“Son 50 yılın en büyük düşünürü” dediğim Bauman’ın “Siyaset Arayışı” kitabında çok önemli bir bölüm var: “Fail Arayışı”
Biz “fail” sözcüğünü cinayet terimi sanırız, “faili aramak”, katili aramak için kullanılır. “Faili meçhul” çok tanıdıktır, kimin öldürdüğü belli değil anlamındadır.
“Fail”, “fiil”den gelir, özne, aktör, yani fiili/ eylemi/ işi yapan, eden kişidir.
Bauman şu unutulmaz saptamayı yapıyor kitabında: “Geçmişte, işi yapacak kişiler belliydi, ne yapılacağı belli değildi. Bugün ise yapılacak işler belli, onu yapacak kişiler yok.”
Seçim sürecinde, ülkemizin siyasi faillerinin iş yapış, söz söyleyiş tarzlarına bakarken aklımdan Goebbels’den Seguela’ya ünlü iletişimciler yerine sadece sosyolog, filozof Bauman geçiyor.
Seçime 3,5 ay kala “millet ittifakı” adına geri dönen “6’lı masa”, 244 sayfalık bir mutabakat metni paylaştı.
Her ne kadar içerisinde “Atatürk Orman Çiftliği” ve “Atatürk Havalimanı” dışında Atatürk geçmese, İstanbul Sözleşmesi gibi hemfikir olunamayan kısımlar dâhil edilmese de iyi bir metin.
Bir metnin iyi olması, ortam yüksek bilim merkezi değilse, ne kadar karşılık bulur tahmin etmek zor.
Dahası, bir işin nasıl yapıldığı ya da yapılamadığı o işi yapan fail/ özne/ aktörün kim olduğuyla yakından ilgilidir. “Kim” burada isim değil, yeterlilik anlamındadır ki, yeterlilik dışında bir de 6 lideri koordinasyon becerisi lazımdır.
Dolayısıyla “fail”in koordinasyon becerisi o metindeki işlerin “nasıl” yapılacağını gösterir.
Bauman’a dönersek, yapılacak işler belli ancak fail yok ve “nasıl yapılacak” belli değil.
Bu ikisi neden önemli?
İnsan, doğası gereği belirsizlikten hoşlanmaz.
Gelecekteki şahanelikle, bugünkü gerçeklik arasında seçimini, tahmin edilebilir olana yöneltir.
Bu noktada Trump’ın “Bugün farklı bir seçmen ruhu var” saptaması çok önemli.
O farkın altını kim, nasıl dolduracak? O noktada uzmanlara gereksinim var ve fakat Bauman’ın saptamasıyla, ortada uzman da yok.
Mesela iktidar, kendisinin ve seçmenlerin tarihinde “14 Mayıs” gibi önemli bir fırsatı, olaya değil de slogana vurgu yaparak harcayıverdi.
Yazıyı yine adamım Bauman’ın çarpıcı uçak metaforuyla bitirelim.
Bugün insanlar, türbülansa giren uçaktaki yolcuların uçağı pilot kullanıyor sandıkları sırada aslında kokpitten gelen sesin otomatik pilot olduğunu sanmalarındaki hisleri yaşıyor.
BENCE
Bir, İsveç’te ve Danimarka’da Kuran-ı Kerim’i yaktılar.
Kitap yakmak, Avrupa’ya engizisyonlar döneminden kalmış çirkin bir mirastır. Zira o yıllarda Kilise, bilimi/ aklı işaret eden kitapların yakılmasını söylüyordu. “Aydınlanma” dönemiyle kitap yakmanın ilkelliği “sözün ancak söz ile geçersizleşebileceği”, kitabı ortadan kaldırmanın, düşünceyi ortadan kaldıramayacağı anlaşıldı.
Bence, gelişmişliğin simgesi Avrupa, hızla Ortaçağ’ın karanlıklarına gömülüyor.
İki, fark ettiyseniz artık medyada “6’lı masa”nın adayının kim olacağı değil, ne zaman açıklanacağı konusu yer alıyor. Adaydan umudu kesip, hiç değilse belirsizlik bitsin duruşu bu.
Üç, kesinlikle ve kesinlikle bir kuruma/ kuruluşa bağlı çalışan gazetecilerin sosyal medya paylaşımları kurallara bağlanmalıdır. En son Yeni Şafak bir editörü işten çıkardı. Üzücü.
Dört, trafikte insanlıktan çıkmış tiplerin ambulansa yol vermeyişlerinin tek nedeni, eğitim sistemimizdeki aksaklıklardır bence.
Beş, sağlık çalışanlarına şiddetin önemli bir nedeni, neoliberal politikalara uyup hastanelerden polisleri çıkarıp özel güvenliğin getirilmesidir.
Altı, aklı başında doktorlar yemek programlarına katılmamalı. Bir taraftan çorba karıştırılırken diğer taraftan kalp krizi anlatıp sonra da doktorların itibarı neden düştü diye sormak olmaz.
Yedi, Google’da “nasıl olunur” sorusunu aramalarda dünya çapında “pilotluk”, Türkiye’de ise “oyunculuk” yer aldı. Bence normal.
Dizilerde, filmlerde boy gösterenlere bakınca herkes bu işi yapabilirmiş hissi doğuyor, oyunculuk ise yetenek gerekmeyen işler listesine giriyor.
DÜNYA KAYNAYAN KAZAN
İsveç’te Kuran-ı Kerim’i yaktılar. En sakin ülke birden kaos ortamı oluverdi. Tevrat’ın yakılmasına izin verilmedi.
Sorunsuz Danimarka’da da Kuran-ı Kerim’i yakmaya kalktılar, polis, eylemi önlemek yerine eylemciyi korumak için çalıştı. Tehlikeli ayrımcılıklar.
Almanya’da ise Türklerin yaşadığı bir ev, sabah 06.00’da Alman komşu tarafından pompalı tüfekle saldırıya uğradı. Yabancı düşmanlığı Avrupa’yı hayalet gibi sarmış durumda.
Polonya, Ukrayna’ya 250 tank gönderdiğini açıkladı. Böylece, 2. Dünya Savaş’ında kendilerini yakan ve “Ruslarla savaştayız” diyen Almanlarla aynı saflarda yer almış oldu.
Kudüs’te sinagoga saldırıda 7 kişi öldü.
Daha da sıralamayayım. Dünyada huzur içinde yer kalmadı.
Ve fakat barışı sağlamak için kurulan Birleşmiş Milletler’den hiç ama hiç ses çıkmıyor. Ne acıklı.
ROL MODEL Mİ ARIYORSUNUZ?
Size Ezgi Mola’dan başkasını örnek gösteremem.
Öyle özel bir kişiliği var ki, dünyanın neresinde olursa olsun çoktan bir ikon olmuştu.
Ne yazık ki bizim miyop iletişim/marka dünyası onun hakkını yeterince vermiyor.
İyi projelerde yer alıyor, üstlendiği rollerin hakkını veriyor.
“Masumlar Apartmanı” gibi son derece sıkıcı olabilecek bir diziyi unutulmaz diziler arasına sokan, Ezgi’nin “Safiye” karakterini sıra dışılaştırmasından başka bir şey değildi.
Diğer tüm oyuncular onun ışığı etrafında toplanmışlardı. Geç kalmış bir yazı oldu bu.
Daha ilk bölümlerde Ezgi’ye, “jenerik yanlış yazılmış sen başrolsün” dediğimde olay çıkarmadı. Sonraki sezonda hata düzeltildi.
Parladı ama asla şımarmadı, “ben oldum” demedi. Övgülere teşekkür edip geçti. Hazımlı olmak bir fazilet.
Ezgi Mola, sadece oyunculuk sahnesinde parlamıyor, hayat sahnesinde de ışık saçıyor.
Her zaman söylediğim bir şey var: Hayatı mesai ve özel yaşam diye ayıramazsınız. Birinde neyseniz diğerinde de osunuz.
Ezgi’nin kalbi “ermiş”lerin kalbine benziyor. Korona sırasında kira almayan, hükümetin yüzde 25 sınır belirlediği ekonomik krizde kiracısına yüzde 10 zam yapan bir ev sahibi.
Hayvan dostu. Ama öyle kozmetik hayvan sever değil. Hayatını koyan, geçen aylarda ölen “Kuki”sinin halâ yasını tutan bir kadın.
Toplumsal meselelerde mahkemelere düşecek kadar tavır koymaktan çekinmeyen bir gizli kahraman.
İyi kazanmasına rağmen kendini yalıya, villaya atmayıp bir apartman dairesinde yaşayan mütevazı bir kadın.
İçten. Sıcak. Çalışkan ama çok çalışkan.
Etrafındaki kötüleri ve kötülükleri de zaten o iyilikle bertaraf eden bir masal perisi gibi.
Bir rol model arıyorsanız, ondan başkası olmaz.
FANTASTİK BİR FIRSAT: BOCUK GECESİ
Keşan’ın şirin mi şirin Çamlıca Köyü’nde, Orta Çağ’dan kalma bir gelenek sürüyor: Korku Festivali.
Konuşmacı olarak davet edildiğimde büyük heyecanla gittim.
Gerçek üstü bir ortamın içinde buldum kendimi.
Giysiler, makyajlar, eğlenceler. Bayıldım. Görmelisiniz.
HANGİ İLİŞKİLER HEMEN BİTER?
Özcan Deniz, badireli bir evlilikten sonra genç sevgiliyle evlenince, Instagram’dan evliliğe ömür biçtim.
Evet kötü biriyim, mutluluk dilemek yerine seçtiğim yola bakın.
Ve fakat ilişkilerin ömrünü tahmin etmek zor değildir.
Önceki sorunlu ilişkiye tepki olarak başlayan tüm ilişkiler fırtına geçince biter.
İlişkinin tarafları neyi hedeflemişse onu alınca ilişki biter.
Taraflardan birinin annesi, duruma kaprisle değil gerçekten itiraz ediyorsa o ilişki kesinlikle biter.
Pırlanta yüzük ya da alyans görsellerde başrole geçmişse o ilişki biter.
Ortama yapış yapış, vıcık vıcık sevgi sözcükleri savruluyorsa o ilişki de biter.
BATAKLIKTA BİR ÇİÇEK: LALE ORTA
Ben cinsiyetçi biri değilim. Bilirsiniz pozitif/ negatif her tür ayrımcılıktan hiç hoşlanmam.
İşi kim hak ediyorsa o yapmalı.
Lale Orta da benim için kadın olduğundan değil, işini iyi yaptığından kıymetlidir.
Bataklığa dönüşmüş spor federasyonlarımızdan Futbol Federasyonu ve her kararıyla tartışma yaratan hakemlik kurumu bir çözüm ararken Lale Orta’yı MHK başkanı yaptı.
Sistem düzelecek diye VAR’a yüklendiler, sorun daha da çoğaldı. İnsanların oynadığı bir oyunu teknolojiye emanet etmek zaten bir saçmalıktı.
Yeni görevinde Lale Orta’ya iki önemli uyarım olacak;
Bir, hakem eğitim sistemi baştan sona yanlış kurulmuş, eş dost arkadaşlarla biçimlenmiş durumda. Acilen duruma el konmalı.
İki, medya ve soytarılaşmış yorumcularla hakemler arasındaki iletişimsel sorun alanlarına neşter gerekli.
AKLIMDA KALAN
Rakamlar gerçeği söyleyemez: Kadir Has Üniversitesinin yaptığı bir araştırmada deneklerden kendilerini siyasi görüş olarak tanımlamaları istenmiş. Böyle sorularda ben hemen soru açık uçlu mu, seçenekli mi diye bakarım. Seçenekliymiş. Seçenek, özgürlük demek değildir, sınırlanmak demektir. “Milliyetçi”, “muhafazakâr”, “siyasal İslamcı”, “Kemalist”, “ulusalcı”, “liberal”, “sosyalist”, “ülkücü” gibi tanımlar var. Ve fakat insanlar ve davranışları bu kadar net tanımlanamazlar. Cevap veriyor olmaları, gerçeği gösteriyor olmaları anlamına gelmez. “Milliyetçi” biri, yaşamda önüne gelen seçeneğe göre “muhafazakâr” karar verebilir ki veriyor da. “Siyasal İslamcı”nın sınırları belirsiz. “Kemalist” ile “ulusalcı” hangi noktada ayrışmış olabilir? Dahası “diğer” seçeneği olmazsa olmaz. Rakamlara güvenip kararlar almayın derim.