Emekli Tümamiral Cihat Yaycı'dan Doğu Akdeniz için MEB önerisi

Emekli Tümamiral Cihat Yaycı, verdiği röportajda Doğu Akdeniz'de yükselen tansiyonu ve sondaj faaliyetlerini değerlendirdi. Yaycı, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de bir an önce Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmesi gerektiğini söyledi.

Emekli Tümamiral Cihat Yaycı, Sputnik'e yaptığı açıklamalarda, 'Mavi Vatan' konseptinin bir 'Yarımada doktrini' olduğunu söyledi ve "MEB temelde, bir kıyı devletinin doğal kaynaklar ile coğrafi, jeolojik ve biyolojik varlıklar üzerinde deniz araştırmaları yapmak, korumak ve kullanmak üzere, kıyılarına bitişik sularda, deniz dibinde, toprak altında ve kıta sahanlığında egemen haklara sahip olması demektir. Bu nedenle MEB, vatanın bir parçası olarak da kabul edilebilir" ifadelerini kullandı.

Sputnik'in Emekli Tümamiral Cihat Yaycı ile gerçekleştirdiği röportaj şu şekilde:

‘Mavi Vatan’ konsepti ile tanınıyorsunuz. Bu konsepti açıklayabilir misiniz? Mavi Vatan nedir? Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS), Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) konseptine dayalı olarak ülkelere denizlerde sınırlı egemenlik hakkı verirken, Türkiye ‘Mavi Vatan’ı nasıl işlevsel hale getirecek?

1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, kıyı devletlerine MEB ile ilgili sınırlı haklar veriyor lakin MEB temelde, bir kıyı devletinin doğal kaynaklar ile coğrafi, jeolojik ve biyolojik varlıklar üzerinde deniz araştırmaları yapmak, korumak ve kullanmak üzere, kıyılarına bitişik sularda, deniz dibinde, toprak altında ve kıta sahanlığında egemen haklara sahip olması demektir. Bu nedenle MEB, vatanın bir parçası olarak da kabul edilebilir. Dolayısıyla Türkiye, kendi Münhasır Ekonomik Bölgesine düşen tüm kaynakların sahibidir. Deniz yetki alanlarımızdan, 1982 sözleşmesiyle tanınan ve uluslararası teamül hukuku ve uluslararası deniz hukuku ilkeleriyle verilen yetkiler çerçevesinde yararlanıyoruz ve haklarımızı daima koruyacağız. Mavi Vatan, bir yarımada devleti doktrinidir. Türkiye, Anadolu ve Rumeli ile birlikte 8.333 kilometre kıyı şeridine sahiptir ve ülkenin Doğu Akdeniz, Ege (Adalar), Marmara ve Karadeniz bölgelerinin tamamında yaklaşık 462 bin kilometrekarelik bir deniz yetki alanı bulunmaktadır.

Mavi Vatan haritası genel hatlarıyla şu şekilde belirlenmiştir. Karadeniz'de 1986’da ilan edilen MEB, Ege Denizinde Yunanistan ve Türkiye aba karalarını esasa alan ve ortay hat esasına dayalı deniz yetki alanı, Doğu Akdeniz’de ise; Libya ile yapılan MEB anlaşması batı sınırı olan, Mısır, Lübnan, İsrail ile de anlaşma yapılmışcasına belirlenen sınırlar içinde kalan deniz alanı ‘Mavi Vatan’ın bu denizlerdeki kısmını oluşturmuştur. Aşağıdaki haritada oluşan tüm bu deniz alanı mavi renkli olarak görüyorsunuz.

 Karadeniz'in deniz yetki alanları ise, aşağıdaki haritada görüldüğü gibi 1986 yılında belirlendi.

 

Aşağıda gördüğünüz Marmara Denizi haritası 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 8. maddesinde de belirtildiği üzere bir iç denizdir. Böylelikle Türkiye'nin Mavi Vatan’ının bir parçasıdır.

 

Doğal uzantılar, kıta sahanlığı alanının belirlenmesi için kritik bir ölçüttür. Çok sayıda ada ve kayalığın bulunduğu ‘yarı kapalı’ bir deniz olan Ege Denizi ise özel bir duruma sahiptir. Ege Denizi kıta sahanlığı sınırları, aşağıdaki gibi Lozan Antlaşması temelinde düzenlenmelidir.


Türkiye, 2019 yılında Libya ile imzaladığı Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası ile Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanının batı sınırını belirlemiştir (Aşağıdaki haritaya bakınız).

Bu nedenle, her zaman söylediğimiz gibi, Türkiye'nin vazgeçecek ne bir karış toprağı ne de bir damla karasuyu vardır ve vazgeçmeyecektir keza. Mavi Vatan’ı işlevsel hale getirmek için temel adımlardan biri; 27 Kasım’da Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzalanan “Doğu Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” ile atıldı ve bu kapsamda diğer komşu ülkeler Mısır, İsrail, Lübnan ve Suriye ile bu tür ikili deniz yetki alanları sınırlandırma antlaşmaları yapmaya devam etmeliyiz. “Mavi Vatan” olarak belirlediğimiz ve tüm dünyaya sunduğumuz bu bölge Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’dir. Bu nedenle, Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’ne ilişkin hak ve çıkarlarını yasal olarak ve uluslararası hukuk çerçevesinde barışçıl bir şekilde koruyoruz.

Türkiye Doğu Akdeniz'de eyleme geçmekte neden geç kaldı? Bu tür adımlara hangi kurumlar karşı çıktı?

Türkiye, yıllar içerisinde bölgedeki komşu ülkelerin deniz yetki alanlarının tartışılmasından yana bir tutum aldı ama bu konuda tek veya çift taraflı olarak herhangi bir karar almayı reddetti. Ancak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tek taraflı MEB bildirisi ve Lübnan, İsrail, Mısır gibi ülkelerle imzaladığı müteakip ikili antlaşmalar sonucunda Türkiye, Yunanistan'ın tek taraflı girişimlerinin farkına vardı ve bölgedeki hak ve çıkarlarını uluslararası hukuk kapsamında korumak için harekete geçme kararı aldı. Buna istinaden Türkiye de 2011 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve 2019 yılında Libya ile deniz yetki alanları sınırlandırma antlaşmaları imzaladı. Türkiye bu konuda bir hükümet politikası izliyor, bildiğim kadarıyla da herhangi bir kurum veya kuruluşun konuya ilişkin bir muhalefeti yok.

Konuya ilişkin haklı siyasi tezlere dayanan Türkiye, bugüne değin Yunanistan’ın maksimalist talepleri nedeniyle BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ni imzalamadı. Ancak son dönemde Ankara'yı sürekli olarak uluslararası hukuka atıfta bulunurken gördük. Hangi uluslararası hukuka atıfta bulunuluyor?

Türkiye'nin antlaşmada imzasının bulunmaması, bu konuyu gündeme getirmesini engellemez. Aslında, sözleşmenin koşulları teamül hukukuna dönüşmüş durumdadır. Türkiye'nin bu antlaşmada sürekli olarak karşı çıktığı hükümler ortadadır ve Türkiye'nin Sürekli İtirazcı olduğuna dair hükümler açıktır. Türkiye bu hükümler dışında başka herhangi bir çekinceye sahip değildir. Oysa Yunanistan söz konusu antlaşmanın hükümlerini değiştiriyor, sanki hiç komşu ülkesi yokmuş gibi davranıyor ve ihlal ettiği antlaşmayı kendi tezleri için delil olarak kullanıyor. Türkiye ise yalnızca 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'ni (UNCLOS) referans göstermekte, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nin (ICA) kararlarına atıfta bulunmaktadır.

1979 yılından beri hâkim olan görüşe göre MEB, 3. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı'nda ‘pozitif hukuk kuralı’ olarak ortaya çıkmıştır ve bu görüş; MEB'in özel statüsüne ilişkin farklı görüşlerine rağmen çeşitli yazar grupları tarafından kabul görmüştür. MEB üzerine çalışan yazarların çoğuna göre, uluslararası teamül hukuku, tek başına kıyı devletlerinin 200 millik bir MEB ilan etmesine izin vermektedir. Türkiye ise, 1958 Cenevre Sözleşmeleri’ne ve özellikle 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmamasına rağmen, zaman içerisinde bu sözleşmelerin hükümlerinin teamül hukuku haline gelmesi üzerine sözleşme hükümlerine saygıyla yaklaşmış, 1982 antlaşmasının teamül hukukuna dönüşen bazı uygulamalarını benimsemiş ve sözleşmeden doğan hak ve yetkilerini kullanmaktadır. Bu nedenle taraf devlet olmamak, Türkiye'nin sözleşmeye atıfta bulunmasına engel değildir.

Türkiye, 1982 sözleşmesinin hüküm ve koşullarından kaynaklanan hak ve yetkileri, kendi hak ve çıkarlarını korumak için uluslararası teamül hukuku olarak kullanmaktadır. Öte yandan Türkiye, Sözleşme’nin hazırlık çalışmalarına aktif olarak katılmıştır, ancak karasularının genişliğini düzenleyen 3. madde, “Bitişik Bölgeyi” düzenleyen 33. Madde ve “Adalar Rejimini” düzenleyen 121. madde nedeniyle 1982 sözleşmesinde karşı oy kullanmıştır. Türkiye'nin sözleşmeyi imzalamamasının diğer nedenleri de kapalı veya yarı kapalı denizlere ilişkin hükümlerle 74. ve 83. maddelerde belirlenen “Karşıt ve Bitişik Kıyılar Bulunan Devletler Arasında MEB ve Kıta Sahasının Sınırlandırılması” kapsamında alınan bağlayıcı kararlar ve zorunlu prosedürlerdi. Ancak, üç tarafı sularla çevrili olan Türkiye, ABD ve İsrail gibi Sözleşmeye taraf olmasa da denizcilik haklarını ve çıkarlarını korumak için sözleşme ile deniz hukuku alanında getirilen yeni yönetmelik ve yönergelerin önemini dikkate almaktadır. Yine de Türkiye, 1982 Sözleşmesi’nde teamül hukukuna dönüşen bazı uygulamaları benimsiyor ve Sözleşmeyle birlikte Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nin (ICA) kararlarından kaynaklanan hak ve yetkilerini kullanmaktadır.

Türkiye'nin bir an önce Doğu Akdeniz'de MEB ilan etmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Ancak BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, çıkar çatışmasının olduğu zamanlarda MEB ilan etmeden önce devletler arasında antlaşma yapılmasını tavsiye ediyor. Peki Türkiye ne yapmalı?

1982 antlaşması, Sözleşme’nin taraf devletlerine, kıyıları 400 deniz milinden az olan komşu ülkeler arasındaki sorunları ikili antlaşmalar ve diplomasi yoluyla çözmelerini öneriyor. Ancak yine sözleşmede, MEB'in tek taraflı ilan edilemeyeceğine dair herhangi bir düzenleme de bulunmuyor. 1982 antlaşmasının 75. maddesine göre, söz konusu kıyı devleti, ilan edilen MEB’i gösteren bir harita veya coğrafi koordinat listelerini yayınlamalı ve bunların birer kopyasını BM Genel Sekreteri’ne göndermelidir.

Güney Kıbrıs da 2004 yılında 200 deniz miline kadar uzanan kendi MEB'ini ilan etti ve aşağıdaki haritada gösterilen sınırlarla Birleşmiş Milletler’e bildirdi. Dolayısıyla, Yunanistan Doğu Akdeniz'in çoğunu gasp ederken Türkiye'den yalnızca izlemesini beklemek mantıksız.

RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

100 bin dolar hedefi! Kadıköy’de Bitcoin için lokma dağıttılar Fenerbahçe Beko'da Son Dönem Transfer Gelişmeleri Lucas Torreira Galatasaray'da 'dalya' diyecek
Sonraki Haber