Yıl 1847... Osmanlı iç sorunları ve Balkanlar'da yaşanan isyanlarla mücadele etmektedir.
Avrupa ise sanayi devrimine geçmiş ve bunun refahını yaşamaktadır.
İrlanda da ise patateslerde başlayan zehirli bir mantar insanları açlıkla karşı karşıya getirir. Çünkü İrlandalılar verimli toprakların ürünlerini kendileri alamazlar. Onlar orada işçi olarak çalışırlar. Ürünler İngiltere'ye gönderilir. Onlar yalnızca yetiştirdikleri patates ile beslenirler. Bu hastalık yüzünden 8 milyonluk ülkede nüfusun bir milyonu ölür, iki milyon insan da Amerika’ya göç eder!
İngiltere bu açlığa yeteri kadar müdahalede bulunmaz.
Osmanlı sultanı Abdülmecid bu drama sessiz kalmaz ve 10 bin sterlin yardım etme kararı alır. Fakat bu kararı İngiltere kraliçesi Victoria pek hoş karşılamaz. Çünkü o kendi hakimiyet alanında olan bu bölge için yalnızca 2 bin sterlin bağışlama kararı almıştır.
Elçileri vasıtası ile bu yardımın aşağıya çekilmesini ister. Osmanlı bin sterlin yardım yapar. Ayrıca kendisinden 4 bin kilometre uzakta olan İrlanda'ya beş gemi ile tahıl gönderir. İngilizler bu gemileri Dublin limanına sokmaz. Gemiler yüklerini Drogheda limanına indirir.
İrlanda halkı bu yardımı hiç unutmaz. Şehir ve futbol takımlarının amblemine ay ve yıldız koyarlar.
Aradan 170 yıl geçer. Türkiye Cumhuriyeti dünyanın 17'nci büyük ekonomisi olur. Bir darbe girişimi, Suriye'de Fırat Kalkanı harekatı ve PKK terör örgütü ile kapsamlı bir mücadeleyi sürdürür. Örgütlü bir şekilde ekonomisi hedef alınır ve yıpratmaya çalışılır.
Bu olumsuz şartlara rağmen dünyanın yardıma ihtiyacı olan heryere ulaşmaya devam eder.
2016 sonunda gayrisafi milli hasılasına göre dünyada en çok yardım yapan ülkesi olur.
Süper güç ABD 6.3 milyar dolar yardım yaparken Türkiye 6 milyar dolar yardım yapar.
Dünyanın her yanında bu yardımlar sayesinde insanlar ya hayata tutunur ya da normale dönerler.
Somali'de, Filistin’de, Sudan'da, Pakistan'da, Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de, Arakan'da bu yardımlar konuşulur. Türkiye insanlara ne mezhep, ne din ne de ırk ayrımı yapmadan elini uzatır.
Bu yardımları da yalnızca yiyecek göndererek yapmaz. Su olmayan yerlerde kuyular açar, yiyecek sağlamak için üretim modelleri geliştirir, tedavi için hastaneler kurar veya güvenlik için askeri tedbirler alır.
Diğerleri gibi başka ajandalar ile topraklara girmeye çalışmaz. Yalnızca yardım etmek için gider...
Belki gittiği ülkelerde trafiğin akış yönünü değiştirmez (İngilizler gibi), dini değiştirmez (ABD misyoner faaliyetleri), dili değiştirmez (Portekiz'ler gibi) ama yüreklerdeki yeri değiştirir.
Eski Diyanet İşleri Başkanı'nın anlattığı gibi olur...
Mekke'de hac görevi sırasında bir Bangladeşli hacının yüksek sesle Türkiye için dua ettiğini duyar. İbadetin bitiminde yanına yaklaşarak neden ülkesi için değil de Türkiye için dua ettiğini sorar.
Hacı, "Eğer ben ülkem için dua edersem ülkem ayakta kalır, eğer Türkiye için dua edersem İslam dünyası ayakta kalır" der
Bizim anlamakta zorlandığımız şey bizim kalplerde hep yer almakta olduğumuzdur. Ülkelere veya şehirlere 82 veya 83 diye yazmaya gerek yok. Biz çoktan koca bir dünya ülkesi olmuşuz. O nedenle bizi kuşatmaya çalışanlar hep yanılıyorlar. Bizim yalnızca bu ülkede yaşadığımızı sanıyorlar.
Biz bir çok yerde insanlarımızla olduğumuz gibi, olamadığımız yerlerde de kalplerde yer alıyoruz.
Bizi boşu boşuna kuşatmaya çalışmayın nitekim, sınırlarını gönüllere taşıyan bir ülkeye gücünüz yetmez!
Bizim de unutmamamız gereken şey ensarlığın cüzdanla değil gönülle yapıldığıdır. Ayrıca genetik olarak kalıcı olduğudur.