FETÖ'den gözaltına alınan yakınını kurtarmak için seferber oldu!

Serdar Tuncer: Sağa sola telaş ve kızgınlıkla telefon açtım, ortalığı ayağa kaldırdım

Yeni Şafak yazarı Serdar Tuncer, 'FETÖ'nün Belçika imamı' olduğu iddiasıyla gözaltına alınan bir yakınının serbest kalması için nasıl mücadele ettiğini anlattı.

Yakınının asılsız bir ihbar sonucu gözaltına alındığını belirten Tuncer, "Hemen sağa sola telaş ve kızgınlıkla telefon açmaya başladım. Ortalığı ayağa kaldırdım" ifadelerini kullandı.

Serdar Tuncer, olayın sonunda yetkililerin özür dileyerek; "Bizimki otele gelmeden biraz önce bir yetkili aradı, nazikçe; 'Lütfen arkadaştan bizim adımıza özür dileyin, bir yanlışlık olmuş, zor zamanlardan geçiyoruz, olabiliyor böyle şeyler" dediklerini aktardı.

İşte Serdar Tuncer'in o yazısı;

Tatildeyiz. İskelede otururken eski bir dost yaklaştı yanıma. Kucaklaşıp muhabbet ettik. Belçika’da yaşıyor, hanımını da alıp tatile gelmiş.

Mesele sadece tatil değil gurbetçiler için; memleket havası almak biraz da. Nefeslenmek yani, kendi toprağına güvenle basmak ayağını, kendi gök kubbesinin altında huzurla dolaşmak, ezan sesi duymak, insanların kendi diliyle konuşmalarını işitmek, pilav ve karnıyarık, ev yoğurdu sonra, ne bileyim, böyle şeyler işte...

O günün akşamında ailelerimizi tanıştırdık. Onlar da çok sevdiler birbirlerini. Bir akşam sohbet arasında arkadaşın hanımı, bizim çocukları severken hanıma niçin kendi çocuklarının olmadığından bahsetmiş... Mahzun ama mütevekkil... Kendisindeki müzmin hastalık tıbben çocuk sahibi olmalarına engel olmasına rağmen ya nâsip diyormuş. Bunu duyduğumda hem üzüldüm, hem şaşırdım. Biz erkekler bir araya gelince dünyanın ahvalini, memleketi, kalbimizi, her bir şeyi konuşuruz da böyle şeyleri konuşmak aklımıza gelmez nedense. Hanımlar bu konularda bizden çok daha rahat, daha hassas, daha ilgili.

Bizim çocuklar ablalarını çok sevdiler. Aybike arkadaş oldu ona, Habibe cıvıltısıyla şenlendirdi ortalığı, Muhammed yanlarında zaten. Mutluyuz vesselam.

Bir sabah kahvaltı sonrası sahile indim, kahvemden bir yudum aldım, telefonum çaldı, arayan büyük kızımdı: “Baba, ablanın yanındayım, eşini sabaha karşı polisler alıp götürmüş, çok ağlıyor, ne olur bir şeyler yapalım” Haydaaa! “Sebep neymiş kızım” dedim şaşkınlıkla. Aldığım cevapla şaşkınlığım öfkeye dönüştü: “FETÖ’nün Belçika imamı olduğuna dair bir ihbar gelmiş, ondanmış!” “Kapat kızım, ben ilgileneceğim, sen ablanın yanından ayrılma” dedim. O telefonu kapattı ben elimdeki fincanı fırlattım. Bu arkadaş FETÖ’nün Belçika imamı ise ben de –şeytan kulağına kurşun- Fethullah Gülen’in ta kendisiyim. Gelsinler beni de alsınlar.

Adam çocukluğundan beri tekkede büyümüş. Diyanet'in camilerinde başkanlık yapmış, UETD bünyesinde seçim çalışmaları için koşturmuş, FETÖ’yle FETÖ’den nefret etmekten başka bir irtibatının olamayacağına kendisini tanıyan herkesin şahitlik edebileceği yiğit bir derviş. FETÖ ne alaka yahu? Haydi diyelim ki tedbir yapıp saklandı otuz senedir. Peki sormak gerekmez mi, şu hengâmede hanımını da alıp Türkiye’ye tatile gelebilecek kadar ahmak bir FETÖ imamı bu tedbir işini bunca yıl nasıl kotarabilmiş diye? Bir parça izan, biraz insaf, azıcık akıl...

Hemen sağa sola telaş ve kızgınlıkla telefon açmaya başladım. Ortalığı ayağa kaldırdım. Tutulduğu yeri öğrendik, hakkındaki ihbarı teyit ettik, yurt dışından soruşturulmasını talep ettik, böyle bir şeyin neden doğru olamayacağını anlatmaya çalıştık, işlemlerin hızlandırılması ricasında bulunduk, çıldıracağım!

Kızımı aradım, kadıncağız hasta haliyle perişan olmasın diye: “Evlat ablana söyle canını sıkmasın, bu akşam yemeğine eşi otelde olacak!” Böyle diyorum ama gel bir de bana sor. Günler, haftalar, hatta aylar sürebilir eşinin yüzünü görmesi. Durum vahim...

Gerekli araştırmalar yapıldı, savcılık sorgusu tamamlandı, gelen ihbar değerlendirildi, Ankara’dan beklenen savcılık yazısı nihayet geldi ve akşama doğru bir yetkiliden telefonuma bir mesaj düştü: “Arkadaş 21:25 itibariyle salıverildi.” Sevindim, havalara uçtum, müjdeyi verdim hanım kardeşime. Derken avukatının telefonundan kendisi aradı. Adam derviş, adam bizden rahat, gülüyor, “Bu da bir imtihan abi, nasip de bu da varmış” diyor. Hanımına uzattım telefonu, ağlaştılar. Duanın bini bir para. Sözümüzde yalancı çıkarmayan Allah’a hamdolsun.

Bizimki otele gelmeden biraz önce bir yetkili aradı, nazikçe; “Lütfen arkadaştan bizim adımıza özür dileyin, bir yanlışlık olmuş, zor zamanlardan geçiyoruz, olabiliyor böyle şeyler” dedi. “Peki, iletirim” deyip kapattım telefonu.

Evet, zor zamanlardan geçiyoruz. 15 Temmuz kahpeliği bir kâbus gibi çöktü üzerimize. Evet, olağanüstü hal var ülkede. At izi it izine karışmış. FETÖ’cülükten 600 kişiyi yargılayan adamın FETÖ’den yargılanması bile şaşırtmıyor artık bizi. Evet, kendimizden şüphe eder duruma gelmişiz, kimse kimseye kefil olamıyor. Kurunun yanında yaş da yanabiliyor böylesi durumlarda. Devlet normal şartlar altında asla yapmayacağı bir takım uygulamaları bu gibi zamanlarda yapmak zorunda kalabiliyor. Evet, evet, hepsine evet… Ama bu işler böyle mi olmalı? İşte ona hayır! Bin defa hayır! Bu kadar ucuz olmamalı bir insanın haysiyetiyle oynamak! Bir ihbarla bir insanın hayatını karartmak bu kadar kolay olmamalı en olağanüstü hallerde bile! Bu işin doğru düzgün bir yolu yordamı, adam gibi bir usul erkânı olmalı!

Arkadaşın ismini, olayın geçtiği yeri, konuyla alakalı yetkililerin isimlerini hiç birisini paylaşmadım. Bunun iki sebebi var: Birincisi bizim deli dervişi ve diğer konuyla alakalı kişileri bu yazı sebebiyle rencide etmemek. İkincisi bu yaşanan vahim hatayı bireyselleştirmemek ve benzer durumdaki hakiki mağdurların haline de işaret edebilmek!

Gece oturup sohbet ettik arkadaşla. Şüphelendiği bir iki kişiden bahsetti; niçin böyle bir ihbar yapmış olabileceklerinden... Boş ver dedim ona, bak buradasın, şükürler olsun bu kadarla atlattın, geçmiş olsun. Dualar etti, eşinin çok ağladığından, fakire ve özellikle Aybike’ye çok dua ettiğinden bahsetti, sevindik. Allah için bir iş yapmaya vesile kılınmak, tatili bizim için biraz olsun anlamlı kıldı. Ertesi sabah FETÖ Belçika imamı (!) ve eşi Türkiye’den ayrıldılar.

“Varınca mutlaka ara” demiştim ona. Biraz geç aradı. Meğer telefonuna, bilgisayarına el konulmuş araştırma için. Bir kez daha canım sıkıldı. Akşamki ‘pardon’ telefonu geldi aklıma. Adam aynı akşam bırakılacak kadar temizse niçin eşyalarına el konulur. Eşyalarına el konulacak kadar şüpheliyse nasıl salıverilir?

Anladığım o ki, birisi Serdar Tuncer’in hayatını karartmak istese, bir telefon açması yeterli. Bir iki de uydurma şüphe buldu mu, tamam. Sabahın dördünde palas pandıras içerideyiz. Derdini anlatabildinse, biraz da bahtın varsa ne âlâ, yok anlatamadın mı, o zaman yandı gülüm keten helva!

Arkadaşıma “Seni ihbar edenin kim olduğunu boş ver” dedim. Bu konudaki uygulamanın tam olarak nasıl işlediğini de bilmiyorum. Ama istismarın önüne geçebilmek adına bir teklifim var: Birisi bir kişiyi FETÖ’cü olduğu için ihbar ediyor, ancak söz konusu kişi suçsuz, ihbar asılsız çıkıyorsa, devlet yalan ihbarda bulunana dönüp ‘şöyle bir gel bakalım buraya’ desin.

Bomba ihbarı yalan çıkınca yalancı muhbire gösterilen muamelenin aynısının bu hususta da uygulanmasını teklif ediyorum. Hatta bizim arkadaşı ihbar eden kişiden başlayarak bu uygulama –şayet yoksa- hayata geçirilsin lütfen.

Ona “boş ver kim olduğunu” dedim ama ben boş veremiyorum. O ihbarı yapan kişiden bu dünyada da ahirette de davacıyım!

İŞ TURKCELL Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz'dan CHP Sözcüsü Yücel'e tepki Türkiye'nin en seksi 4. kadını olmuştu! Melis Sezen'den şok sözler...
Sonraki Haber