Dünkü ve bugünkü Yunanistan

Yunanistan’ın günümüzde Türkiye’ye karşı izlemekte olduğu politika dün Osmanlı'ya yönelik izlemiş olduğu politikadan hiç de farklı değildir. Diğer taraftan Avrupa’nın Yunanistan’a karşı on dokuzuncu yüzyıl başındaki “şımartılmış gözde” yaklaşımı da, aynen olmasa da, büyük ölçüde bugün de devam etmektedir.

Geçen asırda dönemin Yunan Bakanı Kumondros: “Avrupa, Berlin Anlaşması gereğince Osmanlı'ya savaş açıp topraklarımızı bize geri vermelidir” diyordu.

Kumondros ayrıca; “eğer Yunanistan tek başına Türkiye'nin karşısında bırakılır ve yenilirse genel bir Avrupa savaşı çıkarsa Yunanistan savaş ilanına hazır ve çekinmiyor”, diye belirtmekteydi.

Yunan Başbakanı Deliyannis ise: “İstediğimiz sınırları elde etmedikçe silahlanmaktan vazgeçmeyiz. Tek başımıza Türkiye'ye saldıracak kadar deli değiliz ama, gerektiği sürece savaş düzeninde kalabiliriz ve daha uygun şartlarda eyleme geçmek için fırsat bekleriz”, tarzında beyanlarda bulunmaktaydı.

Yunanistan bugün olduğu gibi dün de siyasileri vasıtasıyla Türkiye’yi tahrik etmekteydi, sınırda savaşa sebebiyet verecek hareketler sergilemekteydi. Bu yöndeki davranışlarını hemen her hafta icra etmekten de geri durmamaktaydı.

Bugün olduğu gibi Yunanistan siyasileri dün de; “Türkiye ile ilişkilerimiz iyi ama dostane değil” açıklamalarında bulunmakta, savaş şantajı ve Avrupa’nın da siyasi desteği ile her fırsatta Türkiye’den toprak kapmaya çalışmaktaydı.

Bugün olduğu gibi dün de Avrupa devletleri aynı yaklaşım biçimi ile hareket etmişlerdi. Görünürde Yunanistan’ın söz konusu söylem ve eylemlerinden rahatsızlık duyduklarını belirtmişlerse de Yunanistan’ı o noktaya sevk edenin kendileri olduğunu da saklamamışlardı.

Esasen Avrupa devletleri bugün olduğu gibi dün de Türkiye ile Yunanistan arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanmakta ve dolayısıyla da uzlaşmayı imkânsız kılacak adımlar atmaktaydı.

Avrupa devletleri ihtilafları çözümlemek bir tarafa Yunan komitelerine silah ve para yardımı sağlamaktaydı. Avrupa’nın genel politikası Türkiye topraklarını savaşsız bir surette adım adım Yunanistan lehine kazanmaktı. Diğer bir ifade ile Türkiye gönül rızası ile giyotine gitmeyi kabul etmeliydi. Türkiye’nin Yunanistan’a biraz toprak vermesi çok da önemli bir şey değildi, böyle bir durumda Türkiye onurunu kaybetmezdi. Aksi halde Yunanistan macera arayacaktı.

Yunanistan’ın macera arayışlarını İtalya’da başbakanlık da yapmış olan “Crispi” gibilerin “Türk’ün Avrupa’daki varlığını insan haklarına sürekli bir hakaret” olarak değerlendirmeleri daha da artırmaktaydı. Crispi’ye göre Türkler dört buçuk asırda ne Avrupalılaşabilmişlerdi ne de gaddar bir şekilde üzerlerinde hakimiyetlerini sürdürdükleri ulusları bir potada eritebilmişlerdi. En iyi çözüm merkezi İstanbul olacak bir Balkan Federasyonu kurulmasıydı.

Liderliğini Henri Rochefort’un çektiği 36 Fransız gazetesi ise Yunan halkına Fransız ulusunun içtenlikli sempatilerini ve fiili desteğini ulaştırmakla kendilerini yükümlü sayıyordu. Rochefort, kaleme aldığı bir yazısında; “yegâne amacımız, uygarlık adına Fransız bayrağını, barbarlığa karşı Türk bayrağının karşısına dikmektir” diyor ve Fransız gönüllüleri Yunan ordusuna katılmaya çağırıyordu.

Yunanistan’ın geçen sırda izlemiş olduğu politika esasen bir Bulgar fıkrasında oldukça güzel bir şekilde özetlenmişti:

"Yunanlı bir gün “Allah Baba”nın karşısına çıkıp kendisine “kuvvet”i ödül olarak vermesini ister. Allah; “zavallı Yunancığım geç kaldın, ödülleri dağıttım, ortada özel bir şey kalmadı. Gücü Türklere, çalışkanlığı Bulgarlara, hesap bilirliği Yahudilere, altüst etmeyi Fransızlara, çılgınlığı da İngilizlere verdim”, der.

Bu cevaba Yunanlı çok kızar ve “tam bir entrikanın kurbanı olduk” diye belirtir.

Allah da; “madem ki bir ödül almakta ısrar ediyorsun, sana da ne zaman istersen entrika yapma yeteneğini veriyorum” diyerek onu dünyaya salıverir.

Bu yargı esasen bir fıkra kapsamında dile getirilmiş olsa da bütünüyle de asılsız değildi. Ya da sadece ve münhasıran Balkan milletlerinin görüşünü yansıtmamaktaydı. On dokuzuncu asırda bütün Batı dillerinin sözlüklerinde Yunanlı (Grec, Greek) sözcüğü “hilekâr, kumarbaz, entrikacı” anlamına kullanılmaktaydı. Pek tabii ki bütün Yunanlıları bu suretle damgalamak yanlıştır. Ancak Osmanlı’dan kopup küçük verimsiz bir toprağa sığınmanın sonucunda genç nüfus Avrupa ve Amerika’da para kazanmak için her yola başvurunca böyle bir damgadan da kurtulamamıştı.

Tüm yazılarını göster