Gündelik hayatta sık kullandığım bir söz var: “İyi sürücü gaza basan değil, frene ne zaman basacağını bilendir.”
Özellikle yönetici iletişimi danışmanlığımda ayağımı yere, karşımdakinin kafasını duvara vura vura bunu anlatmaya çalışırım.
(Elbette şiddete karşıyız, buradaki mecaz.)
Sıkıntı şuradan doğar;
Bir, yönetici baskıya karşı direnç gösteremez.
İki, herhangi bir başarıda havaya kolay girer, “Bu tuttuğuna göre buradan yürüyeyim” der, gaza basar.
Sizin “frene bas” diyeceğinizi bildiğinden, karşısına sizin çıkmayacağınız yollardan dolanır.
Sonuç?
Duvara toslar. O saatten sonra danışmanın işi dağılan parçaları toplamaktır.
Bunları neden anlattım?
Sağlık Bakanı Koca, pandemi sürecinde iyi puan kazandı.
Bu sadece iletişim başarısı değildi, yönetim başarısıydı.
O yönetim başarısıdır ki kötü vurgulu, sakız fallarındaki maniler gibi konuşmalarını bile sempatik kıldı.
Bilim kurulu üzerinden kendisinin temiz kalmasını sağladı.
Sağlık konu olunca herkes için referans kişi olması da kaçınılmazdı.
Cumhurbaşkanından itibaren Hükümet üyeleriyle mesafesini ayarlayabildi.
O kadar başarılı bir yönetsel süreç geçirdi ki, zaman zaman bunun zararını İçişleri Bakanı Soylu ödemek zorunda kaldı.
Son sokağa çıkma yasağı “gel-git”ine bakalım.
Krizin dozu düşmeye başladığında Sağlık Bakanı, kendi dozunu da düşürüp frene basmaya başlamalıydı, yapmadı.
Basın toplantısında “sokağa çıkma yasağı öngörmüyorum” demesi, Bakanın güven katsayısı nedeniyle “sokağa çıkma yasağı yok” anlaşıldı.
Halbuki ilk günlerde yaptığı gibi, “biz görüş belirtiriz kararı siyasi otorite alır” dese sorun olmazdı.
İçişleri Bakanı Cumhurbaşkanından onay almadan sokağa çıkma yasağı ilan eder mi? Etmez.
Siyaset bir etki tepki işidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da nabız tutarak ilerler. Nabız yükselince alınan karardan vazgeçilmiştir.
Bu olayın anlatması gereken şey, “kulislerde ne oldu” gibi işin dedikodu kısmı değildir, pandeminin hafiflemesiyle girilen süreçte herkesin bin düşünüp bir konuşması gerektiğidir.
Çenenizin frenine basarsanız kaza da yapmazsınız. Bu sözüm herkesedir.
BİLİMİN KİRLİ YÜZÜ
Salgının bir görünen, bir de görünmeyen yüzü var.
Görünen tarafta sağlıklı yaşam, hayatta kalmak başrolde.
Görünmeyen tarafta ise varsa yoksa para.
İlaç şirketleri ve kârlılık oranları.
En son, tıp dergilerinin ilaçlarla ilgili şaibeli makaleler yayınladığını, sonra da o makaleleri geri çektiklerini gördük.
Kirli ilişkiler de var, lobi faaliyetleri de.
Bu olay bana Harward’ın, London School Economics’in dahil olduğu skandalı hatırlattı.
Ortadoğu’nun dizaynında bu (ve başka da) itibarlı kurumların Anthony Giddens, Joseph Nye gibi itibarlı (!) akademisyenlerinin para ve bağış karşılığı makale yazdıkları ortaya çıkmıştı.
Akademiler özelleştikçe müzik kutusuna benzer akademisyenler ortaya çıkıyor. Parayı atıp düğmeye basınca istediğin şarkıyı çalıyorlar.
MEDYA MAHALLESİNDE DOLAŞIRKEN
Bir, Ertuğrul Özkök’ün Instagram’da bir paylaşımıma destek vermesi haber oldu. Önemli birçok gazetecinin haberinden daha çok okundu. Demek ki medyamızda halâ Özkök diye bir güç var.
İki, amiral gemisi Hürriyet’in yayın yönetmeni Ahmet Hakan, “Bu hafta sonu kendime kesin ve katı bir sokağa çıkma yasağı getirdim” diyorsa, ya gazeteyi başkası yönetiyordur ya da pılıyı pırtıyı toplayıp gazeteye yerleşmiştir.
Üç, Uğur Dündar’ın mikrofonuyla bir adamı dövmesi videosunu izledim. Tanıdığım Uğur Dündar şiddete karşıdır, zaten ilk yumruk ondan gelmiyor.
Ondan daha önemlisi, Dündar adamı fena hırpalıyor ama ne kravatı yana kayıyor ne ceketi bozuluyor.
Adamın şıklığı deri gibi üzerine yapışmış, bozulmuyor, hayret bir şey.
Dört, kanımca iktidarın kendisini destekleyen medyayla adını bir türlü koyamadığı bir meselesi var: O civarda fikirler değil de üsluplar başrolde.
Bir köşe yazarı çıkıp ana muhalefet partisi genel başkanına “Uganda’ya kadar yolunuz var” diyebiliyor.
Bu üslup konusuna bir çözüm lazım.
BENİM MASKELİ GERÇEKLERİM
Eline mikrofon alan muhabir sokakta maskesiz avına çıkınca, yazmak şart oldu;
Bir, etrafında sosyal mesafelik bir durum olmayan biri maskesini çenesine indirmeyecek de ne yapacak?
İki, maske takmayanların fazlalığı, “maske takın” diyen kaynaklara güven sorununun da ipucudur.
Üç, her tür kumaştan maske takabilirsiniz. Ameliyata girmiyorsanız tabii.
Dört, aynı aileden insanlar bir otomobildeyse onların sosyal mesafesini ve maskesini kontrol etmek kadar saçma şey yok.
PARDON BİR ŞEY SORABİLİR MİYİM?
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a bir sorum olacak.
Sit alanları ihlal ediliyor, geçen ay Demre’de, şimdi Çanakkale’de yasak alanlara bina dikiliyor.
Maden şirketleri sinsi sinsi ormanları telef ediyor.
Bu arada Çevre İl Müdürlükleri ne iş yapıyor? İhbar yoksa dünyadan haberleri yok.
Onlar işini tam yapsa bu ülkede çevre sonu kalmaz.
ADAM OLACAK ÇOCUK SLOGANINDAN BELLİ OLUR
Washington’un bir caddesine “Black Lives Matter” (Siyahların Hayatı Önemlidir) yazılmış.
Halbuki tüm canlıların hayatı önemlidir.
Bizde “hayat eve sığar” sloganı var. “Sığmak” gibi negatif bir eylemle nasıl pozitif bir şey anlatılabilir ki?
“Kadına şiddete hayır” sloganı var.
Ne zaman duysam şöyle mırıldanırım: “Kadına şiddete hayır da çocuğa, yaşlıya şiddete evet mi?”
“Şiddete hayır” desen ve topyekûn şiddeti reddetsen olmaz mı?
Omo’nun milyarlarca lira harcayıp bir türlü tutunduramadığı “Kirlenmek güzeldir”e ne demeli?
Her zaman temiz olmak güzeldir ve korona salgını bize bunu bir güzel gösterdi.
ESAS O GÖZLERE BAKINCA ÖLÜRSÜN
Birlikte oynayacakları ilk filmde Cüneyt Arkın’a demişler ki “Türkan Şoray’ın gözlerine bakma o kadar güzel ki ölürsün.”
Önce bakmamış, sonra bakmak zorunda kalmış.
O dönemde Cüneyt Arkın’ın gözlerine bakmak mümkün müydü peki?
Bakın büyük aktörün o dönem fotoğraflarına, filmlerine.
Türkan Şoray’ın gözleri efsaneyse, Cüneyt Arkın’ın gözleri uçurumdur.
Türkan Şoray’ın gözleri can yakıyorsa, Cüneyt Arkın’ın gözleri can alıyordur.
Türkan Şoray’ın gözleri gökyüzünde yıldızsa, Cüneyt Arkın’ın gözleri okyanusta girdaptır.
İŞTE BU
Sevgilisi, Zeynep Bastık’ı tanımlıyor:
“Kendine birçok şeyi yük etmeyen, fazladan hırsları olmayan, eş dost yaşamayı seven, saydam biri. En önemli sırrı formülden, matematikten uzak olması.”
İşte budur.
“Kalbin Temizse Hikâyen Mutlu Biter” kitabının yazarı Hakan Mengüç’e eski sevgilisine yaklaşmama ve rahatsız etmeme cezası verilmiş.
Kelin ilacı olsa başına sürer misali, kişisel gelişim kitaplarına itirazımın kanıtı.
İşte budur.
İsimlendirme önemlidir. Bir dizinin tutmasına katkısı, birbirine benzer dizi oyuncularından bile fazladır.
Nihayet bir dizi, klişe isimlerin dışına çıkmayı başarmış: “İnsanlar İkiye Ayrılır.”
İşte budur.
HERKES NEYE, BEN NEYE?
Cem Yılmaz’ın sevgilisi Serenay Sarıkaya, villa bahçesinde bikiniyle dolaşırken görüntülenmiş.
Cem Bey kızmış, mahkemeye verecekmiş.
Görüntüleri izleyince iki şey düşündüm;
Bir, “villaya bak, lüksün bu kadarı nasıl olur ya” dedim. Ve bahçedeki ağaç yapraklarında Cem Yılmaz izlemek için verdiğim bilet paralarını aradım.
İki, şöhret canın isteyince göze sokup canın isteyince gözden çekebileceğin bir şey değil. Her kim görüntülemişse dünyanın her yerinde magazin ödülüne adaydır.
SÜRPRİZ OLMADI
Sanırım geçen yıldı, lüks mağazacılık döneminin kapanacağını yazmış, Victoria’s Secret örneğini vermiştim.
Sosyete pazarlarında 20 bilemedin 30 liraya bulduğun iç çamaşırını 400 ya da 800 liraya satmanın mantıksızlığını.
İşte İngiltere’de iflas ilan etmişler.
AKLIMDA KALAN
“Polisin zanlının boynuna baskı uygulamasının yasaklanması”: Birileri ya dünya kamuoyuyla dalga geçiyor ya da olup bitenleri kavramış değil. ABD’de polisin Floyd’u öldürmesiyle başlayan protestoların sonucunda bir caddenin ismi değişti, bir de polisin zanlının boynuna basması yasaklandı. Sorun çözülmüş mü oldu? Mesele bir anlayışın değişmesi. Bence dünya toptan kafayı yedi, kesin.