Tamam, dünya giderek daha “okunaksız” bir yer olmaya başladı.
Tamam, değişimleri ve sonuçlarını kestirebilmek her geçen gün güçleşiyor.
Tamam, bu durum her türden ilişki biçiminde (kişisel, kurumsal, özel, siyasal, kamusal) belirsizlik ve yeni sorun alanları oluşturuyor.
Öyleyse ne olacak, koşullara ve akışa bırakıp öylece duracak mıyız?
Bu mümkün değil.
Yeni durumda kendi önlemlerimizi alacağız. Sorunun nereden ve nasıl çıkacağını bilmiyorsak her duruma göre hazırlıklı olacağız.
Kişisel ve kurumsal olarak bizi duvara çarptıracak, başarısız kılacak iletişimsel yanlışlardan kaçınmamız gerek;
Etrafımızı bizim gibi düşünenlerden oluşturmak, büyük hata mesela.
Eleştiri kanallarını tıkamak, neredeyse intihar sayılır.
Bizden farklı düşünenleri tehdit kaynağı sanmak da, yalakalık adına her yaptığımızı onaylayanlara kucak açmak da kendimize kötülük.
Körleştirir.
Peki belirsizlikte güvenle yol alabilmek için ne yapmalı;
Bir, olabildiğince eleştiriye açık olmalı.
İki, iletişim kanallarını özellikle “geribesleme” kanallarını başlarına bekçi dikerek tıkamaktan kaçınılmalı.
Üç, köşe yazılarında eleştiri yazanları kara listeye almaktansa, yazdıklarını dikkate almalı.
Dört, yanınızda “söylersem kızar mı, küser mi, kırılır mı, üstümü çizer mi” korkusu olmadan, düşündüğünü söyleyecek birileri olmalı.
Beş, yüksek sesle düşünmeli. Beyinden çıkan kulaktan girmeli ki düşünce sağlaması yapılabilmeli.
Altı, hep iyi şeyler yazan raporlardan şüphe duymalı.
Yedi, kişisel ve kurumsal iletişim sürecini sürekli sorgulamalı.
Somutlayayım;
Dil, kavramlar, adlandırmalar algısal gerçeklikte çok önemlidir.
Daha önce burada ve Milliyet’te “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ifadesindeki “Kuzey”e gerek olmadığını yazmıştım.
Geçen pazartesi Milliyet’te, Gazze katliamına tavır koyarken dini vurgulardan vazgeçip “insanlık suçu” kavramını öne çıkarmak gerektiğini de yazdım.
Şimdi benzer bir iletişim yanlışını “Doğu Akdeniz” diyerek yapıyoruz. Zihinde yeni ve sorunlu bir bölge yaratmış oluyoruz.
Bu hatayı daha önce “Kuzey Irak” diyerek yapmıştık.
Doğrusu “Irak’ın kuzeyi” ve “Akdeniz’in doğusu” söylemidir.
Kurumsal düzeyde de şunları yazmadan olmaz;
Dışişleri politikamızın iletişimi gözden geçirilmeli.
Uluslararası ilişkilerin tamiratında, zorlukların aşılmasında gösterilen başarı, yapılanı anlatmakta da gösterilmeli. Dışişleri, sokaktaki insanın kendini güvende hissetmesinin üç ayağından biri çünkü.
Milli Savunma Bakanlığı iletişime stratejik olarak bakmayınca Akdeniz’de, ABD ile ortak tatbikatın duyulması krizini yaşadı.
Tatbikatı, iletişimi planlamadan nefes bile almayan ABD’den öğrenmek, sessiz kalmayı seçen taraf için “gizlenen bir şey var” algısı oluşturmaz mı?
Habercilikte buna “kucağında ateşten bir top varsa onu hemen at” denir. Üstelik işin içinde ABD varsa, gözlerin açık uyuyacaksın.
Peki, Maliye Bakanının istifa haberinin ciddiye alınmasında, Bakan Şimşek’in bıraktığı iletişim boşluklarının rolü yok mu?
Bakan Şimşek “İzmir’de DJ Black” diye birinin “performansını ön sıradan izlemek isteyenlerin 1 milyon lira ödediği” haberi üzerine, neden çıkıp da “o bedeli ödeyenlerin mali incelemeleri öncelikli yapılacak” açıklaması yapmaz?
Eleştirene ya da benim yaptığım gibi yol gösterene kızmıyor da anlamaya çalışıyorsanız körleşme ihtimaliniz düşüktür.
Zira en büyük tehlike belirsizlik değil, kendimizi içine ittiğimiz körleşmedir.
“MUSTAFA KEMAL”İN ASKERLERİ
Dedim ya adlandırmalar önemlidir. Geçen hafta Kara Harp Okulunun mezuniyet töreninde dönem birincisi, gözleri çakmak çakmak, tığ gibi bir kadın teğmen Ebru Eroğlu toplamış dönem arkadaşlarını şahane bir yemin ettirdi.
İzlerken tüylerim diken diken oldu. Bu vatanı seven kimin olmaz ki…
Sınır boylarında vatan koruyacak, sadece anne babalarının değil hepimizin gururu pırıl pırıl gencecik teğmenler, hep bir ağızdan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırdılar.
Mustafa Kemal’in ülkesinde sanki suçmuş gibi kimileri teğmenlere hakaret savurdu, kimileri de “soruşturma açıldı” yalanını uydurdu.
“Darbe mi olacak” söylentileri yayıldı.
Eleştirenler bir avuçtular ama mide bulandırmaya yettiler.
Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının 7 düvele karşı savaşarak kurduğu bu ülkede, sadece askerler değil, vatan için görev yapan herkes kendilerini tanımlarken “Mustafa Kemal’in…” diyerek başlayabilirler, başlamalılar da.
Gerisi hikâye.
İmza: “Mustafa Kemal’in akademisyeni”
BEN BURADA YOKKEN
Bir, babamı annemin yanına koyduğum günden bu yana yasımı içimde yaşamak için haftalardır yazı yazamadım.
Bu süreçte, yeni köşe yazarlarından yeni komşularım olmuş. Üst katıma Ceyhun Bozkurt gelmiş, aynı zamanda yayın yönetmeni, alt kata ise önceki Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer.
Ne iyi etmişler, hoş gelmişler.
İki, bu yaz ben yetim kalmışsam, İsmail Küçükkaya da öksüz kaldı, beklenmedik biçimde annesini kaybetti.
Sabah yayınına gözlerimi dolduran bir konuşmayla başladı. Babam bulunduğu yerden beni okuyacaksa, annesi de İsmail’i izleyecek olduğu yerden.
İsmail benim için kıymetlidir, her ihtiyacım olduğunda yanımdadır. FETÖ döneminde medya bana kapıları kapadığında İsmail, Akşam’da köşe vermiş, “ücret ödeyemem ama istediğin zaman yazabilirsin” demişti, en güzel yazılarımı o günlerde yazmıştım.
Bu yaz da, babam ağırlaşmışken yazlığa götürmek istedik, özel mülkten geçen yolu mülk sahibinin kapadığını öğrendik.
O yolun açılması için İsmail çok uğraştı, köşe komşum Mahmut Özer de çok uğraştı. Yolu açtırdılar ama babam göremedi.
Nasıl teşekkür etsem…
Üç, önce Özel hatırlatmıştı, arkasından da Kılıçdaroğlu “Yeni hazırlanacak parti programında da Altı Ok’la ilgili yeni yorumun konulması gerekiyor” demiş.
Bence “altı ok”un yeniden yorumlanması yerine, yorumlayacak olanların kendilerine bir çeki düzen vermeleri gerekiyor.
Dört, Mansur Yavaş ve FOX’un (NOW) haber spikeri Gülbin Tosun arasında kriz çıkmış. Nedeni ise spikerin Twitter’da Yavaş’a beddua eden paylaşımı.
Hep diyorum, bir kuruma bağlı çalışan gazetecilerin sosyal medya kullanımı sıkı kurallara bağlanmalıdır. Özellikle işi haber sunmak olan spikerlerin kuralları daha katı olmalıdır.
Beş, megastar Tarkan, festival konserleri vermiş. Kimsenin ruhu duymamış, ilgi azmış.
Acaba yaşadığı ilk kriz olan “çişim geldi” krizini yönetmekteki başarıyı, bu kez de gösterip yeniden zirveye çıkabilecek mi, meraktayım.
GAZETELER OKUNMUYORSA…
Çok sıkıldığım bir cümledir bu: “Artık gazete okunmuyor, internet var.”
Gerçek hiç öyle değil, nedenlerine burada girmeyeceğim. Sadece şunu yazmam gerek, gazeteler okunmuyorsa, gazetelerin kendilerini sorgulamaları lazım.
Mesela magazin haberleri. Düzey o kadar düşük ki, hiç magazin eki vermeseler daha iyi olacak.
İşte size iki örnek;
“Batuhan Ekşi, denizde voleybol oynadı.” (Batuhan kim, denizde voleybol oynamasının nesi haber?)
“Selim Bayraktar denize girerken ayağını taşa vurdu.” (Çocukların kaybolduğu bir ülkede, dizi oyuncusunu ayağını taşa vurmasının nesi haber?)
Dalga mı geçiyorsunuz?
BU HANGİ ÖZCAN DENİZ?
Ankara’dan giden Özcan Deniz hakkında bir fikrim var. Naif, çalışkan, mütevazı, nazik bir adamdı.
İşini yapar, medyada güzel pozlar verir karşılığını alırdı.
Sonra kötü bir evlilik yaptı, ayarları bozuldu.
Sonra bir evlilik daha yaptı, bence çok erkendi, ayarları iyice bozuldu. Krizden çıkan bir insan kendisini yenilemeden, sıfırlamadan başka bir ciddi ilişkiye başlamamalıdır, ama yaptı.
Şimdi o yeni evliliğin aile içi ilişkilerini eline yüzüne bulaştırdı, Deniz’i kız kardeşini videoyla tehdit etme noktasına kadar götürdü.
İşte bu tehlikeli Özcan Deniz’i tanımıyorum. Onun söyleyeceği romantik şarkıların da sihri korkarım bu gidişle bozulacak. Ve sihir bir bozulursa bir daha toparlaması zor olur.
Bazı insanlar evlenmemeli, Özcan Deniz o insanlardan. Bence.
AKLIMDA KALAN
Ex ve next meselesi: Jennifer Lopez eski aşkı Ben Affleck’e dönüp bir de onunla evlenince dikkatleri üzerine topladı. Ortaya da “Ex’den (eskiden, ölüden) next (sıradaki, yeni) olur mu?” sorusu atıldı. Kısa süre sonra ayrıldılar. Demek ki, olmuyormuş, sonucuna vardı ahali. Halbuki öyle değil, tekil bir durumu genelleyemeyiz.
Tam aksine birinden ayrılıp, başka başka deneyimler yaşadıktan sonra yeniden ona dönüyorsanız, epeyce bir sorgulamadan geçmişsiniz demektir. Daha sağlam bir ilişkiniz olabilir bu kez. Jennifer’ın durumunun “ex”den çok, “zor adam” sorunu olduğu ortada.