Çoğumuzun defalarca duyduğu, okuduğu, dillendirdiği bir mevzudur; Ak Parti’nin siyasi başarısını ekonomi yönetimindeki başarısına borçlu olduğu. Bazılarına bıkkınlık vermiş olabilir ama işin gerçeği budur. Türkiye’de seçmen tercihlerinde ekonomi ilk sıradadır ve daha uzun süre böyle olmaya devam edecektir. Bunun anlamı Ak Parti’nin iktidarını güçlenerek sürdürmesinin yolunun iyi bir iktisadi ortamı sağlamaktan geçtiğidir. Bu yüzden ekonomiyi daima gündemin ve yapılacaklar listesinin ilk sırasında tutmak zorunludur. Tam da bu sebeple önümüzdeki birkaç yazıyı Ak Parti hükümetlerinin ekonomideki 15 yıllık performansını tekrar hatırlamaya ayıracağız.
Orta yaş ve üzeri okuyucular hatırlayacaktır; Türkiye’de ne zaman bir hükümet değişikliği olsa yeni gelen hükümet Bismillah demeden önce “enkaz devraldık” sözü ile başlardı. Aslında sürekli hükümet değiştiği için siyasetin en çok kullanılan sözlerinden bir olmuştu bu. Açıkçası bazen biraz abartılı olsa da çoğu zaman gerçek durumu anlatan bir ifadeydi. Zira Türkiye ekonomisi çok uzun süre biraz toparlanıp sonra enkaza dönen bir döngü içerisindeydi.
Bununla birlikte Cumhuriyet tarihinin en büyük “yerel” krizini 2001 yılında yaşadığımızı söylemek abartılı olmaz. Gecelik faizlerin %7000’leri bulduğu günler yaşandı. Bilmeyen (özellikle gençler) yanlışlıkla birkaç sıfır fazla koyduğumuzu düşünebilirler. Keşke öyle olsaydı. Peş peşe iflasların yaşandığı ve insanların neredeyse hiçbir ümitlerinin kalmadığı bir ekonomik ortam mevcuttu. Zaten daha önce IMF ile onun üzerinde standby anlaşması yapılmışken bu kez hem IMF hem de Dünya Bankası ile yeni anlaşmalar yapılmış ve Türkiye ekonomisi fiilen bu iki kuruluş tarafında yönetilir hale gelmişti. Elbette ilk aşamada bu kuruluşlardan alınan desteklerle ve yürürlüğe konulan tedbirlerle bir toparlanma gözlenmiş ancak var olan durumun siyaseten sürdürülmesi mümkün olmadığı için Türkiye yeni bir genel seçime gitmiştir. Son söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim; bu seçim Türkiye’de yeni işbaşı yapacak hükümetlerin bir enkaz devraldığı son seçim olmuştur. 15 yıllık Ak Parti İktidarı “enkaz devraldık” sözünü siyasi tarihin bir konusu haline getirmiştir.
Burada kısaca nasıl bir ekonomik tablonun devralındığını hatırlatmakta fayda var. 2002 yılında Türkiye’nin ekonomik tablosu özetle şöyle idi. Enflasyon yıl sonunu %30 ile kapatmıştı. Bütçe açığının milli gelire oranı %12 ve toplam iç borç stoğunun milli gelire oranı %43 seviyesinde idi. Devletin dış borçlarının milli gelire oranı ise %26 seviyesindeydi. Büyüme 2001 deki -6,5’luk oranında etkisi ile 2002 de %6 olarak gerçekleşmişti. Bunların yanında 2001 krizi sonrası alınan tedbirler ile ülkede kamu yatırımlarının neredeyse tamamen durduğunu ve bu iki yılın (2001 ve 2002) etkileri uzun süre devam edecek olan kayıp yıllar olduğunu da belirtmek gerekir.
Bu tablonun 15 yıl boyunca nasıl değiştiğini ayrıntılı olarak yazacağız. Ancak öncesinde bu 15 yıl içerisinde Türkiye ve Dünya’da neler yaşandığına bir bakalım.
2003 yılında ABD’nin Irak’a müdahalesi başladı ve Türkiye’de peş peşe terör saldırıları gerçekleşti. Bütün yıl siyasette laiklik tartışmaları ile geçti.
2004 yılı Türkiye’nin AB üyeliği için müzakerelere başlamasının kararlaştırıldığı yıl oldu. Dünya gündemi ise Irak ve El Kaide saldırıları idi. Laiklik tartışmaları dozunu arttırarak devam etti.
2005 AB ile müzakereler başladı. Laiklik tartışmaları yine siyasetin merkezini işgal etmeye devam etti.
2007 Türkiye’de en hareketli yıllardan biri oldu. 27 Nisan (utanç) muhtırası, Cumhuriyet Mitingleri, Cumhurbaşkanı seçtirmeme çabaları, 367 garabeti vs.
2008 Ak Parti’yi kapatma davası tüm gündemi işgal etti. Laiklik tartışmaları hız kesmeden devam etti. Ancak asıl büyük olay ABD’den başlayıp tüm dünyayı saran tarihin en büyük finansal krizi oldu.
2009 Dünyada ekonomik krizin şiddetle derinleştiği bir yıl oldu. Bizde ise gündem Ergenekon soruşturmaları ve çözüm süreci idi. Ama asıl damga vuran olay tabii ki Tayyip Erdoğan’ın “one minute” resti oldu.
2010 soruşturmalar ve skandallar yılı olarak tarihe geçti. Dünya ekonomik krizle boğuşmaya devam etti.
2011 Arap Bahar’ının Dünya’yı ve bölgeyi sarstığı yıl oldu. Kriz özellikle Avrupa’yı derinden etkilemeye devam etti. Yunanistan borç krizi diğer ülkelere de sıçramaya başladı.
2012 Suriye’de iç savaşın başladığı yıl oldu. Avrupa ekonomileri için kurtarma paketleri hazırlandı.
2013 oldukça hareketli bir yıl oldu. Ancak bu yıla damga vuran Gezi Parkı olaylarıydı. Türkiye Batı destekli bir kumpas ile iç çatışmaya çekilmeye çalışıldı. Başarısız olununca 17/25 Aralık kumpası devreye sokuldu.
2014 FETÖ ile mücadele yılı oldu. Tayyip Erdoğan halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu. Kobani bahanesi ile yeni bir kışkırtma denemesi maalesef onlarca cana mal oldu.
2015 Türkiye tarihin en büyük göç hareketi ile baş etmeye çalışırken Avrupa DAEŞ eylemleri ile sarsıldı. Kasım ayında devamında büyük bir krize yol açacak Rus savaş uçağının düşürülmesi olayı gerçekleşti.
Ve 2016. Büyük acıların ve büyük zaferin yılı.
Bunlar tabii sadece en önemli ve en etkili olaylar. Ancak sadece bunlar bile Türkiye’nin bu dönemde “yönetilmesi” ne kadar güç bir ülke olduğunu göstermeye yeter. Başlangıçta asker-sivil bürokrasi Hükümeti işlevsiz kılmak için elinden geleni yapmış ve Ak Parti hükümet etmenin yanında bir beka mücadelesi vermiştir. 2007 seçimleri karşı blok açısından tam bir hezimet olmuş ve Ak Parti başlangıçtan çok daha güvenle yoluna devam etmiştir. Ancak tam o cephede işler düzeliyor derken 2008 yılında Dünya tarihinin en büyük ekonomik krizi ABD’de başlamış ve kısa sürede tüm dünyaya yayılmıştır. Türkiye diğer bir çok ülkeye nazaran krizden çok daha hızlı bir şekilde çıkmış ve yeniden büyüme trendini yakalamıştır. İşler yine biraz düzelmişken o gün belki de kimsenin Dünya’yı (ve tabi bizi) bu kadar etkileyeceğine ihtimal vermediği Suriye iç savaşı başlamıştır. Sonrasında başlangıçta asker-sivil bürokrasinin yapmaya çalıştığı işi Uluslararası güçler ve onların Türkiye’deki tetikçileri üstlenmiş, peş peşe baş edilmesi neredeyse imkansız denebilecek olaylar atlatılmış ve nihayet 15 Temmuz’da olay bir işgal girişimine kadar vardırılmıştır.
Belki klişe olacak ama yine de tekrarlamakta fayda var. Bu olaylar başka bir ülkede (ya da başka bir yönetim altında) gerçekleşse tereddütsüz büyük çöküşe hatta dağılmaya sebep olurdu. Türkiye bu süreçten bir yandan birliğini ve varlığını güçlendirerek çıkmış diğer yandan Cumhuriyet tarihinin en başarılı ekonomik performansını göstermiştir. Türkiye bu 15 yılda sadece ekonomik parametreleri düzeltmekle kalmamış, büyük bir yapısal dönüşümü de başarmıştır. İzleyen yazılarda bunları tek tek hatırlatacağız.
Zira biliyoruz ki; neleri başardığımızı hatırlamak, nelerle baş edebileceğimizi anlamanın yegane yoludur.