Yalan dünyanın içinde gerçek dünyayı yaşayanlar karşısında bazen başımı yerden kaldırasım gelmiyor.
Onların gözlerinin içine bakabileceğimi zannetmiyorum.
Dün Hatay ili Dörtyol ilçesinde dağlık arazide yapılan operasyon sırasında kayalıklardan düşerek şehit
olan özel kuvvetlerde görevli piyade yüzbaşı Rıza Fırat‘la yıllar öncesinde bir televizyon çekimi
sırasında karşılaşmıştım. Az konuşan ama öz konuşan bir üsteğmendi. İşini doğru yapan ve eğriyi
içinde barındırmayan bir vatan evladıydı. O dönemde konjonktür gereği özel kuvvetler bütün
cenahların saldırdığı bir yerdi. Onlar da bu ahval ve şerait içinde görev yapmaya çalışıyorlardı. Bir ilke
imza atarak özel kuvvet personeli ile ilk kez yüzleri açık ve o günün şartları ile ilgili röportaj yapmıştım.
Onlarda hiç korkmadan aynı yürekleri gibi mert cevaplar vermişlerdi. Onları yıllar sonra karşımda
görünce aklıma Yunus Emre’nin dergah dönemleri aklıma gelmişti.
Yunus Emre Tapduk Emre’nin tekkesinde yaklaşık 40 yıl hizmet etmiştir. Bu kırk yılın içinde onun
yaptıklarının yüzlerce anlatılacak masalımsı hikayeleri vardır. Benim için ise anlatılan şu hikaye çok
değerlidir:
Yunus tekkenin içinde herkes gibi çalışmakta ve tekkenin ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Kimi zaman
yemek malzemesi toplamakta, kimi zaman temizlik yapmakta kimi zaman da odun toplamaktadır. Bir
gün Tapduk Emre’nin dikkatini Yunus’un getirdiği odunlar çeker. Yunus’un getirdiği odunların içinde
bir tane bile eğri odun yoktur.
Tapduk Emre Yunus’a dönerek sorar, “dağda hiç eğri odun kalmadı mı?”
Yunus ise şeyhine dönerek, “dağda eğri odun çok, lakin senin kapında odunun bile eğrisi yakışmaz”
der.
Bu yiğitler de bulundukları kuruma aynı Yunus gibi asla eğri işleri taşımadılar. Onur, erdem, vatan
sevgisi, imanlarını ve silah arkadaşlığını taşıdılar. Bu vatanı aynı Yunus gibi karşılık beklemeden
sevdiler. Onun içinde hayatlarını, gençliklerini ve bütün vazgeçilmez dünya işlerini bir kenara
koydular. Onlar için öncelikler asla kendileri olmadı.
Bu özel kuvvet taburu ile Şırnak merkezde beraber zaman geçirmiştim. Aileden öte olmuşlardı. Yılın
dokuz ayı aynı ortamda bulunuyor, yalnızca üç ayını aileleri ile beraber geçiriyorlardı. Kardeşlerin bile
bir süre sonra tartışmaya başladıkları gerçeğinin aksine birbirlerine sırt sırta vererek yaşamayı
öğrenmişlerdi.
Sanırım yüzbaşımız şehit olduğunda da aynı silah arkadaşları ile beraberdi. Onun naşını ailesine
teslim ederken de yine yanlarındaydılar. Sırtını dayadıkları silah arkadaşlarına bu seferde omuz
vermişlerdir.
Evet, bir yiğit vatan evladı daha aramızdan ayrıldı. Adını bile bilmediğimiz kaç yerde bizim
namusumuzu, şerefimizi ve vatan toprağını korumak için mücadele etti. Hiçbir zaman
öğrenemeyeceğimiz bu fedakarlıkların arkasından sanırım söyleyecek bir sözde bulamayacağız.
Yalancı kahramanların arasında, ismi hiç anılmayacak gerçek bir kahraman olarak kalacak.
Biz yalan dünyamıza geri dönerek birbirimizin yüzüne yalan söyleye söyleye hayatımıza devam
edeceğiz. Bir sonraki televizyonun karşısına geçişimizde, dizilerden sıkıldığımız bir anda haber
kanallarının arasında zapping yaparken, gözümüz alt bantta geçen yazıya takılacak. Cizre, Nusaybin,
Şırnak, Başika veya Kilis’de hiç tanımadığımız birisinin şehadet haberini göreceğiz. Hiç tanımadığınız
birinin alt yazıda ismi kayarak geçerken, ne kadar çok insan için o an hayatın durduğunun farkına
varmadan bir sonraki kanala geçeceğiz.
Hayatın evlilik programları, maç ve dizi olduğu bir yerde gerçekler de maalesef alt yazı olarak kalmaya
devam edecektir.
Sizler için duam, Allah size hayatınız boyunca sevdiğiniz kişinin adını alt yazıda geçerken görmeyi
nasip etmesin. Sevdiklerinizle helalleşecek fırsatınız olsun.
Bu yiğitlerin hiç biri sıcak yataklarında ve ailelerinin arasında helalleşerek aramızdan ayrılmadı. Onlar
göreve giderken helallik alan ve vasiyetlerini ceplerinde taşıyanlar. Bazılarımız için alt bantta geçen o
hayat benim evde aileme dokunmam için bir fırsat verdi. Çocuğumun başını okşayarak yatmama da…
Bir gün daha bu topraklara vatan diyebilmeme de…