Erdoğan görüşlerine kızdığı yazar hakkında ne söyledi?

Lütfü Oflaz Independent Türkçe için yazdı: "Gerçeğin gücü adına yazıldığı için yazarını linç ettiren yazılar" ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir anı...

Bir süre önce kaleme aldığı "Müslümanlar çocuk üretme fabrikalarıdır; bu fabrikalar savaşta bile çalışır" başlıklı yazısı nedeniyle çok tartışılan Lütfü Oflaz, bu yazısına yeni bir yazı ile açıklık getirmiş ve eleştirilere yanıt vermişti.

Gazeteci-Yazar Lütfü Oflaz yeni makalesinde, oldukça provokatif ifadeler kullandığı yazısına farklı anlamlar yüklenmesine itiraz ederek, vermek istediği mesaja açıklık getirmiş ve muhafazakar camiadan gelen tepkileri dindirmişti.


Lütfü Oflaz bugün de Independent Türkçe'ye, makalelerinin bugüne kadar neden hep tartışma yarattığı konusu üzerine kalem oynattı.

Öncelikle, yazıları nedeniyle uğradığı linçleri hafızalarda tazeleyerek, okurlarına hatırlatan Oflaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakanlığı döneminde yaşadığı ilginç bir anıyı da paylaştı.

İşte Oflaz'ın o köşe yazısı;

- Gerçeğin gücü adına yazıldığı için yazarını linç ettiren yazılar…

Gerçeğin gücü adına yazmak uğruna linç edilmeyi göze alıyorum.

Yazarını linç ettiren yazılar yazıyorum.

12 Eylül 1980 darbesinden önce, emperyalizme bağımlı kapitalistlerin emrindeki saldırganların lincine uğradım.

12 Eylül darbesinden hemen sonra, zulümlere karşı çıkıp insan hakları kampanyası başlattığım için, emperyalizmin hizmetkarı faşist cuntacıların lincine uğradım.

28 Şubat darbesi dönemindeki zulümlere karşı, “Zulme karşı direneceğiz” diye başlayan ve “Yılgınlık yok, direniş var” diye biten bir yazı yazıp o ünlü el ele yürüyüşünü başlattığım için, 28 Şubatçıların lincine uğradım.

Yazarlık yaşamım boyunca başka linçlere de uğradım.

Ama uğradığım linçlere, gönderildiğim hapislere, gördüğüm işkencelere rağmen inandıklarımı, düşüncelerimi dile getirmekten hiç korkmadım.

Beni linç edenlerin, zindanda bana işkence edenlerin suratına gerçekleri haykırdım.

Gerçeğin gücü adına yazmaktan hiç yılmadım.

Yeri gelmişken yıllar önce anlattığım şu anımı hatırlatayım.

Yıllar önce Vakit gazetesinde haftanın gündemiyle ilgili üç soruya üç cevap verdiğim sohbetlerim “Haftanın Sohbeti” başlığı altında yayınlanmaktaydı.

Bu sohbetlerimde Tayyip Erdoğan iktidarına karşı oldukça etkili eleştiriler de yapılmaktaydı.

Vakit gazetesinin yayın yönetmeni Hasan Karakaya, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en yakın dostlarındandı.

Benim sohbetlerimde Tayyip Erdoğan iktidarına yönelik yaptığım bu eleştiriler, iktidar cephesinde büyük öfke oluşturmaktaydı.

“Tayyip Erdoğan, ‘Lütfü Oflaz benim gönlümdeki cumhurbaşkanıdır’ derken, onun Tayyip Erdoğan iktidarını eleştirmesine nasıl tahammül ediliyor” şeklinde yorumlar yapılmaktaydı.

Bir gün Hasan Karakaya’ya “Görüyorum ki sohbetlerimde Tayyip Erdoğan iktidarını eleştirdiğim için iktidardakileri çok öfkelendiriyorum. Gazetenizin benim yüzümden zarar görmesini istemem. İstersen benim sohbetlerime son verelim” dedim.

Böyle dedikten sonra susup Hasan Karakaya’nın vereceği kararı bekledim.

Hasan Karakaya, “Biz bu konuyu Tayyip bey ile aramızda konuştuk” diyerek söze girdi.

Ve sözlerini “Tayyip Erdoğan iktidarı hakkında yaptığın tenkitleri ilk okuduğumuzda Tayyip bey de, ben de sinirleniyoruz. Sana kızıyoruz. Ama sonra ‘Bu adam ülkenin vicdanıdır. Onun tenkitlerine, uyarılarına bizim de, ülkenin de ihtiyacı var’ diye düşünüyoruz” diyerek bitirdi.

Bu anımı tamamlaması için şu anımı da anlatmam gerekli.

1999 yılıydı.

Bülent Ecevit başbakandı.

O yıl PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirilmişti.

Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde “Bu Türkiye’nin tarihi zaferidir” diye yer gök inlemekteydi.

O günlerde herkes, “ABD’nin koruması altında olmasına rağmen Abdullah Öcalan’ı ta Kenya’da yakalayıp Türkiye’ye getirerek tarihi bir zaferi gerçekleştirdik” diye yazıp konuşmaktaydı.

Herkes “Dünyaya Türkiye’nin gücünü gösterdik” türünde zafer naraları atmaktaydı.

Ve herkes Abdullah Öcalan’ın yargılanıp hemen asılacağına inanmaktaydı.

Ben o günlerde ülkenin en çok okunan yayın organlarından Leman’da bu konuda bir yazı yazdım.

“Abdullah Öcalan’ı yakalayan biz değiliz ki asacak olan biz olalım. Abdullah Öcalan asılır; ama kendisi değil ancak resmi asılır!” diyen o meşhur yazıyı yazdım.

Bu yazım üzerine, başta şehit aileleri olmak üzere, herkes beni linç etmek için ayaklandı.

Herkes beni şeytan taşlar gibi taşladı.

Ama o gün bugündür de Abdullah Öcalan asılamadı.

Tarih beni haklı çıkardı.

Evet, yazarını linç ettiren yazıların yazarıyım.

En iyisi bu yazımı Galileo ile ilgili şu anekdotla sonlandırayım.

“Dünya dönüyor” dediği için Galileo idama mahkum ediliyor.

Çünkü o dönemde herkes dünyanın dönmediğine inanıyor.

Dünyanın döndüğünü söylemek büyük günah sayılıyor.

Bu yüzden idama mahkum edilen Galileo’ya, “Dünya dönmüyor dersen seni idam etmekten vazgeçeriz” şeklinde bir teklifte bulunuluyor.

Galileo, “Ben dünya dönmüyor desem de dünya dönüyor” cevabını veriyor.

Galileo haklı; biz gerçekleri söyleyip yazmasak da gerçekler değişmez ki.

Biz gerçekleri gizlesek de gerçekler yok olmaz ki.

Gerçekleri dile getirdiğimiz için, varsın bizi en vahşi linçlerden geçirsinler.

Çarmıha gersinler.

Bedenimizi yakıp küle çevirsinler.

İdam etsinler.

Bizi yok edebilirler; ama gerçekleri yok edemezler ki.

Gerçeğin gücü adına selamlıyorum hepinizi.

YAZININ ORİJİNAL METNİ İÇİN TIKLAYIN

Cem Kınay kiminle evlendi? Cem Kınay kimdir? MEB yayınladı: Uzman ve Başöğretmenlik başvuruları başlıyor Kızıl Goncalar'da Zeynep Sadi Hüdayi'nin sırrını öğreniyor mu?
Sonraki Haber