’i aradım, olayı sordum. “Hatalıyım” dedi, “açıklama yaptım, özür diledim. Şahsen muhabirden diledim, kamuoyundan diledim.”

İstifa etmesi gerekiyordu, etti.

“Muharrem’in sinir krizinin kurbanı muhabir” olayı suyun görünen kısmı.

Medya dünyasında sorunlar daha derin;

Bir, medya can çekişiyor. Ahlâksız gazeteciler küpünü doldururken, ahlâklılar siyasetle haber arasına sıkışmış durumda.

İki, Habertürk uzun zamandır izlediği yanlış politikalarla ne hancıya ne de yolcuya yaranabiliyor. Sarı öküzü vererek başladı her şey.

Üç, ekranda şiddeti kınayan haberler yapan medyanın ekran arkasında yaşanan şiddet daha fazla. Haberi, muhabirin suratına fırlatanlar, sözlü şiddet uygulayanlar, eş dost haberi yaptıranlar. Psikolojik şiddetin bini bir para.

Dört, Ankara medyası içler acısı durumda. Dikkat medyanın İstanbul merkezinde olunca, ülkeyi yönetenler etkinlikleri İstanbul’a taşıyınca Ankara’da üç kişiye kalan medya kuruluşu var.

Beş, iktidar yanlısı medya güven krizinde, muhalif medya iç dengelerini bir türlü oturtamıyor.

Altı, filler tepişiyor olan muhabire, kameramana oluyor. En ağır işleri onlar yapıyor, en komik paraları onlar alıyor.

Yedi, tüm bunlar yaşanırken ortada şikâyet edebilecek bir meslek örgütü yok. Gazetecilik sahipsiz. Meslek birliklerinin milattan önce yaş ortalamalarından tutun, hayata dokunmayan kararlarına kadar. Mesela toplanıp “Muharrem Sarıkaya şu koşulları yerine getirmeden artık gazetecilik yapamaz” diyecek bir kurum yok.

Tüm bu ve daha çok maddenin özeti şurada; Muharrem’in davranışı yayına yansımıyor, kamera arkasından yani içerden birileri kamuoyuna yansıtıyor. Nokta.

MEDYA YAZISI 2: DİYORUM OLUYOR.

Geçen yaz. Yalıkavak köy meydanındaki meşhur dondurmacıda oturuyoruz.

Masada çok ünlü bir televizyon yöneticisi ve çok çok ünlü bir televizyoncu var.

Ben ne kadar “Bunların dondurmaları da bozuldu” konusuna girmek istesem de, marangozlarla berabersen konuştuğun konu da orman oluyor.

İddialı isimler Ece Üner, Fulya Öztürk’ün gündüz kuşağı programı yapmaları hakkında fikrimi soruyorlar:

“Tutmaz” diyorum, itiraz ediyor televizyoncu, “ikisi de ekranda büyük isim neden tutmasın ki?”

Uzun uzun anlatıyorum. Sonuç?

Ece Üner’in programı yayından kalktı. Fulya’yı da göreceğiz.

KİŞİSEL ZEVKİ TATMİN OLDUYSA BIRAKSIN

Fenerbahçe’de klasiktir, başkanlık koltuğuna oturan kalkmaz. Galatasaray’da Fatih Terim’in durumuna benzer.

Takım yenilir, kulüpte herkes değişir, çaycısı, malzemecisi, çim biçicisi değişir, Fener’de başkan, Galatasaray’da Terim değişmez.

Beşiktaş’la berabere kalınca, Fener taraftarından “Başkan istifa” sesleri yükselmiş.

Bir grup “Başkan değişmezse kendimi yakacağım” noktasında.

Baştan söyleyeyim, taraftarın ipiyle kuyuya inilmez. Kurumsal bir kulüpte taraftara göre karar alınmaz.

Ve fakat.

Ali Koç, ki kaç kez yazdım, Fenerbahçe’ye başkan olabilecek biri değil. Galatasaray’a olurdu ama Fener’e olmaz.

Karakter olarak dünya iyisidir ama konunun bu niteliklerle ilgisi yok.

Koç’un Fenerbahçe başkanlığında kan uyuşmazlığı var, kültürel doku uymuyor.

Şöyle düşünün, kolsuz birine sırf kol diye başkasının kolu takılabilir mi? Doku uyumu diye bir şey var.

Sen ultra zenginliğin içine doğ, elit temiz ortamda büyü, kendin gibilerin olduğu okullarda yetiş sonra da maç arasında bir ekmeği bölüşenleri anlamaya çalış olmaz.

AKLIMDA KALAN

“Sağlık bir para harcama alanı değildir” fikrim: Sosyal devlette insanların sağlığından devlet sorumludur. Devlet halkın sağlıklı yaşamını garanti eder ve sağlığın da bilimsel kriterleri vardır. Bu kadar. Ve fakat ülkemizde, ekranlar estetik cerrahlarca dolunca sağlık kılıfında birçok şaklabanlıkla karşılaşır olduk. Tanıdığım parası bol arkadaşlarım, paralarını bir yerlerine bir şey yaptırmaya harcıyor. Estetik, gençleşme, obezite derken vücudun normal ritmi bozuluyor. En son Seren Serengil o kadar çok bedeniyle oynadı ki hastanelik oldu. Tıpkı medya gibi özel hastaneler ve özel klinikler de denetimsiz durumda. Yazık.

Tüm yazılarını göster