Bu hafta yazımı yazmakta o kadar çok zorlandım ki size anlatamam. Yazıyı tamamlayıp, sonra da beğenmeyip defalarca sildim. Doğu ve güneydoğuda yaşananları, orada bizim için canlarını ve kanlarını verenlerin fedakarlığı doğru anlatamama duygusu beni böyle bir sürece itti. Sonunda kendime şöyle dedim: “hiçbir yazı onların yaptıklarını anlatacak kadar mükemmel olamaz. Sen elinden gelenin en üstünü yap yoksa bu yazıyı hiç yazamayacaksın.”
Birçoğunuzun bildiği üzere, daha olayların vahametinin tam anlaşılmadığı bir dönemde ekibimle beraber TRT Belgesel kanalı için hazırladığımız “Şahit Olun” programı için Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde çekimlerde bulunduk. Yaşananları anlamak için de olayların direk içine, kaynağına girdik. Güvenlik görevlileri ne yaşıyorsa bizler de onlara eşlik ettik. Çektiğimiz hiç bir şeyin kurgu olmamasına dikkat ettik. Yaşadığımız her şey o yüzden bizim karşımıza hep sürpriz olarak çıktı. Sustuk ve onları dinlemeye çalıştık. Onlarla beraber sahaya çıktık, aynı ortamda soluklandık ve aynı riski paylaştık. Bu çekimlerde her bölüm için üçer gün onlarla beraber zaman geçirdik. Aslında yaptığımız yalnızca bir anın fotoğrafını çekmekti. Bu nedenle onların adına ahkam kesip, ben her şeyi gördüm ve yazdım demeyeceğim. Benim yapacağım bende kalanları size aktarmak. O nedenle kusuru bana, iyi şeyleri onlara yazın.
Bulunduğum bütün ortamlarda ‘Suriye’leşme veya ‘Irak’laşma ile ilgili kaygılarımı dile getiriyorum. Bunu söylerken yalnızca yıkılan ev görüntülerini baz almıyorum. Beni bu kanıya götüren artık ölüm ve şehit haberlerinin üçüncü sayfa haberine dönüşmesi, konunun gerçekliğinden uzaklaştırılarak farklı boyutlarda tartışılıyor olması, fanatikliğin aklı selimliğin önüne geçmesi, doğrunun aynı gruplar tarafından blok olarak nitelendirilmesi, farklı grupların içindeki aklı selim seslerin gittikçe azalması, nefretin beraber yaşama arzusunu ve sevgisini yok etmeye başlaması, insan hikayelerinin anlam ifade etmemeye başlamasıdır. Toplumu bir arada tutan doğruya mezhep, din veya ırk farkı olmadan ulaşma arzusu ve inancıdır. Suriye eline silah alındığı için değil yukarıdaki saydığım niteliklerin yok olmasından dolayı harabeye dönmüştür. Bunu fark etmemek de bizi aynı yere doğru sürükleyecektir.
Bilenler bilir işin en zor kısmı aileyi bir yerlere bırakıp görev yapmaktır. Bu şantiye de çalışan mühendis içinde geçerlidir, dağ başında öğretmenlik yapan için de, sınır da nöbet tutan Mehmet için de. Zordur be kardeşim aileyi geride bırakmak. Aileyi geride bırakırsınız ama sorunları asla. Sorunların bir parçası olurken çözümlerin bir parçası olamazsınız. Geride bıraktığınız eşiniz evin anası da olur babası da, musluğu değiştiren tamirci de, daha büyükleri idare etmeye çalışırken psikolog da. Siz sorunların içinde canınızı ortaya koyarken bir yandan da bu sorunları düşünmekle uğraşırsınız. Bir beyin cerrahı titizliği ile bombaya yaklaşmanız gerekirken aklınız hiç bir zaman aynı netlikte olamaz. Nedense görevde olan personelin ailelerinin sorunlarını çözmeye çalışan bir ekibin oluşturulması bir sisteme bağlanmaz. Bunu son dönemde TSK daha kurumsal bir hale dönüştürse de diğer kurumların daha çok yol alması gerekiyor. Kişilerin verdiği emirlerle ailelerin yanında durulmaya çalışılır fakat bu çalışma da kurumsallaşma olmadığından herkesi kucaklayamaz. Bu konu bir yanıyla da bir aile sıcaklığı ile yapılması gereken hassas bir konudur.
Bu hassaslığı en iyi gözeten kurumların başında da Özel Kuvvetler Komutanlığı gelir. Onların felsefesi geride kimseyi bırakmamaktır. Bu nedenle bir şehidi çıkarmak için onlarca şehit verebilirler. Geride kalanın yalnızca naaş olmadığını bilecek kadar da değerlerine saygılıdırlar. Ailelere destek de mücadelenin bir parçası kabul edilir ve asla geride bırakılmaz. Her şehit ailesi zamana tabi olmadan takip edilir ve kollanır. Zaten onları da özel kılan aldıkları eğitim değil, değerlerine sadık olmalarıdır. Herkesi eğitebilirsiniz ama adam edemezsiniz.
Görev yapan personel ile 24 saati kapsayan paylaşımlar yapınca, onların yattığı yerleri ve yedikleri yemekleri gözlerimle gördüm hatta çekimlerini yaptım. Güneydoğu’da şu anki durum yatak ve yemek kapasitelerini aştığından, ekiplerin çok zor şartlarda ikame ettiklerini gördüm. Yayınlamak istediğimde ise çoğundan bir itiraz yükseldi. Şu anda bunları yayınlarsan bizlerin hayıflandığı ve itiraz ettiği gibi bir ortam doğar. Büyüklerimiz bizden çok daha zor şartlarda görev yaptı, bizler dişimizi sıkar buna da katlanırız dediler. Senden ricamız yetkili makamlara şartları anlat ki bizden sonra gelecekler daha iyi şartlarda kalabilsin dediler. Ellerinde fırsat varken bunu kullanmayı istemediler.
Bunu söyleyen yiğitler, bir sokağa girdiklerinde ellerindeki imkanlarla önce barikatın etrafında ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Bu arada gözcüler de ( keskin nişancılar ) hakim noktalardan arkadaşlarının bu çalışmasını desteklemeye çalışıyorlar. Eğer saha zırhlı aracın girmesine müsait ise termalleri ile alanı tarıyorlar. Bomba uzmanları elleri ile yeri kazarak kablo uçlarını bulmaya çalışıyor. İşte her defasında kıyamet de burada kopuyor. Evin içine gizlenmiş bir nişancı veya roket atar kullanan kişi o anda silahını ateşliyor. Her şey birkaç saniyede olup bitiyor. Eğer şansları varsa alanı temizlemeye çalışan güvenlik güçleri kurtuluyor. İçlerinden birkaç şey söylüyor ama ortalık sakinleşince aynı bombanın başına tekrar dönüyorlar.
Bunu her gün yaşayan personelin gözünün içine bakarak aynı bombanın başına onları götüren gücü anlamaya çalıştım. Onların yaşadığının yüzde birini yaşadığımızda nasıl demoralize olduğunuzu, anında sinirlenip öfke krizlerinize girdiğinizi bir düşünün. Hayatınızı ortaya koyduğunuz bir mücadelede bazılarının sizin ölümünüz üzerine lanet okuduğunu, her olaydan sonra soruşturma açıldığını, açılan davalarda nasıl tek başınıza bırakıldığınızı bir bilseniz tekrar aynı bombanın başına kaçınız gidebilirsiniz. Sakın bana bu onların seçimi deyip olayı küçümsemeye çalışmayın. O seçimini kendi hayatı için yapan sıradan bir insan değil, senin için de canını ortaya koyan bir yiğit. Sakın akşam yemeğini nerede yesek diye sizin yaptığınız seçimle karşılaştırmayın bu durumu.
Bu mücadele birilerinin gözlerinizin içine bakarak dalga geçtikleri, sizi hafife aldıkları bir ortamda sizin yerinize de DUR diyenlerin hikayesidir. Mesele yalnızca DUR YOLCU diyerek geçmişi hatırlamak değil, aynı zamanda birilerine DUR diyenlerin yaşarken hikayelerine sahip çıkmaktır. Yaşayanlarına sahip çıkamayanlar, ne geçmişlerine ne de hatıralarına sahip çıkabilirler.