İletişimi anlamak, yönetiminde uzmanlaşmak için binlerce metin okudum.
Kapı koluna bile “iletişim”den bakarım.
104 emekli amiral imzalı açıklama sonrasındaki resim, iletişimdeki halimizi göstermesi açısından önemli.
Konu, Türkiye’de asker ve iletişim alanında yazılmış ilk akademik kitap olan “Tanklar ve Sözcükler”in yazarı olarak benim için ayrıca önemli.
Türk ordusunun başucu kitabı olması gerekirken, çoğu şimdi kaçak olan kişilerin kitaplarına verilen değer, “Tanklar ve Sözcükler”e verilmedi.
Kitabımın 208-213 sayfaları arasındaki bölümün başlığı: “Emekli Komutan Konuşmaları”
O bölümde, “torunuyla zaman geçiren diğer meslek emeklilerinden asker emeklilerini ayıran nedir” sorusunun cevabı da var.
Emekli amiral açıklamasının ortalığı karıştırmasının psikolojik arka planı da var.
Kanaat önderlerinde iki temel sorun görünüyor;
Birincisi, konuştukları konuda yeterince okumadan ahkâm kesmek,
İkincisi, konulara “iletişimsel bir mesele” olarak yaklaşmamak.
Hemen her alanda iletişim işi, “herkes yapabilir” mantığıyla hafife alınıyor.
Üzücü.
Emekli amirallerin açıklaması da aynı sonucu gösterdi. Çünkü;
Bir, “ne” söylendiğinden çok “nasıl” söylendiğinin önemli olduğu zamanlardayız. “Ne”ye aşık olmak, “nasıl”ı harcıyor.
İki, TSK eğitim süreçlerinde her konuda ayrıntılı eğitim var, “iletişim”de yok.
Üç, iletişim bilgisi olmayınca, bir açıklama yapıp yapmamayı tartışırken toplumsal hafızayı dikkate alan çıkmıyor.
Dört, gündüzler dururken gece açıklama yayınlamak, niyetin kötülüğü algısına hizmet etmiş olur. Geceler pek tekin değildir.
Beş, amaç Hükümete dert anlatmak ise, tek tek mektup yazmak düşünülebilirdi ya da randevu istemek.
Altı, metnin içeriğini paylaşan hiçbir sivil imzanın dahil edilmemiş olması konuyu başka yerlere çekiyor.
Yedi, Hükümet en zor anda eline gelen topu sayıya çevirmek isteyecekti. Öyle yaptı ama daha özgüvenli tepki verselerdi sayı 3’lük de olabilirdi, basketçe.
Sonuç, bireysel, kurumsal, ulusal, uluslararası düzeyde iletişimde lime lime dökülüyoruz.
Oysa iletişim sorun çıkarma işi değil, sözcükleri kullanarak sonuç alma işidir.
Dikkat ettiniz mi bilmem, yazının konusu emekli amiral açıklaması değildi.
Kolay değil, bir yılı aşkın süredir küresel pandemi sürecini yönetmek.
Başlarda iyiydi.
İnsanlarda korku vardı.
Hükümet akıllıca bir iş yapıp Sağlık Bilim Kurulu’nu iş ortağı yaptı.
Sonra.
“Türk gibi başla İngiliz gibi bitir” sözü gerçek oldu.
İyi başladık, kötü gidiyor.
Meselenin bir “iletişim krizi” olduğunun bir Prof. Dr. Osman Müftüoğlu farkında.
Fazla değil, dört önerim olabilir bu saatten sonra;
Bir, Sağlık Bakanı bu süreçte yıprandı, güvenilir bir sözcüye işi devretse iyi olur, güvenilir bir gönüllü bulunursa tabi.
İki, Sağlık Bilim Kurulu çok yoruldu, yenilenmesinde yarar var.
Üç, Toplum Bilim Kurulu vardı, yer yerinden oynadı ne sesleri çıktı ne solukları. İşlevsiz olduğu açık, yerine başka bir kurul kurulmalı.
Dört, ya Hıfzıssıhha Enstitüsü yeniden açılmalı ya da ülke genelindeki aşı çalışmalarının bir merkezde toplanacağı “aşı enstitüsü” kurulmalı. Veri paylaşımı, veri hafızası, toplum yararı açısından önemli.
Sadece ben değil, herkes farkında ki Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı yarıştırıyorlar.
Önce “hangisi olursa olsun yeter ki güçlü bir aday olsun” diyenler bile, yavaş yavaş saflarını netleştiriyor.
İbre Yavaş’a kayıyor gibi.
Ve fakat siyaset bilgim, bu yarışın öyle sorunsuz süreceğini söylemiyor.
Tişörtünde “sevgilimin malıyım” yazan Acun’un eski eşi, eleştirileri “Ben onun malı olmaktan da memnunum yani” şeklinde cevapladı.
Cevabıyla sıraya giren yeni sevgili kuyruğunu da uzatmış oldu, kadın hinlik derecesinde zeki.
Herkeste bir kınama, bir ayıplama. Sanırsınız eleştirenlerin kendileri fazilet timsali.
Ben ne dediğinde değilim, ne dediği umurumda bile değil. Onun yaşamı.
Bu ifadeyi söyleme şeklindeki içi boş özgüveni, “acaba bunu dersem ayıplanır mıyım” tedirginliği duymayışını daha tehlikeli buldum.
Zira gençlerin önemli kısmını embesilleştiren, yürüyen ölülere dönüştüren sosyal medya ortamında bu tuhaf “obje”, rol model olarak konumlandırılıyor.
Dünya nüfusu yaşlanıyor.
Hepimiz yaşlanıyoruz.
Yaşlı politikamız yok.
Onu geçtim, kapalı kapılar ardında yaşanan trajediler var, içim kaldırmıyor.
Aileler yaşlı hastalıkları konusunda bilinçsiz.
Alzheimer, parkinson, şizofreni gibi hastalıklar davranış bozukluğuna neden oluyor.
Hastalık belirtisini kötü huy sanan aile yakınları yaşlılarını hırpalayabiliyor, şiddet uygulayabiliyor.
Ne nasıl davranılacağını bilen var, ne de bunu iş edinen.
Çok üzülüyorum çok.
Orhan Pamuk’un yeni kitabı üzerine söylediklerini eleştirince, “Kitabı okunmasın mı istiyorsunuz?” diye soranlar oldu.
Bir öğretim üyesi, kitap okunmasın ister mi?
Keşke dünyanın en çok kitap okunan ülkesi olsak.
Kızdığım şey şu;
Ben Nobel almış bir yazar olsam, bu kadar pazarlama hilesi kokan yollara başvurmazdım.
Kitabıma güvenirdim.
İyi bir yazarsam, “okur zinciri”ne güvenirdim, çünkü okur kitabı severse o kitap zaten satar.
Bir de arkanda Yapı Kredi gibi büyük bir yayınevi varsa daha rahat satar.
Çok satıp az okunmaktansa, az satıp çok okunmayı tercih ederdim.
Tanıştınız, görüştünüz. Kahveleri içtiniz.
“Hadi bize gidelim” dediniz, gittiniz.
“Bize gelmişken hadi sevişelim” dediniz, seviştiniz.
“Belki evlenirim bununla” cümlesi bile geçti aklınızdan, hızlıyız ya.
Sonra bir de baktınız ki arkadaş gitmiş.
Neyse ki o hız arasında telefonunu almayı unutmamışsınız, aradınız.
Cevap yok.
Bir daha aradınız ses yok.
Mesaj döşendiniz, karşı tarafta çıt yok.
İşte bu durumlara “ghosting” deniyormuş.
“Hayalet ilişki.”
Ne hayaleti ya, bal gibi de yatılmış, kalkılmış gidilmiş.
İlla İngilizce anlatacaksak “one night stand” vardı, “tek gecelik ilişki” ne oldu ona?
Bu kadar hızlı ilerlemeyi anlıyorsun da, birden bire kaybolmasını mı anlamıyorsun?
Çocuğum sen salak mısın?
Spordaki sorunları yazmaktan yoruldum.
Hangi Bakan davet ederse etsin, düşünürüm ama Spor Bakanı çağırsın, koşa koşa giderim içimi dökmeye.
Ona ilk sorum, “Neden takım sporlarında dökülüyoruz biliyor musunuz” olurdu.
Geçelim.
Yine, yeni, yeniden Beşiktaş Teknik Direktörü Sergen Yalçın, yenilgiden sonra hakemleri, MHK’yı suçladı.
Görüşüm net, hakem şikâyeti küçük takımların ağzına yakışır, büyüklerin değil.
İyiysen hakeme rağmen o maçı alırsın. Nokta.
Yine, yeni, yeniden Galatasaray yenilince herkes suçlu oldu, Fatih Terim’e bir şey yapışmadı.
Teflon gibi. Adama bir şey yapışmıyor.
Yanlış pozisyonda oynuyor diye futbolcu suçlu, onu o pozisyonda oynatan suçsuz.
Hatay yenilgisinde gelinen noktaya gülmekten öldüm. Terim cezalıymış da ondanmış!
Sanki adam o sırada bağırsa duyulacak yerde değil.
Alemi aptal sananlar size sesleniyorum, asıl aptal sizsiniz.
Fazıl Say’ın iletişim çıkmazı: Fazıl Say göz bebeğimiz. Ulusal değerimiz. El üstünde tutmalı, yoluna kırmızı halılar sermeliyiz. Ancak Fazıl Say da iletişimini kendisine yakışır şekilde yönetmeli. Özel yaşamı hakkında konuşurken Tik Tok düzeyine inmek, sosyal medyada bel altı fıkra anlatmak saygınlığını aşağı çekmekten başka işe yaramaz. İletişiminden kim sorumluysa sanırım o ilişki biraz sorunlu.