Gelişme Varoluştandır...

Şenol Göka SuperHaber için yazdı...

Gelişme Varoluştandır...

İnsan, bir yerin, bir hayatın içine doğar. Yetişip gelişinceye kendi yolunu çizecek olgunluğa erişinceye

kadar her yönüyle o yeri ve o hayatı yaşar. Yaşadığı yere benzemesi bundandır. O yerin sadece
havasına, suyuna, taşına, toprağına, çiçeğine, böceğine değil, örfüne- adetine, zevkine- tasasına
benzemesi, oraya doğmasından, dolayısıyla oraya ait olmasındandır. Kendini tanıyıp gelişmesinde,
diğerlerini sezip gözetmesinde oralı olmanın oradan sayılmanın payı büyüktür. Bir kadından ve bir
erkekten yaratıldığı halde boylar, soylar, kavimler haline gelmesi, tanışıp, kaynaşması, ötekiyle
anlaşması, aşkınlığa ulaşması için kaçınılmazdır. Diğerini, diğerinin yerini ve hayatını bilmek; kendi
yerini, kendi hayatını bilmekle mümkündür. En basitinden en gelişmiş bilinç düzeyine kadar var
olmanın, varoluşu anlayıp üzerine koymanın ve aşkın boyuta taşımanın temeli budur. Anlamanın ve
anlaşmanın devamının sağlanması için başlangıç kabul edilebilecek bu temel, mutlaka üzerine bir
şeyler konma ve yükselme eğiliminde olmalıdır. Ancak o zaman sorumlu bir varlık olan insanın
gelişiminden ve hesap verebilirliğinden söz edilebilir… Aksi halde söz konusu olan bir gelişme değil,
geçen zamana orantılı şekilde bir yıpranma ya da bir katılaşma olacaktır. Yani, nasıl, doğal çevre dahil
hiçbir varlık ilk haliyle ve en yalın şeklinde hayatı sürdüremiyorsa, doğası gereği bir yere ait olan insan
da bu aidiyetinin üzerine bir şeyler koyarak insanlığı geliştirmek ve içine doğduğu hayatı her geçen
gün iyileştirerek sürdürmek zorundadır.

Saplanıp kaldığında, bir günü diğer gününe benzediğinde, hem maddi hem manevi anlamda yalnızca
içgüdüsel reflekslerle hayatta kalabilen, tepkisel bir varlığa dönüşen insan umuttan ve bu umudu
besleyen temelden uzaklaşır. İnsanın, insanın oluşturduğu topluluk ya da kurumların gelişmesi ve
hayatı zenginleştirip güzelleştirmesi doğasına uygun devinimi sağlamasına bağlıdır. Bu devinim
sağlanamadığında kişisel tercihlerden siyasi tavır alışa kadar her şeye kaba bir statükoculuk hali ve
tepkisellik hakim olur. Bu arada tepkiselliğin tersi olan tepkisizlik de varoluşun temelini oluşturan, bir
yere ait olmaktan ve bir hayata doğmaktan dolayısıyla var olmanın doğasına uygun devinimden
uzaklaşma halidir. Zira bir temel üzerine yükselememek düşünsel planda varoluşun ırki temeline
takılıp kalarak ırkçılaşmaksa, boydan, soydan, kavimden uzaklaşmak da temelsizleşmektir. Dolayısıyla
yaprak misali oradan oraya savrulup durmaktır. Her iki durumda da hiçbir şekilde inisiyatif sahibi
olunamaz, bilinçli bir kararlılıktan, bir yol ve üslup sahibi olmaktan söz edilemez.
Bu hal, insanın veya insanların birileri adına iş yapmasına, tabiri caizse kullanılmasına çok uygun bir
yapının oluşması anlamına gelir. Sonrası bir nevi zihinsel ve fiziksel taşeronluktur. Artık, başkasının
izinden gidenin izi olamayacağı için ne yapılırsa birilerine, ne söylenirse bir şeylere göredir. Öyle ki,
karar alıcı olunamadığından zaman zaman şaşkınlık verici olumsuzluklar yaşansa bile, bu tutum terk
edilemez. İpler hep başkalarının elindedir. Nereye derlerse oraya, ne kadar derlerse o kadar, ne
zaman derlerse o zaman. Senaryoyu yazanlar rolleri dağıtanlar başkalarıdır. Verilmiş ve biçilmiş rolü
oynayanın senaryo gereği konumu ne olursa olsun liderliğinden, kahramanlığından, kurtarıcılığından
bahsetmek abesle iştigal etmektir.

Siyasette, ideal sahibi olan yönlendirici ve yol gösterici iktidara, sosyolojide de kamu vicdanının hakim
olduğu eğilime karşı, işbirlikçi muhalefetin durumu genellikle böyledir. İçeride yeterince güç ve taban
oluşturamadığından, bir yol çizemez, bir kalkınma stratejisi geliştiremez, bir program sunamaz, her
şeyiyle iktidarı adeta düşman ilan edip yalnızca yıkmaya, yıpratmaya, kendince, hakim bildiği güç
adına ele geçirmeye odaklanır.

Varoluşun temelinde bulunan millilikten ve vatanilikten uzak olan FETÖ, sinsi bir şekilde yıllarca
bunun için çabaladı ve hala taşeronluk görevini sürdürme, kullanım süresinin dolmadığı algısını
yaymanın peşinde… Son zamanlarda ayan beyan ortadaki bütün yaşananlar ve böylesine bir ihanet
göz önünde bulundurulduğunda analistleri silsileli bir sonuca ulaştırabilir. Gelinen nokta itibariyle her
şey ortaya çıktığından FETÖ’ nün durumu çözümlemek artık güç değil. Anlaşılması bir ölçüde güçleşen
şey, zamanında FETÖ ile mücadele ediyormuş gibi görünen samimiyet iddiasındaki siyasilerin
tutumudur. Bir yandan yedi düvele karşı mücadele içinde kurucu bir özgüven söyleminde bulunmak,
diğer yandan adeta taşeron ihanet örgütünün sözcülüğüne soyunmak, makul sınırlar çerçevesinde
açıklanabilecek bir durum değildir. Kaliteli bir siyasetin ve bütün içinde ilerleyebilmenin teminatı hiç
şüphesiz sağlıklı ve olgun bir muhalefettir. 15 Temmuz’ daki hainliğe karşı vatandaşlar tarafından
sergilenen birlik ruhu, rakip anlayışını düşman anlayışının yerine koyan sorumlu bir muhalefetin temel
dayanağı olabilir. Çünkü; FETÖ’ nün tersine, bir yere ait olma ve bir hayatın içine doğma temelinin
oluşturduğu millilik, kamuoyu nezdinde hala siyasetin belirleyici unsurudur. Mesele, bu temelin
üzerine bir şeyler konması ve herhangi bir eksene dahil olmak veya o eksenden kaymak yerine, yeni
bir eksen oluşturarak ideallerin gerçekleştirilmesi, içeride ve dışarıda düşman üreten siyasetin terk
edilmesi meselesidir.

Belki, idare-i maslahatı benimseyen emanetçi günlük siyasette, çıkar amaçlı dış politik tutumda
düşman geçici süreler için işe yarayabilir. Ne var ki, tarihten kendilerine sorumluluk çıkaran ideal
sahiplerinin alışılagelmiş anlamda düşmanları olmaz. Yıllara sari yol haritaları ve ulaşılacak hedefleri
olur. Samimiyetle yol alanlar için bu anlaşılabilir, yapılabilir bir şeydir ve varoluşun temeline, yani
buralı olmaya uygun olarak yapılmalıdır.
Bu hayat bizim, bu ülke hepimizin.

Asıl soru bu: Türk medyasını kim yönetiyor? Zamanhan Can Kimdir? Nereli? Can Holding'in Sahibi Kim? Yemeksepeti kurucusu Nevzat Aydın fenalaştı! Tedavisi sürüyor...
Sonraki Haber