Dünyaca ünlü yazardan çocuk psikolojisi
Kişisel gelişim alanında 69 eseri bulunan ve kitapları 73 dile çevrilen tek Türk yazarı olan Akif Manaf, Ülke TV’de yayınlanan “Emel Aktan ile Önce Sağlık” programına konuk oldu. Kitapların editörlüğünü üstlenen Merve Tanrıverdi’nin de katıldığı programda, dünyaca ünlü yazarın son çıkan kitabı “Çocuk Psikolojisi” ana gündemi oluşturdu.
Programda dünyaca ünlü yazara gelen ilk soru, neden çocuk psikolojisi üzerine bir kitap yazdığı ile ilgiliydi. Manaf, bu soruyu şöyle yanıtladı: “Dünyadaki 7.7 milyar insanın bazıları şu an çocuk ve geri kalan herkes de çocukluk döneminden geçmiştir. Herkes istisnasız çocuk olmuş. Dünyayı da yetişkin olmuş çocuklar etkiliyor. Herkesin istisnasız çocukluk travmaları var. Kimse diyemez ki benim çocukluk travmam yok. O çocukluk travmaları insanın psikolojisini etkiliyor, insanın hayatı çocukluk travmaları ile şekilleniyor.”
İLK TRAVMA: DOĞUM TRAVMASI
Dünyaca ünlü yazar, çocukluk travmalarının neler olduğunu ise şu şekilde anlattı: “İlk travmamız, doğum travması. Bu konuyu ilk defa bu kitapta anlatıyorum. Bebek 9 ay rahime alışmış, sıcacık, güvenilir bir yer. Güzel bir yerde, yuva gibi, orada büyümüş 9 ay ve birden bire dışarı atılmaya başlıyor ve o yüzden de bebek buna direniyor. Yuva gibi bir yerde bulunuyor ve çıkmak istemiyor. Bilim adamları bebeklerin rahimde dönme nedenlerini tam da keşfetmemiş. Burada ilk defa açıklıyoruz. Neden bazen bebek rahimde dönüyor. Bunun nedeni bebeğin çıkmak istememesi ve korkması. Birden bire 9 ay alıştığı yerden dışarı atılıyor. Direniyor, bazen de dönüyor. Anne ıkınıyor çıksın, çünkü çıkma zamanı gelmiş, bebek direniyor çıkmasın. Bu mücadelede bebek büyük bir travma yaşıyor. Artı dışarı çıkar çıkmaz dışarısı soğuk, bebeğin cildi ise çok hassas. Oda sıcaklığı bile ona Antarktika soğuğu gibi geliyor. Soğuk bir ortam, dev gibi canlı varlıklar dolaşıyor etrafında, onları tam da göremiyor, anlamıyor. O yüzden bebek dışarı çıkar çıkmaz bir çığlık atıyor. Doğum çığlığı. Bu sevinç çığlığı değil. Nereye düştüm korkusuyla çığlık atıyor, ağlıyor. İşte ilk yaşadığı travma budur. Onun istenmemesi ve yabancı bir ortama girmesi derin bir etki yaratıyor. Bilinçaltını etkiliyor.
İKİNCİ TRAVMA: GÖBEK BAĞI KESİLME TRAVMASI
Ondan sonra ikinci travma başlıyor. Bu da az konuşulan bir travma. İlk defa anlatıyorum: Göbek bağı kesilme travması. Bebek doğdu, biraz alıştı ortama ve birden bire annesi ile olan bağını kesiyorlar. Annesi onun besin kaynağı, onun merkezi. Anneden enerjisel ve fiziksel olarak beslenen bebek ona alışmış, o bir kaynak. Birden bire onun annesiyle olan bağını, göbek bağını kesiyorlar. Bu, ikinci çok derin bir travma. Göbek bağı travması diyoruz ona. Bebek bundan da çok huzursuz ve rahatsız oluyor. O yüzden kitapta şunu tavsiye ediyoruz, bu az bilinen bir şey: Göbek bağının hemen kesilmemesi gerekiyor. Bir süre bekletmek gerekiyor. Plasentayla birlikte, bebek o alışana kadar tutulmalı. Genelde yaygın uygulama hemen bağı kesmek ve bebeği anneye vermek. O bağ hemen kesilmemeli çünkü o bağ travma yaratıyor. Dolayısıyla bu iki travma herkeste var. Bebek alışmadan kaynaktan kesilmiş gibi oluyor. Sonra bebeği anneye veriyorlar. Orada da önemli bir nokta, bebeği annenin karnına koymak gerekiyor. Çoğu zaman eline veriyorlar. Anne bebeği boynuna alıyor. O yanlış uygulama. Çünkü bebek annenin karnına alışmış. Oradan çıktı ve en doğrusu göbek bağını kesmeden bebeği annenin karnına koymak. Çünkü o içerdeydi, şimdi dışarıdadır. Bebek alışmış o enerjiye. Enerjisel hassasiyet çok yüksek bebekte. Bebek fizyolojik, fiziksel bir şey anlamıyor ama her şeyi enerjisel hissediyor. Annenin enerjisini hissediyor. Annenin karnına koyulması gerekiyor. O zaman göreceksiniz ki bebek hemen rahatlayacak. Çok iyi hissedecek. Orada rahatlayacak. Bir süre sonra bebek tam rahatladığında hafif uykuya dalacak. Çünkü mücadele etmiş, rahimden çıkmak istememiş, yorulmuş, aslında yorgun. Annenin karnına koyulunca göreceksiniz ki bebek gevşemeye başlıyor. Uyumaya, uyku haline gelince onu artık gereken yere götürebilirler. Bu çok önemli. Göbek bağı o zaman kesilebilir. Ama aslında bizim tavsiyemiz bir süre göbek bağı kesilmeden plasentayla birlikte bir süre bebek kalsın. Çünkü o plasentadan bir süre daha devam ediyor beslenme. Şimdi bazı yorumlar var. Plasenta bebeği zehirleyebilir, zararlı olabilir şeklinde. Aslında değil. Bir süre başlangıçta bebek o plasentadaki maddelerden beslenmeye devam ediyor. O yüzden tavsiyemiz bebeği bir süre plasentayla birlikte tutmak. İşte o zaman bebeğin olabilecek travmaları, olabilecek hassasiyeti azalacak.”
ÜÇÜNCÜ EN AĞIR TRAVMA: KUNDAKLAMA TRAVMASI
Dünyaca ünlü yazar Manaf daha sonraki çocukluk travmalarına ilişkin olarak ise şunları söyledi: “Sonra ne oluyor, bundan sonra da artık çeşitli ortama göre, çeşitli aileye göre, ebeveynlere göre bebek çeşitli travmalar yaşamaya başlıyor. Şimdi dayatma travmaları var. Çünkü bebeği disipline etmeye başlıyorlar. Orada üçüncü en ağır travma kundaklama travması. Artık bilimsel olarak da anladılar ki, kundaklama ile kalça travmaları da oluşuyor. Kalça çıkıkları oluyor. Kundaklama bebekte özgürlüğünü kaybetme, endişe ve korkulara neden oluyor. Engellenme hissediyor, engelleniyor. O yüzden buna dikkat etmek gerekiyor. Aslında en doğrusu bebeğin kendisinin tepkilerine bakmak. Bazı bebekler kundaklamaya çok da direnmiyor, umursamıyor. Bazıları çok direniyor. O zaman da kundaklama olmamalı. Çünkü burada üçüncü bir travma oluşuyor. Özgürlüğü kısıtlama, sınırlama, özgürlüğünü kaybetme travması. Bebek sanki özgürlüğünü kaybetmiş gibi hissetmeye başlıyor. Buna da çok dikkat etmek gerekiyor.”
HER GERÇEK DIŞI YANIT ÇOCUKTA BİR TRAVMAYA NEDEN OLUYOR!
Programda çocuklarda aşağılık kompleksine ilişkin soruyu ise dünyaca ünlü yazar şu şekilde yanıtladı: “Bebek biraz büyümeye devam edince aşağılık kompleksi biraz daha sonra 2-3 yaşlarında ortaya çıkıyor. Daha sonra küçük çocuk konuşmaya başlayınca, orada artık devamı geliyor. Burada da ebeveynler buna çok dikkat etmeli. O merak direk dışarı fırlıyor. Tabi bebekken de merak var, seslerle anlatmaya çalışıyor kendisini ama konuşmaya başlayınca ne oluyor bütün çocuklarda soru sorma aşaması başlıyor. Dünyayı merak ediyor, her şeyi merak ediyor, nereden geldiğini merak ediyor. Maalesef yetişkinler çocuklara geçiştirme, gerçek dışı yanıtlar vermeye başlıyorlar. Çocuktur ne anlar diye düşünerek, her şeyi söylüyorlar. Ama aslında her gerçek dışı yanıt çocukta bir travmaya neden oluyor. İlk önemli soru nereden geldim sorusu. Bir süre sonra çocuk bunu merak ediyor ve soruyor ben nereden geldim. Eğer buradaki yanıt; leylek getirdi, lahanada bulduk, kapıya bıraktılar olursa kimse şüphe etmesin, küçük çocuk buna inanmıyor. Çünkü çocuğun bir başlangıç zekası var. Çok doğal bir zekaya sahip çocuklar. Zihin gelişmemiş ama sezgiler çok gelişmiş. Çocuk bu yanıtın hatalı, yanlış, kandırmaca olduğunu anlayınca bir travma yaşıyor. İşte aşağılık kompleksi buradan başlıyor. Bu ilk damla çünkü onu kandırıyorlar. Ondan bir şey saklanıyor ve çocuk bunu hissediyor. Kimsenin şüphesi olmasın, çocuk çok zeki. Onların doğal bir zekası var, sezgisel bir zeka. Hemen bunu anlıyor. Bazen de tepki veriyor. Şimdi burada çok önemli olan nokta, o merakı devam ettirmek. O merak çok önemli, o bir coşku kaynağı. Doğru yanıtlar alarak hayata bağlanmak. Hayatta kalma güdüsünün devamı bu. Sormak, öğrenmek ve hayatta kalmak. Şimdi buradaki yanıtlar geçiştirme olunca, ya da ki sus çok konuşma diyorlar bazen ebeveynler 2-3 yaşındaki çocuğa. Sürekli soruyor çünkü. İşte bu onda travmaların oluşmasına neden oluyor. Aşağılık kompleksi bu aşamada gelişiyor. Her türlü geçiştirme, yanlış, gerçek dışı yanıtlar çocuğu zedeliyor. O kendini kötü hissediyor. Sanki bir şeyden mahrum olmuş gibi hissediyor ve onun gelişmesi frenleniyor. Zeka gelişimi de frenlenmeye başlıyor. O yüzden ebeveynler gerçekçi yanıtlar vermeli. Onlar sade olabilir. Nereden geldim sorusuna şu şekilde yanıt verilebilir: Sen annenin karnındaydın, orada büyüdün, sonra zamanı gelince dışarı çıktın. Doğal, normal yanıt ve çocuk tatmin olacak. Çünkü çocuk sezgiselde biliyor. Her ne kadar anlaşılmasa bile aslında insan bünyesinin müthiş mekanizmaları var. Hafızada her şey kaydoluyor. Bebek 2-3 sene geçse bile o bilinçaltında doğum travmasını biliyor, farkında. Annenin karnından çıktığının farkında. O yüzden ona doğru söylenince rahatlıyor ve kendine güveni artmaya başlıyor.”
NEDEN ERGENLER EBEVEYNLERİ İLE SÜREKLİ ÇATIŞMALAR YAŞIYOR?
Çocuk ergenlik dönemine geldiğinde yaşanan agresyonun nedeninin ne olduğu yönündeki soruya ise dünyaca ünlü yazar Manaf şu şekilde yanıt verdi: “Ergenlik dönemi cinsel enerjilerin uyanmasıyla başlıyor. Bu hormonal cinsel uyanış, bünyedeki değişimlere neden oluyor. Soyun devam etmesi doğada çok önemli. O yüzden bütün genetik sistem, bütün insan yapısı üretime ve soyun, ırkın, türün devamına yönelik. O yüzden çocukta iç dürtüler, içgüdüler oluşmaya başlıyor. Ona da ergenlik dönemi diyoruz. Bu cinsel enerjinin uyanışıyla asileşme ve özgürleşme dürtüsü de ortaya çıkıyor. Çünkü bilinçaltı karşı cins partnerini seçme olayları ortaya çıkıyor. Bunun için özgürlük gerekiyor ve bireysellik gerekiyor. Neden ergenler ebeveynleri ile sürekli problemler ve çatışmalar yaşıyor? Buradaki problem: Cinsel tabulardır. Çoğu zaman ebeveynler bunu kendi annesi babasından görmüş, onlar da kendi annesi babasından görmüş ve asırlardır devam eden bir kısır döngü. Cinsel tabular, korkuyorlar cinsellikten. Doğru dürüst iletişim de kurmuyorlar. Sadece yasaklıyorlar. Bilgi verseler, anlatsalar, neye dikkat etmek gerekiyor, onu anlatsalar, çocuk zaten bunları anlayacak. Ama bunu yapmadan direk, bu yasak, o yasak, danışma, konuşma, gitme, olmaz, bir araya gelmemelisin diye bu yasaklar ergenin içinde büyük bir tepki ve özgürlüğünü kısıtlama, anti dinamik oluyor. O, özgürleşmeye, kendini ve cinsel kimliğini bulmaya çalışıyor. Karşı cinsle iletişim o yaşlarda çok önemli. Ergen, ebeveynler tarafından kısıtlanınca, bilgisiz insanlar tarafından kısıtlanınca bu onda büyük bir isyana, tepkiye neden oluyor ve hatta ergen yaşamama gibi bir noktaya geliyor. Onun için cinsellik, cinsel keşif. Hem kendini keşfediyor, hem karşı cinsi keşfetmeye çalışıyor. Bu keşif onun için hayatın bir kaynağıdır. Bu arada çevre onu sürekli kısıtlıyor ve yaşam kaynağını, sevincini ondan alıyor. Ne oluyor o zaman? Ergen yaşamak istemiyor. Neden yaşayayım ki diye psikolojik hallere giriyor ve bazen de kendine zarar veriyor, kendini kesiyor. Bazıları sadece kendini kesiyor acı vermek için. Psikolojik acı öyle yüksek ki ergen kendini sadece keserek, kollarını bacaklarını keserek fiziksel acıyla psikolojik acıyı dindirmeye çalışıyor. Çünkü dayanamıyor. Bazen de dayanamayıp atıyor kendini. İşte o yüzden bu noktada ebeveynleri, herkesi, aslında bütün küresel toplumu eğitmemiz gerekiyor. O yüzden bu kitap hemen İngilizceye çevrilmeye başladı. Cinsel tabular olmamalı. Bu konuda yasaklamalar, böyle sert çıkışlar, kavgalar, bağrışlar kesinlikle olmamalı. Çocukların, oğlanların kızların sağlıklı bir ortamda oynamaları, bir araya gelmeleri, tanışmaları, teşvik edilmeli, diyalog teşvik edilmeli. Her türlü yasaklama sapkınlığa neden oluyor. Çünkü normal iletişimi yasaklarsanız, çocuk sapıklaşmaya başlıyor. Başka şeylere giriyor. Bu arada internette de her türlü siteler var. Bütün dünyada cinsel sapkınlıkların tek nedeni, çocukluktaki cinsel tabulardır. Başka nedeni yok.”
Dünyaca ünlü yazar Çocuk Psikolojisi kitabının herkes için bir başucu kitabı olduğunu vurgulayarak, çocuklarını öz doğalarına uygun yetiştirmek ve kendi çocukluk travmalarını aşmak isteyen herkesin bu kitabı okuyarak tüm sorularına yanıt bulacağının altını çizdi.