Yüz yılı geride bıraktık. Ancak yüz yıldır bıkmadan, usanmadan aynı iddialar her yıl birtakım ilavelerle karşımıza çıkıyor. 1915’in Amerikan gazetelerine işaret eder merhum Ahmet Emin Yalman, akabinde sonraki yılların gazetelerine… Yaşamı boyunca sıklıkla uyarır ve der ki: “Bir milletin kaderinde 50-100 yılın ehemmiyeti yok, gelip geçer, ancak bu türden iddialar bir gün gerçekmiş gibi bir zemin bulur, Türkiye’nin tez elden bu konuyu ele alması lazım…” Yalman’ın hatıralarına bakılırsa, Ermeni Meselesinin pek çok yerde çok nitelikli bilgilerle yer aldığını görürüz. Uyarılarını iki önemli mecra için yapar, ilki elbette devleti yönetenler, ikincisi ise kamuoyu oluşturanlar ve tabii başta medya…
Aradan geçen yıllar, Yalman’ı haklı çıkardı. Sürekli ve istikrarlı bir propaganda faaliyeti sürdüren Ermeniler, tarihi gerçekleri ters yüz etmeyi ve Türkiye’ye ve aziz milletimize karşı bir kamuoyu oluşturmayı büyük ölçüde başardılar. Bu gün, hukuki bakımdan çok da fazla bir şey ifade etmese de, siyasi olarak Türkiye’nin ilişkilerini bir hayli sıkıntıya sokacak pek çok parlamento kararı istihsal ettirdiler. Uzun yıllar, içindeki Türk vatandaşlarından çekinerek bu yönde bir karar almayı kabul etmeyen Almanya bile sonunda asılsız iddialara teslim oldu.
Şimdi milletçe infial içindeyiz; içinde onbir Türk milletvekili olan ve o yıllarda kader birliği ettiğimiz, müttefikimiz Almanya, tarihi gerçeklere aykırı bu kararı nasıl alır, diye sürekli bir hayal kırıklığı içindeyiz. Üstelik, teklif bir Türk milletvekili tarafından verilmiş, diğer tüm Türk vekiller ise katılmış, karara müspet oy kullanmış… Bu kısmı ise canımızı daha çok sıkıyor.
Ancak, kızmakta haklı olsak bile, gerçekte aradan geçen yüz sene içinde gelişmeleri gören ve uyaran çok ciddi isimlere rağmen, Türkiye Cumhuriyeti ne yaptı? Nasıl bir diplomasi ve kamuoyu oluşturma süreci izledi? Bunların üzerinde hiç durmuyoruz.
Bir süre Almanya’ya kızacağız. Haklı olarak ürünlerini protesto edeceğiz, diplomatik ilişkilerimizi gözden geçireceğiz ancak sonuçta yeniden ilişkiler başlayacak, ticari faaliyetler devam edecek. Boykotlar hangi boyutta olursa olsun sona erecek. Anladığım kadarıyla Almanya’da zaten bunu göze alarak, hesap kitap yaparak yola çıktı. Yani, Türkiye’nin bu konuda artık bir caydırıcılığı, etkisi üzerinde fazla durulmuyor.
Üç milyonu aşkın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşadığı bir ülke, Türk kökenli 700 bir Alman vatandaşı kitlesi var; bu kararı Türk kökenli milletvekillerinin de katılımı ile alabiliyorsa, bu milletvekillerinin seçiminde Türkiye kampanyalarına destek veriyorsa; oradaki sivil toplumumuz ses çıkarmıyorsa, bizim meselenin daha başka yönlerine de eğilmemiz gerekmektedir…
Türkiye’nin artık bu ülkedeki insan varlığı ile duygusal aidiyeti sona eriyor demektir ki, esas endişe verici durum budur.
Türkiye’nin Almanya’dan büyükelçisini geri çağırması yetmez. İşin bu boyutlara gelmesine seyirci kalan hiçbir etki, tesir alanı oluşturamamış tüm kamu görevlilerini bir an önce geri çekmesi; insanları ile aralarına bu kadar mesafe koymuş, yabancılaştırmış politikalarını ise kontrol edip düzeltmesi gerekmektedir.
Eğer asılsız soykırım iddiaları bu kadar yüksek sayıda ve ana vatanına sadık insanın yaşadığı bir ülke parlamentosunda dahi geçebiliyorsa, kimse başarılı bir diplomasiden bahsedemez. kimse oradaki misyonlarımızın iyi işlediğinden asla bahsedemez. kimse bizim asılsız iddialara karşı etkili bir kamuoyu oluşturma stratejimizin bulunduğundan, kamu diplomasisinden hiç bahsedemez.