Dolar’ın Moody’s raporları ardından 3,90 seviyesinin üzerine çıkması vaka-i adiyeden oldu sayılır. En son 17 Kasım raporunun ardından da benzer bir gelişme olmuştu. O tarihte Dolar alanlar aynı seviyeleri yine görmek için Moody’s’in bir sonraki raporunu beklemek durumunda kaldılar. Zira Kasım sonuna doğru geri gelen ve 3,70 lere kadar inen Dolar kuru 7 Mart tarihinde gelen “skandal” raporun ardından yine 3,90’ların üzerini gördü. Geçtiğimiz hafta içerisinde bu seviyeden Dolar alanlara kötü sayılabilecek bir haberimiz var. Moody’s artık raporlarını bir takvime bağlı açıklamak zorunda değil. Maalesef bir sonraki raporun ne zaman geleceğini artık bilmiyoruz. Bu yüzden bir daha ne zaman bu seviyeleri test edeceğimiz belirsiz. Bu elbette işin latifesi ancak bu tekrarlanan tablonun da tesadüf olmadığı açık.
Öncelikle şunu belirtelim; bundan iki hafta öncesine kıyasla Türkiye’nin makroekonomik verilerinde hiçbir anlamlı değişiklik olmadı. Zaten bu kadar kısa sürede bu tür parametrelerde ciddi değişiklikler de yaşanmaz. Kaldı ki çoğu zaman öncü göstergeler tedrici olarak değişen verilerin yönünü gösterir. Karar alıcılar da bu göstergelerden hareketle beklentilerini oluşturur ve buna göre de aksiyon alırlar. Tabii ki açıklanan veri beklentilerin ortalamasından bir miktar sapabilir ancak bu çoğu zaman ihmal edilebilir düzeyde olur. Burada akıllara Türkiye’nin beklentilerden oldukça yüksek gelen 2017 yılı ilk çeyrek büyümesi gelebilir. Gerçekten de normal şartlar altında beklenti ile gerçekleşme arasında bu derece fark olması az rastlanır bir durumdur. Ancak o dönemde büyümenin beklentilerin çok üstünde geleceğini tahmin eden bir çok iktisatçının da olduğunu söyleyelim. Büyümeye dair oldukça düşük beklentileri olanların “en nazik tabiri ile” dönemin ikliminden, derecelendirme kuruluşları, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların tahminlerinden fazlası ile etkilendiklerini ve bu yüzden burunlarının ucunu göremediklerini söylemek durumundayız.
Peki o zaman son iki hafta da ne oldu? Beklenmeyen bir veri akışı mı gerçekleşti?
Aslında olanları hızlıca sıralayabiliriz. 7 Mart tarihinde Moody’s’den “sürpriz” not indirimi geldi. Sürpriz sadece not düşüşü değildi, aynı zamanda açıklamanın tarihiydi. Zira maalesef Hazinemiz kamuoyuna değişen regülasyondan ötürü bu kuruluşun istediği zaman ve cuma akşamını da beklemek zorunda olmadan açıklama yapabileceğini duyurmamıştı.
Ardından Ocak ayı ödemeler dengesi ve cari işlemler açığı yayınlandı. Cari işlemler açığının 7 Milyar Dolar civarında olduğunu gördük. Burada hemen şunu söyleyelim. Zaten neredeyse bir ay öncesinden açıklanan dış ticaret öncü rakamları Ocak ayı için bu seviyede bir cari açığa işaret ediyordu. Hatta bir hafta öncesinde açıklanan Şubat ayı dış ticaret rakamları da cari açığın Şubat ayında 7 Milyar Dolar’ın çok daha altında kalacağını da göstermişti. Yani aslında öncü göstergelerden sapan bir sonuç yoktu. Bu verilerin dışında oldukça pozitif sayılabilecek sanayi üretimi verisi ve uzun zaman sonra ilk defa tek haneye düşen (mevsimsel etkilerden arındırılmış) işsizlik datası açıklandı. Yurt dışında ise artık iyice kabak tadı veren; FED faizi dört kere mi arttıracak, üç kere mi attıracak tiyatrosu ve Trump’ın ticaret savaşı açarım tehditleri dışında önemli bir gündem yoktu. Aslında bunlar da beklenmeyen gelişmeler değildi.
Ancak ne olduysa 12 Mart’tan sonra döviz kurlarında bir yükselme başladı. Yaklaşık (sepette) %4 civarında bir değer artışı oldu. Ne hikmetse yabancı yatırımcıların bir kısmı 12 Mart haftası ellerindeki TL cinsinden varlıkların bir kısmını satıp döviz alarak Türkiye’den çıkarmaya karar verdiler. Elbette fonlar istedikleri zaman içeriye sermaye getirip yine uygun gördüklerinde bu sermayeyi dışarı çıkarmakta serbestler. Bununla birlikte kısa bir süre içerisinde rutin hareketlerin dışında bir değişiklik olduğunda bunun dikkat çekmesi de son derece normaldir. 12 Mart itibari ile olan da budur. Nerdeyse hiçbir sürpriz gelişme yokken (Moody’s açıklaması dışında) normalin dışında bir sermaye çıkışının olması izaha muhtaç bir durumdur. Kaldı ki Moody’s açıklamasından 5 gün sonra bu hareketlilik başlamıştır. Yani tek başına bu not düşüşü ile izah etmek oldukça zordur. Cari işlemler verisi ise bu hareketi kesinlikle açıklayamaz zira bu veri zaten beklenti dahilinde idi. Doğrusu biraz iktisat bilgisi (gerçekten biraz) Şubat ayının çok daha düşük geleceğini tahmin etmek için yeterli idi. FED’in ne yapacağı beklentisi ise neredeyse her saat başı değişti ve değişiyor. Aslında sözü çok uzatmaya gerek yok. Bu sermaye hareketi tamamen spekülatif ve hiçbir makroekonomik temeli olmayan bir hareket.
Günlerdir yazılı ve görsel medyada gerçekten akıl sınırlarını dahi zorlayarak bu harekete rasyonel bir açıklama getirme çabalarını hep beraber takip ettik. Dış borçtan, siyasi istikrarsızlığa kadar uzanan bir yelpazede inanılmaz açıklamalar yapıldı. Halk Bankası’na gelmesi muhtemel cezanın miktarına bile karar veren yazılar okuduk. Bunlar tabii ki birer etken olabilirler ama söylenenlerin nerdeyse tamamı iki hafta (hatta bazıları aylar) öncesine kadar da bilinen şeylerdi. Yani izaha muhtaç olan verilerin ne olduğu değil, bu bilinen verilerin neden şimdi böyle bir harekete yol açtığıdır. Burada en son dillendirilen izahı da anmadan geçmek olmaz. Yabancılar enflasyonun düşmeyeceğine kanaat getirdikleri için Türkiye’den çıkmaya karar vermişler. Yani 5 Mart’ta açıklanan enflasyon rakamlarını analiz etmeleri, özümsemeleri yaklaşık bir hafta sürmüş ve sonunda gitmeye karar vermişler. Aynı yabancı fonlar bir ay önce enflasyonun hızlı bir şekilde düşeceğini düşünmüş olmalılar ki, rezervlerimizde (tüm açığa rağmen) neredeyse 4 Milyar Dolar’lık artış yapacak kadar içeriye sermaye getirmişler. Yazdığımız gibi gerçekten akıllara ziyan açıklamalar yapıldı ve belli ki yapılmaya devam edilecek.
Sonuç olarak tablo şudur; özellikle yabancı fonlar Dolar kurunu 4 TL olan psikolojik sınırın üzerine çekmeye çalışıyorlar.
Bu sınır aşıldığında içeride ve dışarıda Merkez Bankası’nın üzerinde faiz artışı baskısını yoğunlaştıracaklar. Kaldı ki bazı köşe yazarları ve yorumcular çoktan başladılar bile. Özellikle FED tarafından gelecek bir faiz artışını da bu amaçla kullanacaklar. Neticede Merkez Bankası’nı faiz artışına mecbur bırakana kadar bu atak devam edecek. Temennimiz Merkez’in bu atağa direnmesidir. Zira bu bilek güreşinde yeterince sağlam durabilirse, özellikle kur bu seviyeler çıkmışken fonların bir kısmının bu fırsatı değerlendirmek isteyeceğini ve tekrar sermaye girişi sağlayacaklarını düşünüyoruz. Açıkçası bu tür bir atakta pes edip bir faiz artışına gitmenin Türkiye’yi çok daha büyük bir girdabın içerisine sokacağının görüleceğini ümid ediyoruz.