Bize ilkokulda öğretilen ilk sosyal bilgiler cümlesi şuydu:
“Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir.”
Hep düşünmüşümdür, peki Trakya’yı nasıl açıklayacağız?
Kendi tanımımı getirmiştim, “Türkiye, üç yanı deniz ve içinden de deniz geçen ülkedir.”
Hiç ama hiç anlamadığım bir şey de, madem bu kadar deniz ülkesiyiz, neden içinde deniz geçen politikalarda esamemizin okunmadığıydı.
Geçtim dünya denizlerini, kendi denizlerimiz, kıyılarımız neden hiç yokmuş gibidir politikalarımızda ve ekonomimizde?
Hiç anlam veremedim.
Suyun önemini, barajlarda su eksilince fark eden bir tuhaf durum.
Mustafa Kemal’im “İlk hedefiniz Akdeniz’dir” derken sadece düşmanı denize dökmeyi kastetmedi ki.
O’nun hayatı üzerine yazılır çizilir de, felsefesine kafa yoran bir elin parmaklarını geçmez.
“İmdat” diyesim var.
İşte üç tarafı denizlerle çevrili ve içinden deniz geçen Türkiye’miz bu gerçeği sadece Yunan krizlerinde hatırlar.
“Aaaaa” der, “bizim olması gereken adalar neden Yunanistan’ın ki” diye de her düzeyde yabancılaşır.
Üç tarafı deniz ve içinden deniz geçen ülkemde, Deniz Kuvvetleri’nin muhteşem subaylarının başına neler geldiği de ortadadır.
Daha açayım.
Dünyayı yüzen donanmasıyla yöneten ABD’nin projeleriyle çökertmek istediği ordumuzda, en önemli hedefin Deniz Kuvvetleri olması üzerine düşünen de pek olmadı ya…
Halbuki üç tarafını kaplayan ve içinden geçen denizler öyle böyle değil. Hepsi çok önemli stratejik kıyılara dolan Akdeniz.
Akdeniz ise, Atlas Okyanusu’nun uzantısı.
Her şeyde büyük düşünüp denizde boğulmayı anlamıyorum.
Ruhumuz uygun olduğundan, Kaptan Cousteau’yu sevdik biz.
Televizyon içeriklerimizde denizlerimiz, hep kebaplarımızın arkasında kaldı.
Bir “Mavi Tutku” vardı TRT’de, kebapçı belgeselleri arasında kaybolup gitti.
Emekli asker Cihat Yaycı’nın kavramlaştırdığı “mavi vatan” için neden 100 yıl bekledik?
Burnumuzun dibindeki Midilli’ye neden kafa yormadık?
“Doğu Akdeniz” krizini fırsata çevirebilirsek, belki de ilk kez ülkemizin topraklarına denizleri katarak gerçek sınırlarımızı buluruz.
Not: Bu yazı bir dış politika ya da coğrafya yazısı değil, bir strateji vurgusudur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında iğrenç başlığı atan Yunan gazetesine, dişe dokunur, kallavi bir cevap vermek yerine her kafadan bir ses çıkmasını İletişim Başkanlığı bir daha düşünsün.
Mustafa Kemal Atatürk konusunda bile ortak dil tutturamayan CHP, parti disiplini ve iktidar olmak arasındaki ilişkiyi bir daha düşünsün.
Telefon dolandırıcılarına gazetecisinden matematik profesörüne para kaptırılıyor ya, millete akıl dağıtanların bireysel akılları üzerine herkes bir daha düşünsün.
Online eğitim konusunu teknoloji üzerinden okuyup, anne babalar üzerinden okumayan eğitim sistemimiz bir daha düşünsün.
Hoca öğrenci ilişkilerinin laçkalaşmasından, ekranlarda olmak için soytarılık yapmaya kadar akademik camia, hocalığın geldiği noktayı bir daha düşünsün.
Rize Çayeli AK Parti İlçe Başkanlığı, partiye üye olanlara “Külliye’de bir gün geçirme” vaadi sunuyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, kurumsal itibarın promosyon düzeyine çekilmesi konusunu bir daha düşünsün.
Müge Anlı’nın polisçilik oynaması konusu ya gözden geçirilsin ya da programın üzerine “Emniyet Genel Müdürlüğü ile işbirliği içerisinde” ibaresi konulması bir daha düşünülsün.
Başta Fox Tv’deki “Savaşçı” dizisi olmak üzere, dizilerin “askerlikten soğutma” işlevleri hakkında RTÜK ve TSK bir daha düşünsün.
Salda Gölü’ne “seyir terasları yapılacağını” gururla söyleyen Çevre Bakanı Murat Kurum, bunun iyi fikir olup olmadığı üzerine bir daha düşünsün.
İşe giderken mesaiden 15 dakika önce trafik kazasında hayatını kaybeden polis memuru Buket Keleş’i şehit saymayan SGK, mesaisi olmasaydı şimdi hayatta olacaktı diye kararını bir daha düşünsün.
“İnsanların kiloları üzerinden konuşulmasını hadsizce buluyorum” diyen Farah Zeynep Abdullah sonuna kadar haklı da, ilişkilerde sığlaşmış insanlar başka hangi konu bulabilirler, bir daha düşünsün.
Üç günde bir maça çıktıkları için “Gönül isterdi ki dinlenelim” diyen Galatasaray Teknik Direktörü Terim, geçmiş büyük başarıların bu tempoyla alındığı, başarının dinlene dinlene gelen bir şey olmadığı üzerine bir daha düşünsün.
Bir.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın “Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi” kurması, geç kalmış ama sonuçta güzel iş.
Sadece. O başkanlıkta çalışacak olanların cici ve uslu çocuklar değil, sıra dışı ve farklı düşünenlerden oluşması sağlanmazsa ölü doğacağı unutulmasın.
İki.
İstenmeyen mesajların 1 Aralık 2020’de son buluyor olması güzel iş.
Mesajlarla taciz edilmekten bıktım, usandım, yoruldum.
Dahası her gelen ticari mesajda gönderene nefretle doldum.
Uçankuş Tv’de, İzzet Çapa ve Deniz Akkaya’nın birlikte yaptığı “Canlı Masa” vardı.
İzzet programı, kısır bir magazin programı olmaktan çıkarıp ülke gündemine taşıyan taraftı.
Son programda Deniz Akkaya’nın Selin Ciğerci’ye cinsiyetler üzerinden laf etmesi ve üzerine Halil Sezai’nin şiddetini mazur göstermesi İzzet’in kabul edebileceği bir şey değildi, programı bıraktı.
O programdan dakikalar sonra uzun bir telefon konuşması yaptık İzzet’le.
Dedim ki “Sen televizyona yakışıyorsun ama kimlerle muhatap olacağın konusunda suçlusun.”
“Programı bıraktığıma üzülmüyorum, bu söylediklerinin haklı olması beni üzüyor” dedi.
Devam etti, “O programı kafa dağıtmak için kabul etmiştim. Orada konuşulan şeyler benim hayatımın gündeminde olmayan şeylerdi.”
Kızdım, “Ama kafa herkesle dağıtılmaz ki, kafa, kafa namusu olanlarla dağıtılabilen bir şeydir.”
Noktayı İzzet koydu: “Haklısın da, ben çevremdekilere iyi insan olma şansı vermekten vazgeçemiyorum. O şansı kullanabilenler oluyor, kullanamayanlar oluyor.”
Hürriyet Gazetesi hiç değilse geçmişte, çoğumuzun ortak paydası olduğundan neden tiraj kaybettiğini dönüp dönüp yazıyorum.
Hürriyet’te, tiraj ve reklam geliri düştüğü için sayfa sayısı azaldı.
Azalan sayfalar da haliyle altın değerinde.
İşte o altın değerindeki sayfaların birinin yarısı, lüks restoranların evlere servis vermesine ayrılmıştı.
Şimdi. Bu ülkede kaç ev, lüks restoranlardan eve sipariş ister? Sayı belli.
Onlar da zaten gazete okumaz.
Hürriyet orta gelir grubunun gazetesiyken amiral gemisiydi.
Sahi, bu gazetenin içeriğiyle kim ilgileniyor?
Zamanımızı tanımlamak için çok sık kullanılan ifadedir, “vasatların yükselişi.”
İyiler durur, vasatlar yürür. Hoş, iyilerin de iyi oldukları şüpheli.
Bu durumu özetleyecek bir kanıt lazımdı, buldum.
Berkay diye bir popçu var.
Neden, hangi gerekçeyle ilgi gördüğüne bir türlü aklımın ermediği biri.
Popçu ortalamamız bu, vasatlar ilgi görüyor.
İyi de nasıl kanıtlayacaksın bunu?
Berkay’ın kendisi kanıtladı.
Kuşadası Altın Güvercin Beste Yarışması’nda çıktığı sahneden “Yıllar önce elendiğim Altın Güvercin’de bugün jüri üyesi olmak ve Kuşadası’nda halk konseri vermek çok değişik bir duygu” demiş.
Adam bile şaşkın. Tabii ki duygusu değişik olur, zaman değişik.
O günler geri gelse, yine elenirdi zira.
Neden her gün bir şöhret, etrafında birine pata küte girişiyor?
Ozan Güven’i unutmuştuk ki Halil Sezai komşusunu dövdü. Öyle böyle değil.
Bence;
Bir, şiddet Covid 19’dan daha yaygın toplumda. Bu tipler görünen kısmı.
İki, şarkıcısı da, oyuncusu da girdikleri rollere kendilerini fazla kaptırıyorlar.
Üç, kendilerine dönük beğeni sayılarını kaba güce transfer ediyorlar.
Dört, büyüdükçe küçülmek denen o olgunluğa zerre sahip değiller.
Beş, normal koşullarda bir baltaya sap olamayacak tipleri omuzlarda yükselten ezik ruh bizde.
Altı, onları şımartan, sahnedeki yamuk duruşuna binlerce “isyaaaan” çığlığıyla eşlik eden hayran köpürtmesinden.
Yedi, bir toplumun ruh sağlığı, kültürel çıktılarına da birebir yansıdığından.
Neden aşık olmak isteriz?
Çünkü aşk gelince içimizde kelebekler uçuşur, midemize kramplar girer, uykularımız kaçar.
Heyecan gelir, yaşama sebebi olur.
Romantizm damarlarda dolanır.
Sonra? İşler ters gitmeye başlayınca, gökdelenden düşmüş gibi oluruz. Düşmekle kalmaz üzerimizden tırlar da geçer.
Aşk Yüzyılı Bitti’de şöyle bir paragraf yazmıştım.
Bir ilişkide aşkın romantizmi yerine, arkadaşlığın gerçekliğini seçin. O zaman romantizm dalgalarına kapılmazsınız ama, gökdelenden de düşmezsiniz.
Arkadaşlık edebildiğiniz insanlarla aşkı birbirine karıştırın, gerçek ve doğru olan odur.
O, tüm rüzgârların alıp gittiklerinden sonra size kalan şeydir.
Fırtınada sığındığınız ağaç kovuğu gibi.
Arkadaşlığın üstüne bir de aşkla gelmişse, hayat size bir hediye vermiştir.
“Süslü Kadınlar Bisiklet Turu”: “Egzoz kokusuna karşı mis kokulu kadınlar” sloganıyla düzenlenen “Süslü Kadınlar Bisiklet Turu” haberlerini her gördüğümde şöyle diyorum; Bir yerimi kırmaktan korkmayıp bisiklete binmeyi öğrenseydim, gerçekten süslü bir kadın olabilseydim ve de ıslık çalabilseydim ne olurdu sanki…