Diyarbakırlı anneleri romanında anlatmıştı!

SuperHaber yazarı ve Yörünge Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Gazeteci-Yazar Ceyhun Bozkurt’un, 2018 yılı kasım ayında çıkan romanı Günlük’le ilgili çok önemli bir ayrıntı ortaya çıktı. Bozkurt, hendek-barikat kalkışması sürecinde yaşananları işlediği romanında, gündemdeki Diyarbakırlı annelerin yaşadıklarına çok benzer bir olayı işlediği anlaşıldı. 

Hendek-barikat kalkışması döneminde bir operasyon sırasında JÖH timi komutanın bir günlük bulmasıyla başlayan, o günlüğü yazan teröristin aranması sürecini işleyen romanda, günlüğü yazan teröristin annesinin JÖH timi komutanına ulaşması ve ikili arasındaki diyaloglar, adeta o annelerin neler yaşadığını anlatıyordu.

Kendisi de bölgenin insanı olmasından dolayı Kürtleri çok iyi tanıyan Bozkurt’un satırları şöyleydi:

Koray içeri girdiğinde bir asker ona kadını gösterdi. Kadın henüz onu görmemişti. Yan oturuyordu ve yere bakıyordu. Düşünceliydi kadın. Başında Kürtlerin “leçek” dedikleri eşarp vardı.  Siyah bir mont vardı üzerinde ve uzun bir etek. 40-45 yaşlarında görünüyordu. Asker önden gidip Koray Üsteğmen’in geldiğiyle ilgili bilgilendirince hemen ayağa kalktı. Yüzünü orada gördü Koray. Yüz çizgilerinden çileli bir yaşamı olduğunu anladı.  Koray yaklaşır yaklaşmaz sordu:

“Teyze hoşgeldin buyur otur.”

Kadın ezilir bir şekilde konuşuyordu.

“Estağfirullah komutan.”

Koray kadın oturmadan oturmayacaktı. Israr edince kadın sandalyeye emaneten oturur gibi çöktü. İki elini önünde birleştirerek, yere bakmaya başladı. Koray da karşısına bir sandalye çekerek oturmadan önce teyzeye ne içeceğini sordu. Yine reddedilince “Tamam teyzem ben iki çay alıp geleyim” dedi ve gidip iki tane çay alıp geldi. Birini teyzenin önüne diğerini de sandalyeyi çekeceği bölüme koyarak oturdu.

“Buyur teyzem, beni istemişsin. Tanıyor musun sen beni?”

“Yok Komutan. Vallah tanımıyorum seni.”

“Eee beni niye çağırdın o zaman.”

“Valla bu derdimin dermanının sende olduğunu söylediler.”

Koray operasyonlar haricinde sık sık vatandaşlarla biraraya gelen biriydi. İnsanların sorunlarını çözmeyi, onlara yardım etmeyi seviyordu. Bu nedenle de ilçede sevilen bir komutandı. Operasyonlardan sonra bile o bölgeden ayrılmadan önce çevredeki insanlarla konuşur, onlara operasyonunun nedenini anlatır ve onların soruları varsa dinlerdi. Bilinmesinden dolayı karşısındaki kadının bu sözünü yadırgamadı. “Herhalde benim çözebileceğim bir konu var. Beni tanıyanlar da bana yönlendirdi” diye düşündü içinden.

“De bakalım teyzem, neymiş senin problemin?”

“Benim kızımı bul Komutan.”

Anlayamamıştı Koray. Kızı mı kaybolmuştu acaba? 

“Kızını ben nasıl bulayım teyzem. Sen polise gittin mi kayıp bildirimi yapmak için.”

“Yok oğul benim kızım kaybolmadı, dağa gitti.  Onu bul bana Komutan.”

Kadının ağzından ilk çıkan “oğul” cümlesi çok samimiydi ama "dağa gitti" cümlesi işin boyutunu değiştirmişti. Anlaşılan kadının kızı terör örgütüne katılmıştı ve kadın Koray’dan kızını bulmasını istiyordu. Koray ne diyeceğini bilemedi ilk başta. Sonra düşündü cümlelerini seçerek konuştu.

“Teyze bu iş değişir o zaman. Elbette kızın pişman olsa gelse kanunlar çerçevesinde elimizden geleni yaparız da örgüte isteyerek katılmış anladığım kadarıyla. Burada benim yapabileceğim bir şey yok.”

“Komutan elini ayağını öpeyim bul onu. Kızımı ben böyle yetiştirmedim. O şerefsizler kandırmıştır kızımı. Okutmak istedim ama orada bulmuşlar kandırmışlar. Sen komutansın sen devletsin gidecek başka yerim yok. Aylardır yemeden içmeden kesildim. Daha geçen küçük kızımı öldürdüler.”

Koray üzülmüştü kadının durumuna. “Kim öldürdü” diye sordu. 

“Örgüttekiler ‘Devlet öldürdü’ diyor ama ben biliyorum, örgüttekiler öldürdü yavrumu. Bu dağa çıkan onun ablasıdır. Ona da bir şey olursa benim ayakta duracak gücüm yoktur.”

Kitabın ilerleyen bölümlerinde yine kitaptaki Üsteğmen ile kadın arasında gelişen bir bölüm şöyle aktarılıyor:

Tüm bunları düşünürken dahili telefonu çaldı. 

"Efendim."

"Komutanım dün gelen kadın yine geldi."

"Allah allah. Niye gelmiş?"

"Bilmiyoruz Komutanım."

"Kantinde mi şimdi?"

"Yok Komutanım içeri girmemiş. Nizamiyenin karşısında oturmuş öyle bakıyor."

"Eee beni mi çağırıyormuş."

"Yok Komutanım, nöbetçiler orada oturduğunu görünce kuşkulanmışlar, sormuşlar. Dün sizinle görüşen kadınmış. Bize haber verdiler."

"Anladım."

Koray kadının durumuna üzülmüştü. Bir an durdu, kadının dünkü bakışlarını gözününün önüne getirdi. Çok fazla işi de yoktu bugün. Operasyon sonrası dinlenme faslındaydı.

"Kantine alsalarmış kadını. Niye almamış?"

"Komutanım söylemişler de kadın istememiş."

"Niye?"

"'Komutanın işi vardır, ben rahatsız etmeyeyim' demiş."

"Anladım."

Koray toparlandı. Kendi annesi geldi aklına. Annelere bakışı hep farklıydı. Örgüte karşı bir kadındı. Sohbetinden anlamıştı. Kızının suçu nedeniyle suçlanamazdı. "Onu kandırdılar" diyerek hala kızını korumaya çalışıyordu. "Gideyim bakayım" dedi, masasından kalktı.

(…)

Nizamiyenin tam karşısındaki kaldırımın kenarına oturmuş, öylece yere bakıyordu kadın. "Leçek" dedikleri başörtüsünün ucunu eliyle ağzına götürerek kapatmış, sabit bir noktaya dikkat kesilmişti. Orada bir şey olmadığı, kafasından bir şeyler geçirdiği çok belliydi. Ağır ağır ilerledi Koray. Kadın başta fark etmedi. "Teyzem niye içeri girmedin" diye seslenince farketti geldiğini. Hemen kendini toparlayıp ayağa kalktı. "İşin vardır Komutan. Ben sana zahmet vermeyeyim" dedi. "Zahmet olur mu teyzem" diye devam etti Koray.

"Otur teyzem otur."

"Olur mu Komutan. Ayağıma kadar geldin. Ayıp oldu."

"Estağfirullah. Sen bize misafir gelmişsin. Gel biraz oturalım."

Koray kaldırımı gösterdi. Kadınla orada daha rahat konuşacağını hissetmişti.

(…)

"Teyzem sana söyledim, öyle hemen haber gelmez."

"Ne bileyim oğul. Evde durdukça daralıyorum. Umut işte..."

Kadın yine "Komutanım" söyleminden "Oğul" söylemine geçiş yapmıştı. Koray'ın samimi yaklaşımı, onu hor görmeden ilgilenmesi bu samimiyeti getirmişti. Bu samimiyetten etkilenmişti ve dürüst olması gerektiğini düşünüyordu.

"Teyzem sana açık söyleyeyim. Senin kızın doğru bir yol seçmemiş. Haber alır mıyım bilmiyorum. Ama alırsak bile bu haber iyi bir haber olmayabilir. Çünkü senin kızın devletine, milletine, sana, bana düşman olmuş. Eğer inanarak gitmişse, karşısına çıksan sana bile silah sıkabilecek bir durumda olabilir."

Kadın başını önüne eğmiş dinliyordu.

"Bu yüzden umutlu olma işte. Keşke kandırılmış olsa, keşke pişman olsa gelse teslim olsa, keşke bize bir haber uçursa onu kurtarsak o alçakların elinden."

"Belki onu zorla tutuyorlardır. Belki haber gönderemiyordur."

"Bilemem teyzem. Ama dün bir arkadaşıma kızının ismini verdim. Bakacak."

Hakikaten de kadın ile konuştuktan sonra Sadettin'i aramış ve kızın ismini soyismini vermişti. Sadettin de bakacağı sözünü vermişti.

"Bak sana bir söz vereyim. Sen burada yorma kendini. Evine git. Evinin yerini de bana söyle. Eğer bir haber alırsam, sana söz, hemen gelip sana bilgi vereceğim. Sende çocuklarının başında dur."

Kadın bu cümleleri duyduktan sonra başını kaldırıp Koray'ın gözlerinin içine baktı. O an farketti. Kadın aslında gözlerinden yaşlar döküyordu. O konuşmaları yaparken sessiz sedasız ağlıyordu aslında. Duygularını çok belli eden biri değildi Koray. Ama içi parçalandı. Yıllardır hem babasının hem de kendi görevi nedeniyle sık sık geldiği bu bölgelerin insanlarını iyi tanıyordu. Sessiz sedasız ağlayan insanlar diyarıydı Anadolu. Ayrıca kadınları az çok tanımıştı. Kimseye belli etmeden ağlayan bir kadın duygularında samimiydi. Şov yapmıyordu. 

Kadın yavaşça kalkınca Koray ve onu izleyen askerler de hareketlendi. Ayağa kalkınca da Koray'ın eline doğru hamle yaptı, elini öpmek istedi.

"Sağol oğul."

Koray hemen engelledi kadının eline doğru yaptığı hamleyi.

"Estağfirullah teyzem. Biz bir şey yapmadık. Devlet bize sizin haklarınızı korumamız için görev verdi. Sen bana değil devletimize teşekkür et, ona dua et."

"Allah sizleri, devletimizi başımızdan eksik etmesin oğul. Allah razı olsun hepinizden. Hakkını helal et. Vaktini aldım."

"Almadın teyzem, sohbet ettik, dertleştik işte."

Kadın sonra ağır ağır geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Yine yere bakıyordu. Arkasından bir dakika kadar seyretti Koray. O zaman da kadının çok az aksadığını gördü. Yorgunluktan mı, bir sakatlıktan mı anlayamadı. Ama kadın yürürken sanki bir ton yükü omuzlamış da gidiyordu. "Kimbilir buralarda kaç tane ana baba bu durumdadır" diye düşündü. Örgüte nefreti bu insanları düşürdüğü durumdan dolayı her geçen gün artıyordu.

Bozkurt’un romanında kadın ile kitabın ana karakteri Üsteğmen arasındaki diyaloglar, bölgede terör örgütünün kandırdığı veya kaçırdığı birçok çocuk ve gencin ailelerinin psikolojisini aktarır nitelikte. 

Yemeksepeti kurucusu Nevzat Aydın fenalaştı! Tedavisi sürüyor... Turgay Ciner Habertürk ve Show TV'yi neden sattı? Habertürk, Show TV ve Bloomberg için dudak uçuklatan fiyat
Sonraki Haber